Televizyon kuşağı çocuğuyuz ya, çocukluğumun favori çizgi dizilerinden birinin Heidi olmasından kalma bir travma diyelim: Benim için mutluluğun resmi, Heidi’nin Apler’in yamacındaki iki katlı kulübelerinin çatısına konuşlandırılmış odasındaki samandan yatağında zıplayıp, dışarıdaki misler gibi olduğunu tahmin ettiğimiz havayı koklayıp, ağzı kulaklarında gülücüğünü ve elma yanaklarını da yanına alıp, lomboza benzeyen pencereden bulutların üzerine zıpladığı sahnedir.
Travma derken, boş konuşmuyorum. Cinsellik formatımın da Şeker Kız Candy ile belirlendiğini düşünün ki, şu garip sapkın ruhumun bir mazereti olduğunu anlayın yani! Yeğeniyle bile aşka düşen (Enseste gel! Benim de çocukluk aşklarını aşktan sayarsanız, ilk aşkım teyzemin oğluydu!) Candy, bir bölümde donma tehlikesi atlatıp havale geçiren manitalarından biriyle (Onda manita çoktu málûm! Şahsi favorim Archer’dır, ayrı...) çırılçıplak soyunarak örtülerin altında yekvücüt kıvamında sarmaş dolmaş oluyordu. Elemanlar birbirine platonik açıdan yeşillenen tiplerdi. Çıplak sarılma fikri, sağlık maksatlı bir hamleydi ya, bir nev’i sevişme yerine geçerdi. İçim gıcıklanmıştı, yemin ederim. O günden bugüne kaç tane porno izledim, böyle hissettiğimi hatırlamıyorum. (Hoş, porno dediğiniz zaten komedi niyetine izlenir; en azından bendeniz öyle bakarım, o da ayrı...) (Muharrire kendine kızar: Parantezlere gelesin e mi!) (Muharirre, pişkince yanıtlar: E!)
30’a yakın sene sonra idrak etmek nasip oldu ki Heidi’nin metabolizması bir tuhaf işliyor. O esasında bir kutup ayısı... Aksi takdirde, olsa olsa, mazoist bir ruh hastası!
HEIDI ASLINDA BİR KUTUP AYISI
Gümüşsuyu’nda, sabahın 03.00’ünde, otomobilin girmesi mümkün olmadığı için uzunca yokuşu yürüyerek eve ulaşmaya çalışıyorum. Allah’ım bu nasıl bir güzellik!
Ayın ve sokak lambaların ışığını yansıtan kar sağolsun, ortalık apaydınlık; mübarek öğle ortası...
O saatlerde ortalıkta bir Allah’ın kulu olmadığı için ayak basılmamış bákir kar, bilek değil, diz boyu...
Ayağımdaki Cat botlara, yün çoraplara, kalın fitilli pantolona ve uzun paltoya rağmen ve uzunca dedim ama arabadan indiğim yerle ev arası kısa da sayılabilir bir mesafe olmasına karşın, bata çıka neredeyse 20 dakika süren yürüyüşte, donma tehlikesi geçirdim diyebilirim.
(Şeker Kız Candy kadar şanslı olmadığımdan, evde bekleyen bir manita da olmadığı için, gece ancak kendime sarılabilerek uyuyabilirim.)
Düşünün ki manyak Heidi, karlı Alpler’in bulutlarına, bir de yalınayak zıplıyor! Kızın zaten büyük şehirdeki mutsuz günlerine kadar ayağına ayakkabı geçirdiğine pek şahit olmuşluğumuz da yok. Arada bir okula mokula giderken, zaruretten, o tahta ayakkabılarını geçirirdi ayağına, o kadar...
Annem, Heidi’ye duacıdır. Onun dedesinin, o koca kazanda karıştıra karıştıra yaptığı peynirlere, pişirdiği pofuduk ekmeklere ve Peter’in keçilerin altına yatıp direkt memeden ağzına sıktığı keçi sütlerine aş ermekten, ağzında lokmayla yatıp aynı lokmayla uyanan, kesinlikle yemek yemeyen bir çocuk olmama rağmen (Acısı sonra çıktı gerçi, iştah bir açıldı pir açıldı, obezin önde gideni olduk!) kahvaltılara mırın kırın da olsa, yüz verir olmuştum.
ÇOCUK BEZİ REKLAMLARI KİMLER İÇİNDİR
Fakat bir yandan da Heidi yüzünden, "soğuk bize komaz" edebiyatına yazılmanın, karlı günde duş alıp saçımı kurutmadan sokağa çıkmanın, yaz-kış demeden yalınayak dolaşmanın, fırtınada yaka-bağır açık takılmanın bedellerini ödüyorum. Eskiden hakikaten pek dokunmazdı ama yaş aldıkça bünye kaldırmıyor maalesef. 35’e dayandığım şu dönemlerde, Heidi’yi pek de muhabbetle anmıyorum.
Leş gibi hasta düştüm yine. Bünyeyi parasetamol manyağı yaptım, bana mısın demiyor. Sabahları saatin alarmına ihtiyaç duymuyorum çünkü zavallı gözlerim sabaha, öksürük de değil, hapşırık nöbetiyle açılıyor. Ulan Heidi, yaşsız Heidi, adi Heidi; senin tuzun kuru tabii...
Heidi beni neden andı bilmem... Belki birkaç gündür Davos’la yatıp Davos’la kalktığımızdandır. Heidi, málûmunuz, İsviçre’nin gelmiş geçmiş en büyük şöhreti.
Yine de esas nedenin başka bir şey olduğuna dair şüphelerim var. Zihnimin karanlık dehlizlerinde (!) ara tara vardığım sonuç şu ki: İllet ötesi çocuk bezi reklamları yüzünden, Heidi’yi ve Candy’yi daha sık düşünüyorum bu aralar.
Lafı uzatmadan sorayım: Bebek bezi reklamlarının hedef kitlesi kimlerdir?
Çocuklar mı, ebeveynler mi, pedofiller mi?
Nedir bunların durumu abi?
Manken podyumlarında poposuna bağ bağlanmış Çağla Şikel gibi salınan manken bebekler...
Birbirinin poposunu öpen, kutu bebeği güzelliğinde, şirinden öte "güzel" bebekler...
Yatak odası müziği eşliğinde randevusuna hazırlanan janti ve koket bebekler...
Reklamda ürünü seksapelle pazarlamanın yaşı, 9-10 aylıklara kadar düşmüş vaziyette, iyi mi...
ÇOCUĞUM BÜYÜSÜN DE MANKEN OLSUN
Öyle konservatif tondan etik metik geveleyecek değilim. Aklım ermiyor ve çirkin geliyor, o kadar.
Mesele gönül çelmekse, "şirin" değil, "güzel" de değil.
O yaşa bu pozlar bol geliyor. Anasının babasının ayakkabısını giymiş gibi, gülünç kaçıyor. Şık durmuyor. Yakışmıyor.
Ayrıca burada hakikaten, kimin gönlü çelinmeye çalışılıyor?
"Kızımın/oğlumun kıçını bunla bağlayıp uğur yapayım, belki büyüyünce Gizem Özdilli, Ebru Destan, Ayşe Hatun Önal, Soner Arıca filan olur; mankenliği bırakınca da albüm çıkarır; paraya para demez, kocadığımızda bize cillop gibi bakar" diye düşünen ana-babaların mı?
Reklamdaki çocuğa ya da kıza aşık olup; "Anne bana bu bezleyden al. Ben de böyle eyotik biy şıklık içinde olayım, piyasam aytay" diyecek çocukların mı?
O bezleri satın alıp evde şişme bebek muamelesi çekecek pedofillerin mi?
Olay nedir, hedef kitle kimdir yani?
Saçmaladığımı mı düşünüyorsunuz? "Heidi’den kalkıp, travmadan yürüyüp, çocuk bezlerine varmak nasıl bir salağın halt etmesi olabilir?" diye mi soruyorsunuz?
Bana sormayın valla. Yanıt da böylesine deli zırvası olacaktır.
Parasetamolden, parasetamolden... Beyin genelde de meydan saati gibi tıkır tıkır çalışmaz ya, bu aralar hepten düğüm...
Bir an önce toparlamazsam, siz beni bir de haftaya görün...