Ege Cansen

Türk ekonomisinin cazibesi (Nereden geliyor du?)

26 Haziran 2013
Bir süre önce Türkiye’de milli gelir artış oranlarını irdeledim.

Özet olarak şunu zihnimize yazabiliriz. En son düzeltilmiş resmi istatistiklere göre 10 yılda toplam olarak milli gelir artışı kabaca % 63, kişi başına artış da % 43 tür. Bu kabil hesaplarda artı/eksi % 2 hata her zaman olabilir. Kafayı ince ayrıntıya takmayın. Cari dolarla veya Euro ile oransal hesap yapılmaz. Yapılmak istenirse, ölçü birimleri kalibre edilmeli ve 10 yıllık rakamlar “bugünün doları” ile ifade edilmelidir.

MİLLİ HARCAMA, MİLLİ GELİR DEĞİLDİR
Önce toplam milli gelir ile toplam milli harcama arasındaki ilişkiyi açıklayım. Milli gelir, o ülke milletinin çalışarak, yarattığı katma değerler toplamıdır. Bu rakam ile başka milletlerden borç alınarak harcanan miktar toplanırsa, bulunan büyüklük “toplam harcamaları” verir. Başka milletlerden borç alınıp yatırım ve tüketimde kullanılan yabancı kaynağa, “Cari Açık” denir. Bunu şu özdeşlikle ifade edebiliriz. “Milli Gelir + Cari Açık = Milli Harcama” Milli harcamalar toplamının bir diğer adı “Yurtiçi Talep”tir. Ülkemizde satılan araba, TV telefon, ev eşyası, mobilya, giyim kuşam ve yenen ve içilen ile yapılan inşaatlar, yollar, köprüler işte bu “Yurtiçi Talebi” oluşturur. Burada yaşayan bizler, son 10 yılda bu toplamın geçmişe kıyasla çok arttığını kendi gözlerimizle görüyoruz. Aralıklarla ülkemizi ziyaret edenler de, gördükleri refah artışı karşısında bazen gözlerine inanamıyorlar.

YURTİÇİ TALEP NE KADAR ARTTI
Toplam milli gelir artışımızda geçmiş 80 yıla göre pek bir değişiklik yok. Ancak nüfus artışı yavaşladığı için kişi başına milli gelir eskisine göre daha hızlı artıyor. Ama bu da görünen tabloyu açıklamıyor. Görünen refah artışının iki açıklaması vardır: Birincisi, TL’nin % 20 değerlenmesidir. Daha 1960’lı yıllarda büyük iktisatçılar Balassa ile Samuelson “dış ticaret arttıkça” az gelişmiş ülkelerin paralarının değer kazanacağını öngörmüştü. Bu sayede Türkiye’de tüketilen ve kullanılan malların kalitesi ve miktarı artmıştır. İkincisi Türkiye’nin son 10 yılda toplamda 342 milyar dolar cari açık vermiş olmasıdır. Yani başka milletlerin tasarruflarının 342 milyar dolarını ödünç alıp harcadık.

Yazının Devamını Oku

Gezi üstü az Bernanke

22 Haziran 2013
Türkiye’yi yöneten “Tek Adam”ın Gezi Parkı’na AVM inşa ettirme kararı, uzunca bir süredir birikmekte olan bir kentli öfkenin dışa vurulmasına vesile oldu.

Tek Adam, ince bir manevra ile bu direnişi pozitif bir enerjiye dönüştürebilecekken bunu yapmadı. “Kusura bakmayın ben değişmem” dedi ve direnişi ezerek ortadan kaldırma yolunu seçti. Polis Kuvvetlerine “İlk Hedefiniz Taksim!” dedi. Onlar da gerekeni, fazlasıyla yaptılar. Medeni bir protesto, bir anda anarşist fırsatçılar tarafından dağa kaldırıldı. Ortaya hiç kimsenin onaylamayacağı yakma-yıkma eylemeleri çıktı. Bu resim Türkiye’nin güvenli bir ülke imajını bozdu. Bir yandan medeni protestolar, Batı’da takdir toplarken, diğer yandan Tek Adam’ın dinci-baskıcı tavrı, aynı merkezlerde Türkiye’ye itibar kaybettirdi.

TÜRK EKONOMİSİNİN KIRILGANLIĞI

Türk ekonomisinin harcadığı kadar döviz kazanamaması kronik hastalığıdır. Sebebi döviz fiyatını düşük tutma illetidir. Geçmişte Türk Parası, yasayla değerli tutulmaya çalışılmıştır. Bunun sonucunda döviz bitmiş, ekonomimiz bir çok kere “devalüasyon-enflasyon” sarmalına girmiştir.  Son dönemde de yüksek faizle sıcak para çekmek, kamu mülklerini ve müstakbel vergi gelirlerini yabancılara döviz karşılığı satmak gibi yöntemlerle “ucuz döviz” politikası sürdürülmüştür. Bu tutum yüzünden, içeride veya dışarıda ortaya çıkan her tür siyasi veya mali çalkantı, Türkiye’de döviz fiyatı artacak beklentisi yaratmış ve ekonomimiz aşırı dalgalanmıştır.

BERNANKE BEKLENİ SÖYLEDİ

Yazının Devamını Oku

Dani Rodrik ve Mehmet Şimşek

19 Haziran 2013
Dr.Dani Rodrik, 1957 İstanbul doğumlu bir Türk’tür.

1990’dan beri Harvard Üniversitesi’nde iktisat profesörü olarak çalışmaktadır. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 1967 Batman doğumlu bir Türk’tür. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. İngiltere’nin Exeter Üniversitesi’nden Master derecesi vardır. Yurt dışında uzun yıllar piyasa uzmanı olarak çalışmıştır. İkisi de kendi alanlarında başarılı ve değerli şahsiyettir.

TÜRK EKONOMİSİ YÜZDE KAÇ BÜYÜDÜ2009 krizinde gerileyen ekonomimiz 2010 yılında sabit fiyatla %8,9 (düzeltilmişi 9,2) büyümüş ve 2008 düzeyine geri gelmişti. Bu sonuçtan gururlanan Başbakan 2011’in Nisan ayı başında yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Cumhuriyetin 100’üncü yılında yani 2023’de kişi başına milli gelir 25 bin dolar olacaktır. Bu hedef gerçekçidir. 2002-2008 arasındaki 6 yılda 3 katın üstünde artan milli gelir 12 yılda pekâlâ 3 kat artabilir ve 2 trilyon dolara ulaşabilir.” 2011-2023 yılları arasında milli gelirin ne kadar artacağı, netice itibariyle bir tahmin veya temenni idi. Ama 6 yılda (2002-2008) milli gelir üç kat değil toplamda % 40, kişi başına % 31 arttığı gerçekti. Kullanılan “cari kurdan dolarla ölçme” yöntemi tam bir felaketti. 6 Nisan 2011’de bunu düzelten ilk yazıyı yazdım. Sonuncusu da 8 Haziran 2013’de, bu köşede yayınlandı.

PROFESÖR RODRİK BAKAN ŞİMŞEK KAPIŞMASI
Geçen hafta Profesör Rodrik, sanal ortamda Maliye Bakanı Şimşek’e milli gelir atış oranı hesabı nasıl yapılır gösterdi. Rodrik, TÜİK tarafından “sabit TL’li” hesaplarda ilan edildiği üzere 10 yıllık (2002-2012) artışın toplamda % 63 kişi başına da ise % 43 olduğunu açıkladı. Kısaca benim yıllardır söylediğimi teyit etti. Memnun oldum. Bakan Şimşek de cari dolarlı çevirileri esas alarak kişi başına gelir % 260 artmıştır propagandasını yineledi. Hata etti.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin itibar derecesi

15 Haziran 2013
İş idaresinde, şirketlerin üç tür itibarından ya da imajından bahsedilir.

Birincisi, kurumsal; ikincisi, marka; üçüncüsü de ürün imajlarıdır. Benzeri bir imaj/itibar irdelemesi ülkeler için de yapılabilir. Bir ülkede demokrasinin varlığı en önemli kurumsal itibar kıstasıdır. Diğer önemli itibar kıstasları arasında, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve özgürlükler gelir. Ülkenin “İtibar Derecesi”nin (Credit Rating) tespitinde iktisadi-mali kriterler yanında kurumsal itibarı da göz önünde tutulur.  

KIRMIZILI KADIN
Birlikte düşünelim. Acaba, Gezi Parkı’nın imara açılmasını engellemek amacıyla başlatılan (ve maalesef fırsatçılar tarafından kirletilen) barışçıl işgal eylemi ile Başbakan Erdoğan’ın sergilediği “Ben ne dersem o olur” tavrı, ülkemiz itibarını kısaca Türkiye markasını nasıl etkilemiştir? Kuşku yok ki, Başbakan Erdoğan’ın buyurgan tavrı, Türkiye’ye itibar kaybettirmiştir. Buna karşı püskürtülen biber gazı karşısında omzunda çantasıyla hiçbir mütecaviz tavır takınmadan dimdik duran o kırmızılı kadının fotoğrafı Batı dünyasının kalbini hatta hayranlığını kazanmıştır. Bilinsin ki; bu “diklenmeden dik duran kadın fotoğrafı” kurumsal kimliği içinde
laiklik olan Türkiye markasına
çok olumlu katkı yapmıştır. Diğer yandan, İzmir’de olay yerinden uzaklaşmakta olan bir kıza arkadan yaklaşıp saçını çeken polis videosu da Türkiye’nin itibar kaybetmesine sebep olmuştur. Hakeza savaş yerine dönen Taksim meydanından yapılan canlı yayın da imaj bozmuştur.  

Yazının Devamını Oku

Merkez bankacılarını dövmeyin

12 Haziran 2013
İNGİLİZCE bir makaleden aktaracağım aşağıdaki cümleyi (yazarın zihnindeki kabulleri deşifre etmeye çalışarak) okuyun:

“Kuramsal olarak, merkez bankaları, piyasalarda oluşan şişkinlikleri, düzenleyici ve denetleyici önlemlerle ortadan kaldırmaya çalışır. Buna mukabil enflasyon ve işsizlik sorunlarını para politikasıyla çözümler.” Yazar kısaca “Bir ülkenin ekonomisini o ülkenin merkez bankası yönetir” diyor. Emlak, hisse senedi, kredi veya emtia borsalarında bir aşırılık mı var? Telaşlanmayın. Bunların gazını almak merkez bankasının görevidir. Bir ülkede enflasyon veya işsizlik tehlikesi mi var? Merak etmeyin! Merkez bankanız aslanlar gibi onun da üstesinden gelir. Makale bu cümleden sonra, gelişmiş ülkelerde süre giden krizi çözmede merkez bankalarının yetersiz kaldığını anlatıyor. Ben de şöyle diyorum: Merkez bankasının adı hıdır, elinden gelen budur.  

SİHİRBAZ MALİYECİ HJALMAR SCHACHT

Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ve perişan bir şekilde çıkan Almanya, Hitler zamanında göz kamaştıran bir iktisadi gelişme göstermişti. Bu başarı, dönemin merkez bankası başkanı ve ekonomi bakanı “sihirbaz maliyeci” lakaplı Schacht’ın (1877-1970) eseridir deniyordu. Alman ekonomisi, bu muhteşem dirilişin bir benzerini II. Dünya Harbi sonrasında da göstermiştir. Bu dönemin sihirbazı da, daha sonra başbakan olan, ekonomi bakanı Ludwig Erhard (1897-1977) dır. Alman ekonomisinin küllerinden yeniden doğuşuna hayran kalan yabancılar (biz de ülkemizde aynı modeli uygulayabilir miyiz düşüncesiyle) yaratılan mucizenin “sırrını” bu sihirbazlara sormuştur. İkisi “Mucizenin sırrı Alman ulusudur” demiştir.
FİNANSAL EKONOMİ,REEL EKONOMİNİN AYNA SİMETRİĞİDİR
Merkez bankalarının para politikalarının, ulusal ekonomilerin sağlıklı işlemesindeki rolü inkâr edilemez. Ancak, merkez bankalarının, finansal istikrardan, enflasyona; büyümeden, işsizliğe kadar uzanan tüm makro ekonomik sorunları “müdebbir” (macroprudential) davranarak halletmesini beklemek yanlıştır. Ekonomi, para-maliye kararları olduğu kadar, bilim ve eğitim politikalarıdır, teknolojik gelişmedir, kültürdür, savaş ve barıştır, demokrasidir, Gezi Parkı’dır, Kürt açılımıdır, askeri ve sivil yönetimdir, uluslararası ilişkilerdir, komşuların

Yazının Devamını Oku

Memleketimden iktisat efsaneleri

8 Haziran 2013
ADALET ve Kalkınma Partisi daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılının sonunda iktidara geldi.

10 yılı aşkın bir süredir Sayın Erdoğan (R.T.E.) “tek adam” olarak ülkeyi yönetmektedir. R.T.E’nin yönlendirdiği Türkiye’nin 10 yılda mucizevî bir iktisadi gelişme gösterdiği şeklinde yaygın bir söylem var. Bu söylem, sadece Türkiye’de değil, yurt- dışında da yaygındır. Acaba bu sav, bir gerçeğin ifadesi midir? Yoksa bir efsane midir? Bugün bu savı eleştirel bir açıdan irdelemek istiyorum.

BİRİNCİ EFSANE: KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR ÜÇ KAT ARTMIŞTIR
Yanlış. Doğrusu, kişi başına milli gelir 10 yılda % 45 artmıştır. Üç kat artmış hesabı (ki, aslında 2 kat artmış veya 3 katına çıkmıştır demek gerekir) cari dolar fiyatıyla yapılan bir tercüme hatasıdır. Her ülkenin milli geliri ve büyümesi ulusal para ile hesaplanır. Ulusal para biriminin dolar karşısında değerlenmesi veya değer kaybetmesi büyüme oranını değiştirmez. Mesela 9 Haziran 2008’de 100 Japon Yen’i 0.94 dolar ederken, 24 Ekim 2011’de 100 Japon Yen’i 1 dolar 32 sente yükselmiştir. Japon parası, Dolara göre % 40 değerlenmiş ve Japonya’nın gerçekte pek de artmayan kişi başına milli geliri, cari dolar kuruyla hesaplandığında % 40 artmıştır. Ama hiçbir Japon başbakanı, bununla böbürlenmemiştir. 

İKİNCİ EFSANE: 10 YILDA TOPLAM MİLLİ GELİRİMİZ ÇOK HIZLI ARTTI
Yanlış. Son 10 yılın ortalama büyüme oranı % 5’tir. Bu oran önceki 80 yılın ortalama büyüme hızına kabaca eşittir. Değişen bir şey yoktur. Faraşlaşan cari açık devalüasyon krizine sebep olmasın diye, büyüme hedefi 3 yıl için % 5’e bağlanmıştır. 

Yazının Devamını Oku

Biraz derine inelim

5 Haziran 2013
HAYATTA hiçbir şey bir anda olmuyor.

Bir anda olan şeylerin ardında uzun süren bir oluşma süreci vardır. Hatta denebilir ki, bir olay ne kadar büyükse, onu yaratılması da o kadar uzun sürmüştür. Farenin hamileliğinin 22 gün, filinkinin ise 22 ay sürdüğünü hatırlayalım. Taksim’deki gezi parkını imara açmak bizatihi kötü bir karardır. Ama Gezi’de başlayan olaylar, kötü kararı geri aldırtma amacıyla başlamış olsa bile, olay bu kötü karara itirazdan ibaret değildir. Ortada Başbakan tarafından günde üç posta azarlanan, korkutulan yaşam biçimleri tehdit edilen insanlarda oluşan bir birikim vardır. Gezi Parkı’ndaki çadırların yakılması bardağı taşırmıştır.   

CUMHURİYET BİR GÜNDE KURULMADI

Cumhuriyet, Osmanlı’da ıslahatla başlayan Batılılaşma akımının devamıdır. Tanzimat, Meşrutiyet ve Hürriyet hareketlerinin uzantısında ortaya çıkan bir rejimdir. Devrimci bir sentezdir. Cumhuriyet, üç sütün üzerine oturur. Bunlardan birincisi ve en önemlisi “lâiklik” tir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişiyle anlatır kendini. İkincisi “Türkçülük” dür. Ulus-devletin esasıdır. “Ne mutlu Türküm diyene” sloganı ve ülke adının “Türkiye Cumhuriyeti” olmasıyla ete kemiğe bürünmüştür. Üçüncüsü “istiklâl-i tam” yani tam bağımsızlıktır. Türk milli marşının adının “İstiklâl Marşı” olmasının sebebi de budur. Cumhuriyet, evrimiyle değil devrimle kurulmuştur. Bu nedenle “kanla, irfanla kurduk biz cumhuriyeti” diye haykırılır.

İSLAMCI-KÜRTÇÜ MANDACI CEPHESİ

Yazının Devamını Oku

Çayırda otlayan her kuzuyu kebap olarak görmek

1 Haziran 2013
ÖNCE bir yanlışı veya kasten söylendiği yalanı düzelteyim.

İstanbul’a üçüncü havalimanı inşa edilmiyor. Atatürk Havalimanını yıkıp onu rant limanı dönüştürmek için amacıyla İstanbul’un en ters köşesine yeni bir havalimanı inşa ediliyor. Bu akla ziyan havalimanı için de üçüncü bir köprü ve çevre yolları inşa ediliyor. Bu iki proje bir bütündür.  Yeşilköy’deki havalimanının yetersiz kaldığı ve daha fazla büyütülemeyeceği doğru değildir. Pek tabii her havalimanının ulaşabileceği bir maksimum kapasite vardır. Ancak Atatürk, henüz bu limite gelmemiştir. Askeri havaalanı bu limanla birleştirilip, yeni bir genişleme projesi hazırlanabilirdi. Bunlardan çok daha önemlisi tüm Marmara Bölgesine hitap etmede “ulaşım ekonomisi açısından” ideal bir yerde kurulu S. Gökçen Havalimanının büyütülmesiydi. Geçti bunlar! Yola devam. 

İSTANBUL’U BÜYÜTEREK RANT YARATMAK AMAÇSA YAPILAN DOĞRUDUR İstanbul aşırı büyüyor; Anadolu’da yaşayanlar bu kente “vize” ile gelmelidir diyen Başbakan Erdoğan’dır. Üçüncü köprü cinayettir diyen de kendisidir. Şimdi şehrin Kuzey’inde yeni İstanbul kurmak isteyen de Başbakan Erdoğan’dır. Çünkü Türk ekonomisinin çekici gücü inşaat ve inşaatla ortaya çıkan arsa rantlarıdır. Siyasetin finansman kaynağı da aynı rantlarıdır. Pek tabii bu yeni yerleşim bölgesine insan çekmek için orada bir “cazibe merkezi” kurmak gerekir. Bu da yeni bir havalimanıdır. Hem de eskisini yıkarak. Böylece bir taşla iki rant avlağı oluşur. Hem eski havalimanı iskâna açılır hem de yenisinin çevresi. Zannedilmesin sadece AKP’lilerden bahsediyorum. Türkiye’de insanlar her yeşil alanı inşaat arsası, çayırda otlayan her kuzuyu kebap olarak görür. 

HER ARZ KENDİ TALEBİNİ DOĞURUR
İktisadın temel öğretisi; arzı, talebin yarattığıdır. Kısaca ortada potansiyel bir talep yoksa arz ortaya çıkmaz. Çıksa da, piyasaya sunulan o ürün satılmaz denir. Ancak görülmüştür ki; “her arzın, kendi talebini yaratma gücü” de vardır. Özellikle ulaşım-yerleşim ilişkisinde bu kesinlikle böyledir. Yolu olmayan bir yörede yerleşme olmaz. Yerleşme yoksa yola da ihtiyaç yoktur. Ama o yöreye bir defa yol gitti mi, yol olduğu için orada yerleşme başlar. Oturanlar arttıkça yola talep artar, yol yetersiz kalır ve ikincisi yapılır. Bu oluşumu İstanbul’un Boğaziçi köprülerinde aynen gözlemledik. Bir soru: On yıl önce Çanakkale Boğazına bir köprü inşa edilseydi Marmara Bölgesi nasıl gelişirdi, İstanbul’a etkisi ne olurdu?  
Son Söz: Yanlış, yanlışı doğurur; ama doğru yapmaz.  

Yazının Devamını Oku