Ebru Erke

Lezzeti ve kalitesi köklerinde gizli

23 Mayıs 2021
Meksika’yı ilk kez ziyaret ediyorum. Haliyle en orijinal, en geleneksel olanla başlıyor mutfak yolculuğum. Latin Amerika’nın en iyi 50 restoranı arasında gösterilen Nicos ne rafine tatlar peşinde ne yeni deneyimler... İddiası geleneksel yemekleri en doğru ve kaliteli şekilde sunmak. Belli ki bazen ‘en iyi’ olmak için en yeniye değil, köklerine bakmak gerekiyor.

Sanki az önce masa-sandalye atılmış, eğreti bir hava görünce bir adım geri çıkıp tabelaya tekrar bakıyorum doğru mu gelmişim diye. Özellikle burayı seçtim. Çünkü Meksika’ya ilk gelişim, gerçek ve geleneksel Meksika yemeği yemek istiyorum; kendi yerinde, orijinal haliyle... Mexico City’e gitmeden ince ince araştırıp şehrin en iyileri listesi çıkardım. Popüler şef restoranlarının kendilerini tanımladıkları ifadelerin çoğunda ‘farklı bakış açısı, şefin yorumu, yenilikçi dokunuşlar’ gibi kavramlar var. Daha hünkârbeğendi nedir bilmeden ‘ben yaptım oldu’ kafasıyla yorumlanmış ve gerçeğiyle ilgisi olmayan halini yiyip Türk mutfağını deneyimlediğini zanneden zavallı turist durumuna düşmek istemediğimden şehirdeki ilk yemek tercihimi gelenekselden yana kullanıyorum. Önce bir esasını tadayım ki sonra diğerlerine daha çok anlam yükleyebileyim.

E, bir de bu köklü bir mutfak. 2010’da UNESCO tarafından insanlığın somut olmayan kültürel mirası ilan edilmiş. Ben de bu kültürü, Latin Amerika’nın En İyi 50 Restoranı listesinde 31’inci sıradaki Nicos’un yansıtacağına kanaat getiriyorum. 60 yılı deviren restoranda şef Vázquez Lugo ve annesi Maria Elena Lugo Zermeño, Meksika mutfağına yaptıkları ortak katkılardan dolayı 2018’de Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü almışlar.

MENÜ TAHTADA YAZIYOR

Bembeyaz keten örtüler serilmiş masalardan birine oturuyorum. Etrafımdaki masaların neredeyse tamamında bol kahkahalı aile yemekleri yeniyor. Kendimi iyi hissediyorum haliyle. İngilizce bilen garsonlardan biri “Menüyü getireyim size hemen” diyor. Birkaç dakika sonra kocaman beyaz tahtayı yanıma dikiyor. Latin Amerika’nın En İyi 50 Restoranı listesinde tahtadan yemek seçtiren tek yer burası sanırım. Zira liste çok iddialı restoranlarla dolu.

Onların arasına giren Nicos’un en büyük iddiasıysa odaklandığı geleneksel yemekler. Ülkenin farklı yerlerinden, değişik tekniklerle pişirilmiş yemeklerin bir araya getirildiği menü bu mutfakla hiç alakası olmayan birini bile orada geçireceği birkaç saat içerisinde fikir sahibi yapacak türde.

Kocaman taş havan içinde gelen guacamole ile başlıyorum. Bir çeşit taco, bir burrito derken kakaoyla hazırlanan geleneksel mole sosuyla servis edilen et ve bizim ekmek kadayıfına benzeyen bir çeşit tatlıyla final... Nicos en iyiler listesine girmek için tabağa kuş kondurmak gerekmediğinin en güzel örneği. Alametifarikası malzeme kalitesi ve geleneksel uygulamaları.

Bir hafta önce Peru’da gittiğim ve seyahatin en akılda kalan yemeklerinden birini yediğim esnaf lokantası tadındaki

Yazının Devamını Oku

40 yıl hatırı yok ama 40 türü var

21 Mayıs 2021
Sizinle birlikte, hem geçmişinden hem göçmenlerden gelen kahve kültürünü anlamak için Meksiko City sokaklarında bir tura çıkalım... Burada toprak kapta demlenenden metal sürahide sunulana, mısırlısından biberlisine şaşırtıcı bir kahve dünyası gördüm. Türk kahvesi bile içtim ama...

Mavi motifli fayanslarla kaplı, barok stilindeki binadan içeri giriyorum. Yerel kıyafetlerden esinlenerek hazırlanmış rengârenk, sempatik kostümlü servis elemanları ellerinde yine mavi fincanlarla oradan oraya koşuyor, masalara yetişmekte zorlanıyorlar. Bir köşede müzisyenler, mekânın enerjisine hareketli Latin ezgileriyle eşlik ediyorlar. Usta bir elden çıktığı her halinden belli, ince bir işçilikle üzerine 1800’lü yıllardan anların resmedildiği duvarın önündeki masada oturan genç kadın el sallıyor. Bu Sylvia olmalı. Meksika kahve kültürünün iki farklı yüzünü tanımak amacıyla Meksiko City sokaklarındaki gezintimde bana ilk olarak Sylvia Gutiérrez eşlik edecek. Kendisi Meksika Kahveciler Birliği’nin en önemli isimlerinden biri.

Geleneksel kahve kültürünü anlatacak, bu nedenle buluşma noktamız Kaliforniyalı üç erkek kardeşin 1800’lerde açtığı ve o günden bu yana şehirde yaşayan herkesin buluşma noktası olan Casa de los Azulejos. Burası tam bir klasik; ‘yeni nesil kahve’ öncesi Meksikalıların içmeye alışkın olduğu filtre kahve çeşitleri servis ediliyor.

BİZİM MUHALLEBİCİLER GİBİ

Kahve bahane, mekân şahane diyerek bir sonraki durağımıza yürüyoruz. Ülkede sütlü kahve akımının doğduğu yer olan Café la Blanca tıpkı bizim muhallebicileri andırıyor. Uygun fiyatlı, az ürün, yüksek sirkülasyon... Burayı 1915’te İspanyol işinsanı Higinio Gutiérrez Pelaez kurmuş. Sadece süt ürünleri ve taze süt servis ediyormuş. Bir süre sonra önünüze cam bardakta gelen taze süte, metal sürahilerden, istediğiniz miktarda kahve eklemeye başlamışlar. Zaman içinde Çinli göçmenler tarafından iyice benimsenmiş ve artık ‘cafe con leche’ Çin lokantalarının demirbaşı olmuş.

‘İBRİKTE’ TÜRK KAHVESİ...

Her şey aklıma gelirdi de Meksika’nın göbeğinde bakır cezveden Türk kahvesi içeceğim aklıma gelmezdi. Meksika’ya Lübnanlı göçmenlerin getirdiği bir alışkanlık. Çoğu Ortadoğu isimli kafelerde Türk kahvesi, önünüzde pişirilip servis ediliyor. Kullanılan kahve bizimki kadar ince çekilmemiş, içine kakule ve mutlaka şeker konuyor ve ‘ibrik’ adını verdikleri bakır cezvelerde pişiriliyor. “E, gerçek Türk kahvesi böyle olmaz!” diyorum ama pek umursamıyorlar, “Bari daha ince çekin, isteyene şeker koyun” diyorum, bir umut belki uygularlar diye...

Meksika’daki kahve kültürü yıllar içinde bir yandan yabancı komünlerin getirdiği alışkanlıklarla, diğer yandan değişen zevklere ve trendlere uyum sağlayacak şekilde değişmiş. Asırlardır devam eden bazı alışkanlıklarsa artık sadece evlerde uygulanır olmuş; cafe olla gibi. Toz tarçın, tane karabiber, yenibahar, muskat ve tane karanfil önce rafine edilmemiş şekerle birkaç dakika kaynatılıyor. Ocaktan alındıktan sonra da içine önceden demlenmiş kahve eklenip içiliyor. Lezzetli ama çok şekerli.

Yazının Devamını Oku

En tatlı bayram anıları

16 Mayıs 2021
Ramazan Bayramı denince aklımıza birbirinden nefis tatlılar gelir. Hem anılarımızı hem sofralarımızı şenlendirir baklavalar, şekerpareler, kadayıflar... Benim de aklımda babaannemin karakuşu, anneannemin yaptığı kalburabastı var.


Takip edenler biliyor, etmeyenler için özet geçeyim; iki haftadır Güney Amerika’da kahve ve kakaonun peşinde çekimdeyiz. Arife gecesi Lima’da tuttuğumuz eve yerleştik. Bizim çekim ekibi üç kişi. Sanki her bayram evde anne babamızla otururmuşuz gibi bu kez üçümüzde de garip bir hüzün. “Sizin evde tatlı olarak ne hazırlanırdı” muhabbeti yapıyoruz. Görüntü yönetmenimiz Ali “Bizde ev baklavası yapılır, fazla şerbetli olmaz, ‘hıyır hıyır’ deriz. Ben pek bayılmam, bol şerbetlisini severim” diyor.

Ali Kayserili. Öyle kolay kolay yemek beğenmez. Tembih ediyorum: “Aman bak yarın akşam Latin Amerika’nın en iyi restoranlarından biri olan Central’de yiyeceğiz, sakın bir şey deme, yanına ekmek falan da isteme!”

Yine dönüyoruz tatlı muhabbetine. Gizem hepimizden genç, incecik, yediğine içtiğine dikkat ediyor. Tatlıyla arası pek yok, hatırlamaya çalışıyor büyüklerinin ne yaptığını... Sıra bana geliyor. Yarı İzmir, yarı Çukurovalı olduğumdan benim için bayrama damgasını vuran iki tatlı olurdu: Kalburabastı ve karakuş. Rahmetli anneannemin yaptığı kalburabastıya en yakınını Bodrum’daki Kısmet’te yemiştim. Mesaj atıp tarifi istiyorum restoranın sahibi Orhan Dumanlı’dan. O kadar zarif bir insan ki koskocaman bir paragrafla tarifi niye veremeyeceğini açıklıyor. Babaannemin yaptığı karakuş, hamura mekik şekli verilip, kızartılıp şerbetlenir, sonra da üzerine ceviz serpilerek sunulurdu. Basit ama bir o kadar lezzetliydi. Rahmetli, şerbetin içine birkaç parça da karanfil atardı.

Sonra fark ediyoruz ki iki haftadır hiç tatlı yememişiz. Ya da önümüze gelenleri tatlıdan saymamışız. Boş yere değil tatlı kültürümüzün yüzyıllardır Batı’nın gözünü kamaştırması. Oysa Türk kültüründe İslamiyet’in kabulüne kadar tatlı ve şekerli yiyecek yeme âdeti pek yokmuş. Orta Asya Türk boyları tatlıyla çok sonraları tanışmış. Fethettikleri topraklardaki tatlı kültürünü benimseyip geliştirmiş ve zamanla Osmanlı dönemine gelindiğinde artık Batılı seyyahların kitaplarında övgüyle bahsettikleri, bazılarının tariflerini anlatmalarına rağmen hiçbir Batılı aşçının bire bir uygulayamadığı, hayranlık uyandıran bir kültür oluşturmuşuz. 

Yazının Devamını Oku

Gizli Vadi’nin saklı lezzetleri

14 Mayıs 2021
Bir zamanlar İnka İmparatorluğu’nun gıda tedarikçisi konumundaki Gizli Vadi’de yerel halkın yaşadığı birkaç tipik And köyü... Yerel ürünlerini koruyor, dünyaya ünlü şefleriyle pazarlıyorlar. Üstelik küçük çiftçiyi ve kadın üreticiyi koruyan organizasyonları var.


Geçen hafta bir kısmını anlattığım Venezuela seyahatinin ardından bir sonraki durağımız olan Peru’ya doğru yola çıktık. Panama üzerinden aktarmalı uçarak toplam 10 saat süren yolculuğun ardından gece yarısı Lima’ya vardık. Peru’ya girişte vize yok fakat çevrimiçi doldurmanız gereken bir formun çıktısıyla en geç 72 saat öncesinde yapılmış bir PCR testinizin olması gerekiyor. Ve bir de siperlikli bir maskeniz. Bizim yoktu, cezalı gibi yarım saat bekledik...

Bavulları aldığımız an dünya tatlısı polis köpeği Luna bir anda valizime yapıştı. Yok, ayırmak mümkün değil. Luna, ben ve güvenlik görevlisi tıpış tıpış özel bir bölüme geçtik. İlk önce Chuao’da ağaçtan bizzat koparıp çantama attığım iki kakao meyvesini, sonra iki kilogramlık kakao tanelerini alıp tutanak tuttular. Kakaoların bari birazını alsaydım desem de nafile...

4.500 METREYE ÇIKINCA...

Ülkenin biyoçeşitliliğini korumak üzere tohum olabilecek hiçbir bitkiyi sınırdan içeri sokmuyorlar. 55 çeşit mısır, 4.200 çeşit patates ve yenilebilir kök sebzeleriyle sonsuz gurur duyan bir ülke burası.

Siperlik alırken tezgâhtar kız Cusco’ya gittiğimizi duyunca “Bu doğal otlardan yapılmış tableti mutlaka kullanmalısınız” diyerek elimize bir kutu sıkıştırdı. Çok yüksek rakıma çıktığımız için uçuş öncesi ve sonrasındaki iki gün boyunca kullanacağımız coka içeren bu doğal tablet, olası rahatsızlıklarımızı önlemek içindi. 80 dakika sürdü uçuş. Cusco’nun rakımı 3.400... İndikten kısa bir süre sonra bende nefes darlığı, ekiptekilerde baş ağrısı başladı. Gizli Vadi’ye doğru bir ara 4.500 metre rakıma çıktık. Nefes darlığı ve baş ağrısı da gittikçe artıyordu.

Yazının Devamını Oku

Venezuela’da çikolata devrimi

9 Mayıs 2021
Sadece kendi ülkesindekilerin değil, gastronomiyle yakından uzaktan alakası olan herkesin önünde saygıyla eğildiği bir kadın. Ürünü tarlada kalan yüzlerce kakao üreticisine çikolata yapmayı öğreten bir idealist, iflah olmaz bir aktivist… Karşınızda şef Maria Fernanda Di Giacobbe…


Ebru Erke, Venezuela’da şef Maria Fernanda Di Giacobbe’yle birlikte kakao bahçelerinden birinde...
Kakao, dünya üzerindeki hiçbir ülke için bu kadar büyük bir anlam yüklenmemiştir sırtına. Olay Afrika’daki gibi sadece bir geçim kaynağı olmaktan çok daha öte... Kakao, Venezeula halkı için kimliklerinin koruyucusu, onları birbirlerine bağlayan bir ağ ve hayal ettikleri geleceğin bir izdüşümü... Bu ülke hakkında konuşmak konunun illa kakaodan geçmesi demektir. Venezuela kakaodaki en büyük biyolojik çeşitliliğe sahip ülke. Her yerine yayılmış kakao ağaçları, asırlardır bu toprakların kaderinin çizilmesinde önemli rol oynamış, ‘ağaçta büyüyen para’ diye adlandırılmış ve uğruna savaşlar verilmiş.

2000’lerin başında halkın en önemli gelir kaynaklarından biri olan kakaonun ihracatında sıkıntılar yaşanmaya başlayınca ürünler elde kalır, çiftçi alışık olmadık bir darboğaza girer ve bu durum yıllar içinde kronikleşen bir krize döner. Çikolata eğitimini Avrupa’nın farklı şehirlerinde tamamlayan ve annesinin şef olması vesilesiyle doğduğundan bu yana mutfakta olan Maria Fernanda Di Giacobbe tüm bilgisini bu topraklara bir minnet borcu olarak ödemek için kolları sıvar. Ve kakaonun dönüşümünün gücünü kullanarak üretici kadınları bambaşka bir seviyeye taşır.

8 BİN 500 KADINA EĞİTİM...

2012’de başlayan projesiyle ülkesini, özellikle de ücra köşelerini dolaşmaya başlar. Oralarda ürünlerini satamayan ya da çok düşük fiyatlara satmak zorunda olan çiftçi kadınlara çikolata yapımını öğretir. 2017’ye gelindiğinde eğitim verdiği kadın sayısı 8 bin 500 gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır. Ülkedeki çoğu kadın artık çekirdekten tablete çok iyi kalitede kendi çikolatasını yapıp satmaktadır. Kakao dünyası artık Maria’dan öncesi ve Maria’dan sonrası olarak adlandırılmaktadır. Bu kalkınma projesi dünyadaki gastronomi otoritelerinin dikkatinden kaçmaz. 2016’da Bask Mutfak Akademisi tarafından ilk kez verilen Sosyal Gastronomi ödülünü de dünyanın en ünlü şeflerinin oylarıyla Maria alır.

Yazının Devamını Oku

Şarkılarla, danslarla lezzetin doruğuna ulaşıyorlar

7 Mayıs 2021
Kakao ve kahve belgeselleri için yollardayım. Venezuela’da Chuao isimli kasabada yetişen dünyanın en iyi çekirdeklerinin arkasındaki hikâye ve ritüeller eğlence üzerine kurulu. O kadar iyi ürünleri var ki satmak için çaba göstermiyorlar, bu nedenle hayat çok renkli...


Çay, baharat, peynir derken belgesel serimizin kakao ve kahve bölümleri için yine yollardayız. Siz bu satırları okurken biz de muhtemelen Venezuela’dan Peru’ya geçip And Dağları eteklerindeki plantasyonları çekiyoruz... Dört ay önceden planladığımız Latin Amerika seyahatimiz ülkemizdeki tam kapanma dönemine denk geldi. Tüm dünyada artan vakalar elbette bizi de ziyadesiyle tedirgin etmişti fakat seyahat boyunca gideceğimiz yerlerin şehir merkezlerinden çok uzakta, ufak kasabalar olup neredeyse hiç
COVID-19 vakasına rastlanmamasına güvenerek, bütün tedbirlerimizi alıp düştük yola. Başka bir havalimanında aktarma yapmaya gerek kalmadan, Türk Hava Yolları’nın Venezuela’nın başkenti Karakas’a direkt uçuşu olması da bizim için önemli bir kriterdi.

Konu kakao olunca listeye aldığımız ilk yer Venezuela oldu. Üretim miktarı olarak Fildişi Sahilleri ve Gana dünyada ilk sıralarda olsa da Venezuela kakaosu, çekirdek özellikleri sebebiyle ünlü çikolata şefleri ve ‘bean to bar’ yani ‘çekirdekten tablete’ üretim yapan butik üreticiler tarafından en çok aranan çekirdek türü.
TROPİK ORMANDA YOLCULUK

Kakao plantasyonları ülkenin geneline dağılmış durumda. Ama kuzeyde Karayip kıyılarında yetişen Chuao kakaoları ülkenin hatta dünyanın geri kalanından ayrı tutuluyor. Bu ayrımda kakaoların kalitesi kadar, hikâyesi ve ulaşım zorluğu da etken.

Chuayo’ya gitmek için öncelikle başkent Karakas’tan 4.5 saatlik bir araba yolculuğuyla Choroni’ye ulaşmanız gerekiyor. Venezuela’nın Ankara’daki büyükelçiliği aracılığıyla bağlantı kurduğumuz Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın seyahatimiz boyunca sağladığı araç ve şoför olmasa işimiz çok daha zor olurdu muhtemelen. Choroni seyahatinin 3 saatlik kısmı tropik ormanların arasında, patikadan hallice, daracık ve bozuk yollarda geçiyor. Biz bu yolculuğu gece yapmak zorunda olduğumuz için haliyle biraz sarsıldık. Çok bakımlı ve temiz bir kasaba olan Choroni’de ülkenin turizm yapılabilen döneminden kalma tesislerden bazıları halen açık tutuluyor. Bunlardan biri olan Cacaoni Lodge’da vardığımız gece konakladıktan sonra ertesi sabah erkenden 15 dakika mesafedeki Porto Colombo limanına gittik. Liman dediysem gözünüzde büyütmeyin. Hepsi aynı boyda turuncu-mavi renklere boyanmış ufak balıkçı teknelerinin neredeyse üst üste bir arada durduğu minik bir plaj Porto Colombo. Buradan bir balıkçı teknesiyle anlaşıp dizlerimize kadar denize girdikten sonra atladık teknenin içine. 40 dakika boyunca Karayip Denizi’nin azgın sularında yol alıp epeyce ıslandıktan sonra Chuao’ya vardık. Bu arada buraya ulaşmanın başka bir yolu yok. Zamanında devlet yol yapmak istemişse de kendilerini koruma altına almış olan bölge halkı buna müsaade etmemiş.       

Yazının Devamını Oku

Gastronominin geleceğinde biz de varız!

2 Mayıs 2021
Yeme-içme dünyasının geleceğini şekillendireceği düşünülen 50 genç isim açıklandı. İçlerinde bir de Türk var: Ata Cengiz. Bravo Ata! Senin gibi gençler geleceğe dair umutlarımızı yeşertiyor...

Gastronomi dünyasında merakla beklenen ‘Gastronominin Geleceğini Yönlendirecek 50 Genç’  listesi geçen hafta açıklandı. En ünlü şeflerin danışma kurulunda olduğu, dünyanın en prestijli mutfak okullarından Basque Culinary Center ve 50 Best Restaurants işbirliğiyle hazırlanan bir liste bu...

Gastronomi dünyasındaki değerlerin kabuk değiştirmesine güzel bir örnek teşkil etti bu liste. Çünkü biliyoruz ki bu dünyada artık sadece lezzetli tabaklar konuşulmuyor. Yemek ve içecek dünyasındaki değişimin ardındaki hikâyeler araştırılıyor, tartışılıyor, ortaya çıkarılıyor ve arkalarındaki isimler onore ediliyor. İdol şefler iyi bir tabak hazırlamaktan daha öte misyonları olduğunun çoktan farkına vardılar. 

ARMUT DİBİNE DÜŞER

35 yaş altındakilerden oluşan bu liste, çalışmaları endüstri üzerinde doğrudan etkisi olanları ve gıda zincirinin her alanında çalışanları kapsıyor. Değerlendirmeler yedi kategoride yapılmış: Oyunu değiştiren üreticiler, öncü aktivistler, teknolojik çözüm üretenler, eğitimle dönüşümü tetikleyenler, inovatif bilimsel çalışmalar, ağırlama sektörüne uygulanabilir yeni fikirler ve yaratıcı fikirlerin uygulayıcıları.

Dünyanın ilk yüzde 100 sıfır atık restoranını kuran şef, çiftçiye yönelik eğitimler hazırlayanlar, üçüncü dünya ülkelerinde sektörün kadın çalışanlarının haklarını korumaya hayatını adayanlar... Liste insanın kanını kaynatıyor. İşte bu listede bir de pırıl pırıl bir Türk genci var: Ata Cengiz. 

Ata 28 yaşında, Boğaziçi İşletme mezunu. Çoğumuz adını belki ilk kez duyacak ama o, ‘Tarlamvar’ projesiyle dünyadaki gastronomi otoritelerinin dikkatini çoktan çekmiş. Okulunu bitirdikten sonra memleketi Adana’ya dönmüş. Neredeyse beş asırdır toprakla uğraşan ailesinin yanına... Ailesi bu durumdan mutsuz olmuş, hatta babaannesi bir süre kendisine küsmüş! Çünkü bu ülkede topraktan geçimini sağlamak meşakkatli iş. Oysa onlar kendine farklı bir yol çizsin diye oğullarını en iyi okullarda okutmuşlar. Ama yok, armut tabii ki dibine düşecek. İyi ki düşmüş...

HİKÂYENİN PARÇASI OLMAK...

Yazının Devamını Oku

Bahar serinliğinden Mısır’ın kızgın kumlarına...

30 Nisan 2021
Pandemi günlerinin stresini üzerinizden atmak ve 2.5 saatte rengârenk ve heyecanlı bir dünyanın içine girmek istemez misiniz? O zaman rotanızı Şarm El Şeyh olarak belirleyin. Sualtının renklerinden yemeklere, tarihten doğal güzelliklere… Kendinizi her an bir film setinde gibi hissedeceksiniz!

Mısır denince herkesin aklına piramitler, sfenksler ve yakın zamanda şatafatlı bir törenle yeni yerine taşınan Kahire Müzesi’nin meşhur mumyaları geliyor. Kahire’nin yeme-içme ve eğlence sahnesi de en az arkeolojik hazineleri kadar ilgi çekiyor. Ancak Nil’in iki yanına uzanan bu kadim toprakların sakinleri, firavunların mirasıyla yetinmeyip doğal güzelliklerini de doğru formüllerle dünya turizmine kazandırmayı bildiler. Bunun en popüler örneği Şarm El Şeyh.

Mısır’ın doğusundaki Sina Yarımadası’nın güneyini çevreleyen Kızıldeniz, zengin canlı yapısı sebebiyle dünyanın en popüler dalış noktalarından. Ancak sualtı resifleri, berrak denizi, ipeksi kumu Şarm El Şeyh’in bugünkü efsanesinin sadece çıkış noktası. Bir zamanlar küçük bir Bedevi kasabası olan, şimdilerde dünya klasmanında seçenekler sunan bir turizm beldesine dönüşün altında ülkenin 80’lerde başlattığı turizm yatırımları var. Bu turizm cenneti turkuvaz taş madenleri nedeniyle ‘Turkuvaz Ülkesi’ olarak bilinen Sina Yarımadası’nın güney ucunda.

UCUZA UÇMAK MÜMKÜN

İstanbul’dan THY veya Pegasus direkt uçuşlarıyla 2.5 saat içinde kendinizi bambaşka bir dünyada bulmanız burayı ayrıcalıklı kılan özelliklerinden. 45 yaş üstü, 17 yaş altıyla gri ve yeşil pasaporta sahip olanlardan vize talep edilmiyor. Biz, seyahate çıkmadan dört gün önce gitmeye karar verip Pegasus’tan gidiş dönüş 1.000 lira gibi yurtdışı için çok uygun fiyata biletimizi aldık. Vizeye ihtiyaç olmaması önemli bir faktördü tabii. Sadece PCR testlerimizi yaptırıp koyulduk yola. Ama yaptığımız en büyük hata hava durumuna bakmamak oldu. Orada olduğumuz dört gün boyunca yılda sadece birkaç kez olan fırtınaya denk gelmiştik.

DALGIÇLARIN DİSNEYLAND’İ

Denize giremedik, dalış yapamadık ama şehir merkezinden kalkan cam tabanlı teknelerle denize açıldık. Buraya sadece dalış amaçlı gelsek bu durum bizi çok üzerdi. Zira rengârenk balıkları ve koruma altına alınmış özel mercan resifleriyle burası dalgıçların Disneyland’i.

Yazının Devamını Oku