Bir arkadaşım, bir dönem tutturmuştu: Israrla, mütemadiyen telefon kaybetmemin ardında psikolojik nedenler olduğunu söylüyordu.
Bilinçaltımın deh dehlemesiyle telefonları orada burada unuttuğumu, çünkü esasta ondan kurtulmayı arzuladığımı iddia ediyordu.
Gerçi kendisi karşısındakinin öksürüğünün namesini bile bilinçaltına bağlayan amansız bir Freud’cudur.
Fakat şu telefon mevzuunda kendisine hak vermiyor da değilim. Ben daha ziyade göz göze muhabbet taraftarı ve mektup sevdalısı tiplerdenim.
* * *
Geçenlerde outlook express’im yani e-posta sistemim çöktü.
Kaputt. Mafiş. İptal...
Hiç okumamış olduğum bilmem kaç mesajın yanı sıra, benim için özel ve değerli, sakladığım kimi mektuplar da gitti.
Eve gidince hayatımda almış olduğum tüm mektupları gözden geçirdim.
Kimilerini okurken, metinleri baştan sona ezbere bildiğim hálde, bir kez daha ağladım.
Eski fotoğrafların bile, üzerinde kan, ter ve gözyaşı olan eski mektuplar kadar kıymetli ve dokunaklı olmadığını bir kez daha anladım.
Son zamanlarda bu mevzuya kapılmış gitmekteyim zaten.
* * *
Son günlerde Leonard Cohen’in son albümü Dear Heather’ın üçüncü şarkısı The Letters’ı herhálde onyüzmilyon defa filan dinlemişimdir.
Babaların babası Cohen’in Sharon Robinson ile birlikte yazıp söylediği şarkı, damarlarımda, nasıl desem, zehirli bir serum gibi dolaşıyor.
Bir yanıma can veriyor, bir yanımıysa yavaş yavaş öldürüyor.
Leonard mırıldanıyor:
‘You never liked to get / The letters that I sent. / But now you’ve got the gist / Of what my letters meant. / You’re reading them again, / The ones you didn’t burn. / You press them to your lips, / My pages of concern.’
Türkçe meali:
‘Sana yolladığım mektupları almayı hiç sevmezdin. Fakat şimdi mektuplarımın esasını kavradın. Yakmamış olduklarını baştan okuyorsun. Kaygılı sayfalarımı dudaklarına yapıştırıyorsun.’
Sharon cevap verir:
‘Your story was so long, / The plot was so intense. / It took you years to cross / The lines of self-defense. / The wounded forms appear: / The loss, the full extent; / And simple kindness here, / The solitude of strength.’
Yanisi:
‘Hikáyen çok uzundu. İçerikse çok hararetli, yoğun... Kendini müdafaya yönelik satırların üzerini çizmek yıllarını aldı. Yaralı üslûbunun gösterdiği: Bir kayıp; son raddede... Ve o basit şefkat: Gücün yalnızlığı... (Ya da ‘ıssızlığın kuvveti’ mi deseydik?)’
Leonard devam ediyor:
‘You walk into my room / You stand there at my desk, / Begin your letter to / The one who’s coming next.’
‘Odama giriyorsun. Masamın yanında duruyorsun. Benden sonraki kişiye mektubuna başlıyorsun.’
Nakaratı birlikte terennüm ederler:
‘I said ther’d been a flood. / I said there’s nothing left. / I hoped that you would come. / I gave you my address.’
İnsanın ciğerini delerler:
‘Bir tufan oldu demiştim. Hiçbir şey kalmadı demiştim. Gelirsin diye ümit etmiştim. Adresimi vermiştim.’
* * *
Şimdilerde yeni yıl da yaklaşıyor ya, cep telefonlarınıza ve e-mail account’larınıza meşaj üstüne meşaj yağar artık.
Sizinle birlikte bilmem kaç kişiye daha gönderilen, sizin özelinize dair hiçbir incelik içermeyen meşajlar...
En son ne zaman kalem-káğıtla yazılmış bir mektup aldığınızı hatırlıyor musunuz?
Nazım’ın Piraye’ye mektupları, Bedri Rahmi ile Eren Eyüboğlu’nun aşk mektupları...
Nesiller boyu yaşayan, ciğerden, yürekten kopmuş çığlıkları andıran mektuplar...
Bakalım bizim çağımızdan geriye ne kalacak:
Slm. Yeni yılını ktlrm. Bye. İmza: Nick’in biri...