"Sana kalsa üniversite sınavına gireceğin gün de uyuyacaktın. Allah’tan o zamanlar elimizin altındaydın da orandan burandan çekiştirip sürükleyebiliyorduk. Hapse gir de gör gününü..."
Cevap vermeye takatım yok; "Hö? Ne? Sınava mı geciktim? Bu yetişkinlikte görülen o kábuslardan mı?" filan şeklinde geveliyorum.
Neden sonra doğumgünüm olduğu için insafa geldi. Geldi gelmesine de... Hayatımda böyle öfkeli bir doğumgünü tebriği aldığımı hatırlamıyorum.
"Hadi bebeğim sağlıklı, mutlu, aklı başında, sevgi dolu bir yıl olsun" filan diyor ya, tonlamasına bakacak olursanız, sanki mahkeme kapısında "Akıllı ol akıllııı!" şeklinde çemkiriyor.
Bir şekilde kendimi yataktan kazıdım, duşumu aldım, yola döküldüm.
Bağcılar dediğiniz, hani il olsa hakkıdır, sınırından merkezine bir dünya yol, git git bitmiyor.
Öğlen tatilinden önce, ifade verecek son kişi olarak içeri girdim ki ne göreyim?
Soner’le (Yalçın) bu hafta içinde görüşmek üzere sözleşmiştik, kendileriyle mahkemenin sanık kafesindebuluşmak üzere randevulaşmışız meğer; haberimiz yokmuş.
Ben içeri girip onu öyle görünce gülme tuttu. Bastırmak için şekilden şekile giriyorum. Onun bana ensesi dönük olduğu için varlığımdan bihaber.
Onun davanın tanığı dinlendikten ve Soner azledildikten sonra, arkasını döndü; "Metroseksüel gördüm seni?" diye fısıldadım. Adamla ne kadar uzun süredir görüşmediğimizin payını saçlardan biçtim. Ben bıraktığımda iki numara falandı, şimdi maşallah, atkuyruğu Alinur Velidedeoğlu’na basar...
Ta 14 yıl önce yazdığı kitaptan yargılanıyor. "Basıldığı tarihin önemi yok şekerim" dedi; "geç okumuş abi n’apalım, okudukça açıyorlar, okudukça açıyorlar..."
Sonunda hadiseyi, "E bunu saymayalım, biz yine dışarda da bi’ buluşalım" tadında bağladık.
O kalktı sanık sandalyesinden, ben oturdum. İbrahim Tatlıses’inavukatı hanımefendi, 180 cm boylarında, Demet Akalın saçlı, manken edalı bir hanımefendi. Kendileri, İbo Bey yani, avukat seçerken bile estetik kaygılar güden, kadından anlayan biri anlayacağınız... Baktım baktım, takdir edesim geldi.
Hanımefendi şikayetçi olduklarını beyan ettiler. Ben savunmamı sundum. Ve ayıptır söylemesi, beraat ettim.
Karar açıklandıktan sonra, dağılırken; "Bu bir suç duyurusudur" başlıklı bir yazıdan dolayı hakkımda dava açılması da ziyadesiyle ironik, değil mi?" demiş bulundum.
Hakim Bey, son derece haklı bir noktaya parmak basarak; "Demek ki ne yapmıyormuşuz? Öyle durup durup suç duyurusunda bulunmuyor, mahkemeleri meşgûl etmiyormuşuz" dedi. Cümleten gülerek hemfikir olduk.
Fakat gelin de bunu o davaları açanlara anlatın.
Yine de bu aralar yarı yarıya su ihtiva eden bardağın dolu kısmını görmeyi bir yana bırakın, boş bir bardağa bakıp da "Dolu bu canım, bir damla daha olsa, vallahi taşacak" demecesine, eblehçesine iyimser bir tavır sergileme gayretindeyim. (Muhtemelen hayata geçirilemeyecek 35 yaş kararları no. bilmemkaç: Kasvet, kasvet nereye kadar; bundan böyle karamsar sulara yelken açılmayacak; hayatın güzel yanları da bulunduğu gerçeği bünyeye, telkin telkin üzerine, dayatılacak.) Bakınız, işte, hayat şirin sürprizlere gebe olabiliyor nitekim. Kim derdi ki, bu güzide yaşımın en güzel doğumgünü hediyesini İbrahim Tatlıses’ten alacağım?
Söylemiş miydim? Beraat...
Mahkemeden çıktım, gazeteye doğru gelirken, hadi bari günün şerefine şansımı zorlayayım dedim ve ağzıma, içinden mani çıkan fallı sakızlardan bir adet attım.
Ne çıksa beğenirsiniz? "Yıkıldı, değişti fikir / Gün geldi döndü devir / Yolda kısmet arama / Yárin internettedir."
Hö? Maniye gel...
Pes diyorum başka bir şey demiyorum. Devir, harbiden değişti. E háliyle Çapa da değişti. Hayatımda o topa girmişliğim yoktur; MSN olayına da mı gireceğiz yani şimdi?
Yok, yani o kadar da değil... Aşar beni... 50 yaş kararlarında bir daha düşünürüz...