Paylaş
Dün Anadolu Ajansı’na düşen haberde, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in, tüm gelir ve malvarlığını denetlemesi için Bulgaristan Ulusal Gelirler Ajansı’na (NAP) şahsen talepte bulunduğu bildiriliyordu.
Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, Plevneliev’in aile üyeleri ve ailesine bağlı üçüncü şahısların maddi durumunun dolaylı veya dolaysız olarak aylardır araştırıldığı, bu araştırmaların eksik sonuçlar verdiği, bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın bizzat daha kapsamlı bir denetim talep ettiği belirtiliyordu.
Peki, bir Cumhurbaşkanı, neden “Müfettişler benim malvarlığımı iyi denetleyemedi, en iyisi devletin bu alandaki en yetkili kurumuna talimat vereyim de her şeyim ortaya dökülsün” der ki?
Bu soruyu yanıtlamak için Bulgaristan’da geçen yıl boyunca yaşanan gösterilerin nedenlerini ve sonuçlarını bilmek gerekiyor. O yüzden gelin, filmi biraz başa saralım.
‘SİVİL DARBE’ ALGISI
Hâlâ iktidardaki merkez sol hükümete karşı sokak gösterileri 28 Mayıs’ta başlamıştı. Aşırı sağın da desteklediği Oreşarski hükümetinin demokratik talepleri dikkate almamasını ve yolsuzlukların üzerine gitmemesini eleştiren bu protestolar, 14 Haziran’da kitlesel bir nitelik kazandı.
Protestoların aniden büyümesinde, Türklerin çoğunlukta olduğu iktidar ortağı Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) üyesi medya patronu Delyan Peevski’nin, Ulusal Güvenlik Devlet Dairesi'nin (DANS) başına atanması etkili oldu.
Peevski ve annesinin medya şirketlerinin, devletin kalkınma projelerini fonlayan KTB bankasının büyük ortağı Tsvetan Vasilev ile yakın ilişkisi, Bulgar halkının genelinde şöyle bir algı yarattı:
“Hükümet yolsuzlukların üzerine gitmek bir yana, ülkenin güvenliğini o yolsuzlukların kilit isimlerine teslim ederek sivil bir darbe yapıyor.”
Bu algı pek de dayanaksız değildi. Zira Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü, Peevski’nin atanmasından hemen önce İçişleri Bakanlığı’nın emrinden alınıp DANS’a bağlanmıştı. DANS’ın başkanını atama yetkisi de Cumhurbaşkanı’ndan alınıp hükümete verilmişti.
Protestoların kitleselleşmesinin ertesi günü, yani 15 Haziran’da hükümet Peevski’nin atamasını geri çekti.
19 Haziran’da Başbakan Plamen Oreşarski bu atamada hata yaptığını itiraf edip özür diledi. Fakat bir kez cesaret kazanan protestocular, şimdi bunu yeterli bulmuyor, Başbakan’ın da istifa etmesini istiyorlardı.
Haziran sonundan itibaren hükümet de kendi destekçilerini meydanlara toplamaya başladı. Bu gösterilere katılanlara hükümetin para ödediği iddia edildi.
Temmuzda protestolara ilk kez şiddet de karıştı, parlamento binası kuşatıldı. Ağustosta plajlarda, eylülde ise tatilden meclise dönen milletvekillerinin evleri önünde gösteriler yapıldı.
Ekimde üniversitelerde başlayan eylemlerle gösteriler yeniden kitleselleşti. Hedef, “anayasayı ihlal eden hükümeti istifaya zorlayarak erken seçimlere gitmek” olarak belirlendi.
2 Aralık’ta Bulgaristan’ın önde gelen sinema ve televizyon oyuncuları parlamento binası önünde sembolik bir cenaze töreni düzenleyerek protestoculara destek verdi.
Hükümet yanlısı gösteriler bu ay (Ocak 2014) sona erse de, hükümet karşıtı protestolar sürüyor. Göstericiler 10 gün önce konvoyunun önünü kesip Başbakan’ı trafikte mahsur bırakmayı dahi başardı.
YİNE GEZİ BENZERLİĞİ Mİ
İnsan zihni tembeldir ve şeyleri kolay anlayabilmek için şablonlar arar, bulamazsa kendisi yaratır. Bu tarihçeyi okuyanlar, belki de ister istemez, Bulgaristan’daki gösteriler ile Gezi Parkı protestolarını karşılaştıracaktır ve o gözle bakınca, birçok benzerlik bulunabilir:
Gösterilerin iki ülkede de aynı gün başlamaları, gençlerin çoğunluğu teşkil etmesi, benzer taleplerle ve inişli-çıkışlı bir katılımla sürmeleri, siyasette paradigma değişikliğine neden olmaları ve uzmanlarca “sivil toplumun uyanışı” diye yorumlanmaları gibi...
Roger Waters’ın 30 Ağustos’taki Sofya konserinde dev ekrana Bulgarca “İstifa” sözünü yazdırmasını ve dinleyenlerin buna coşkuyla karşılık vermesini de, bundan birkaç hafta önce İstanbul’da yaptığı “Duvar” şovuyla kıyaslayabilirsiniz.
Ukrayna’da Gezi’ye benzer sahneler yaşandığında da bu kıyaslamayı yapmıştık, fakat her ülkenin kendine has dinamikleri olduğunu unutmamak gerekiyor.
Her şeyden önce, Gezi Parkı protestolarında onlarca şehirde milyonlarca gösterici yer alırken, Bulgaristan’da ancak birkaç bin kişi söz konusu... Gösterici sayısının 1000’i aştığı sadece üç kent var. Ayrıca Bulgar göstericilerin çoğunun sağ görüşlü olduğu da biliniyor.
Bir başka farklılık, hâlâ süren Oreşarski hükümeti karşıtı gösterilerin, geçen yıl başında “zafere” ulaşan sokak hareketlerinin bir devamı niteliğinde olması...
28 Ocak 2013’te yüksek elektrik ve sıcak su faturalarını protesto için Yukarı Cuma’da başlayan gösteriler 30 kente yayılmış, merkez sağcı Borisov hükümeti 20 Şubat 2013’te istifa etmişti. Ancak yeni hükümet de halkın taleplerini karşılamadığından, protestocular farklı taleplerle oluşan yeni çemberlerle çoğalıyor.
Türk ve Bulgar siyaseti açısından belki de en önemli farklılık ise, hükümet ile Cumhurbaşkanı arasındaki ilişkilerde...
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev liseyi geçen yıl başında ilk protestoların başladığı Yukarı Cuma’da okumuş, varlıklı bir isim. Cumhurbaşkanı, ayrıca, bu protestoların ardından başbakanlıktan istifa eden Boyko Borisov’un merkez sağdaki partisi GERB’den...
GERB 12 Mayıs 2013’teki seçimlerde sandıktan birinci parti olarak çıkmış, fakat “köşke çıkardığı” Plevneliev’in verdiği hükümet kurma görevini reddedip muhalefette kalmayı tercih etmişti.
Bunun üzerine Oreşarski’nin merkez sol hükümeti kuruldu. Haziranda hükümet aleyhine protestolar şiddetlenince, Plevneliev önce “Vatandaşlarla Diyalog” projesi ile yargı, medya ve ekonomi konusunda kamuoyunda bir uzlaşma sağlamaya çalıştı. Ardından “Hükümet meşruiyetini kaybetti” diyerek protestoculara açık bir destek verdi.
Bunun üzerine hükümet, bürokratik silahları devreye soktu. Plevneliev ve yakınlarına karşı yoğun bir vergi incelemesi başlatıldı.
Halkın yüzde 60’ı hükümet karşıtı protestoları desteklerken, yüzde 50'si “Herkes gibi cumhurbaşkanı da vergi müfettişlerine hesap vermeli” diyor. Bu açıdan Bulgar halkının genelinin siyasi tartışmalara partizanca yaklaşmadığı, görece tutarlı bir duruş söylediği söylenebilir.
'KÜSTAHÇA POLİTİKALAR'
Plevneliev’in kendisine daha kapsamlı bir denetim yapılması için dün NAP’ı devreye soktuğunu öğrenince Sofya’daki üst düzey bir kaynağı aradım. Devletin ‘A Takımı’nda görev yapan dostum aynen şunları söyledi:
* "Cumhurbaşkanı ile hükümetin bir 'cohabitation’ (-zorunlu olarak- birlikte yaşama) halinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Yeni hükümet çok küstahça politikalar uygulayarak işe başladı. Peevski gibi yozlaşmış insanlara görev verdi.
* Cumhurbaşkanı ise sivil toplumun yanında saf tuttu. Yazılı medyayı tekeline alan, ayrıca birkaç TV kanalı ve bir düzine internet sitesine sahip hükümet, bu gücün yanısıra başsavcıyı ve vergi müfettişlerini de kullanarak düşmanlarının üstüne gitmeye başladı.
* Yandaş medyaya rakip olan en büyük grupların (Capital ve Dnevnik), insan haklarını araştıran bağımsız bir düşünce kuruluşu olan Bulgar Helsinki Komitesi’nin ve protestolara destek veren devlet memurlarının peşine düştüler.
* Sonunda sıra Cumhurbaşkanı’na geldi. Fakat denetim yapan kurumlar siyasiydi. Cumhurbaşkanı şimdi bir önleyici hamle yapıyor ve devlet düzeyinde, hedefi ve bitiş tarihi belli olan, eksiksiz bir denetim istiyor.”
Kısacası, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki farklar, benzerliklerden çok daha fazla. Ve iki ülkedeki halk hareketleri de, siyaset ilişkileri de öylesine karmaşık ki, olayların içindeki uzmanların dahi bunları tam olarak anlaması kolay değil.
Fakat Bulgaristan’da uzun vâdede Oreşarski hükümetinin kaybedeceğini, “ahlaki zeminde” üstünlüğü elinde tutan Plevneliev’in itibarını koruyacağını, kurnazca bir siyaset yürüten Borisov’un ise muhtemelen bir sonraki seçimlerde yeniden başbakan olacağını öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Paylaş