Güleryüzlü bir şarkı (2)

İstanbul’a döndüğümden beri kiminle karşılaşsam, sanki fi tarihinden beri firari olan ben değilmişim gibi, gayet şuursuz bir pişkinlikle; ‘Yahu görüşmüyoruz, nerelerdesin?’ tonundan lafa giriyorum.

Muhabbet her seferinde aynı seyirde gelişiyor: ‘Ben buralardayım esasında. Sen pek görünmüyorsun?’

‘Doğru be... Ben yoktum hakikaten, di mi?..’

İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun evsahipliğini yaptığı ve Nebil Özgentürk’ün Güleryüzlü İzmir Şarkısı adlı belgeselinin de kısmen gösteriminin yapıldığı gecenin düzenlendiği Feriye Lokantası’nın girişinde, Haşmet’le (Babaoğlu) karşılaştık.

Haşmet, eksik olmasın erken davranıp, ‘Nerelerdesin?’ tonundan girmeme fırsat bırakmadı. Fakat tipik Haşmet olarak, yine zinciri bozdu, ezberi dağıttı.

Sarılıştık. ‘Aaa!’ dedi, ‘Sen n’apıyorsun ki burda?’

‘Döndüm ki ben İstanbul’a’ dedim, devrik devrik...

‘Hoşgeldin de...’ dedi, ‘BURADA n’apıyorsun?’

Şöyle bir bakmışım yüzüne... Sonra bir kahkaha tufanı şeklinde püskürdüm tabii: ‘Sen hadiseyi iyice köpürttün artık latan İzmirli! Hani hasbelkader İzmirli olduğumuz için biz de davetliyiz biliyor musun? Gecenize katılabilir miyim yüksek müsaadenle?..’

Aramızdaki eski bir koddur bu. Haşmet’e dair bin yıllık iddiamdır. Ona isim mi taktım, tanı mı koydum denir bilemiyorum ama kendisini yıllardır böyle çağırıyorum: ‘Latan İzmirli...’

İlkgençliğini Moda sahillerinde geçirmiş bir İstanbullu olmasına rağmen, itiraz da etmiyor yani. Bilákis, o gece yanımda konuştuğu, İzmirli olup olmadığını soran herkese -göz kenarından bakıp yamuk bir sırıtışla kendisini izlediğimi de gördüğünden- ‘Valla, arkadaşlar, latan İzmirli olduğumu söylüyor. Kararlıyım, kendime manifesto kıvamında bir hikáye yazacağım. Artık bu meseleye bir çözüm bulmanın zamanı geldi’ dedi.

İyi bari... Senelerdir beni fıtık ediyor. Hep aynı, hep aynı:

Ben, İkitelli’de kahır doldurmaktayken, Alaçatı gölgeliklerinin esintisinden bahseden yazılarını okuyup, yine arabaya atlayıp, basıp Çeşme ya da İzmir’e gitmiş olduğunu öğreniyor, haset içinde diş gıcırdatıyor ve ona tehdit telefonları açıyorum.

Adam ölümüne susamış olsa gerek ki aradan bir ay bile geçmeden, akşamlardan bir akşam vakti telefonuma bu kez; ‘İnanmayacaksın, şaka gibi ama şu anda Karşıyaka Parkı’nda piknik gibi bir şey yapıyoruz’ diye mesaj atıyor.

Kafayı yemek işten değil...

Barkovizyondan Nebil’in filmi gösterilmeye başladığında,
daha döneli şunun şurasında kaç gün olmuş, buna rağmen burnumun direği sızladı hasretten..

Önümüzdeki her 9 Eylül’de çıkarıp çıkarıp tekrar yayınlanacağını tahmin ediyorum ama umarım, belgeselin bütününü izleyebilmek için illá ki 9 Eylül’ü filan beklememiz de gerekmez.

Şu anda, elimde 2015’te EXPO’nun evsahipliğini yapmayı hedefleyen İzmir’in Büyükşehir Belediyesi’nin projelerini anlatan kitapçık var. Geçtiğimiz aylarda Universiade’ın şahane bir şekilde altından kalkan İzmir için gayet ayakları yere basan bir gayedir derim... Tarih geleceğin teminatıysa eğer, neden olmasın hemşerim?

Malûm, İzmir Enternasyonal Fuarı, önümüzdeki eylülde, kapılarını 75. kez açacak. Ki, projelerin anlatıldığı dosyayı incelerken gördüğüm, şahsen gülmekten yarılmama neden olan zarafet belgesi de yine, Belediye’nin her şeye ne kadar hazırlıklı olduğunun delili:

1-10 Eylül 2006’da düzenlenecek 75. İzmir Enternasyonal Fuarı için davetiye çıktı dosyadan iyi mi!!! LCV’li me-ce-ve’li...

Ben telefon konusunda kendime pek güvenmediğim için şimdiden buradan cevabımı vereyim: Elbette icabet edeceğiz efendim... Dedim ya, şimdiden İzmir’i özledim...
Yazarın Tüm Yazıları