Ey sevgili ulu ve de áli kari; genelde e-postaları, cevaben yazılmış e-postalarla yanıtlamaya ya da derdimi açtığın telefonlarda derdimi anlatmaya çalışıyorum ama bazı mevzularda öyle takıntılı bir tabiatın var ki...
İnat etmek faydasız; başa çıkamayacağım muhakkak. Dolayısıyla..:
İMZA KLİŞESİNDE YER ALAN RESİM konusunda..:
Hakikaten bayılacağım şu resim mevzuundan. Pes demek isterim Muzaffer’ciğim (Sağlam); öyle bir fotoğraf çekmişsin ki benim de ondan çekeceğim varmış!
Yılbaşı gecesinden beri outlook express’in check-list’i, ‘Seni yılbaşı gecesi NTV’de, 2004’ün En Acayip Şeyleri programında gördüm. Fotoğrafına hiç benzemiyorsun, niye çocukluğundan kalma fotoğrafını kullanıyorsun?’ mealinde ilerleyen mektuplarla bombalanıyor.
Teker teker mektupları yanıtlamaya gayret ettim. Sustum sustum, bu konuyu burada açmamak adına elimden geldiğince kendimi tuttum ama el insaf, şubat geldi geçmekte, hálá mı yahu?!.
Arkadaşlar, şu fotoğraf işini daha önce de dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
Birincisi, öyle çocukluğumdan kalma bir şey değildir, 2001’de çekilmiştir.
Fotoğraf çektirmektense dişini çektirmeyi yeğleyen bir tip olduğumu bilen Muzo’nun uzuuun telkin mesaisi neticesinde beni rahatlatarak, ne olduğunu bile anlamama fırsat tanımayarak çektiği, objektife ne hikmetse öyle insan gibi bakmamı sağlayabildiği karelerdir.
Yoksa benim burnuma bir kamera dayayın, kanlısını görmüş kabadayı rolündeki Kadir İnanır ile habire gözlerini kaçıran mahçup Kezban rolündeki Hülya Koçyiğit kırması bir şeye dönüşürüm.
Televizyona gelince...
Hayatımda ilk kez TV’ye TRT’de bir canlı yayında çıkmıştım. 96’da filan... Programdan sonra birçok tebrik telefonu almıştım. Hepsi de aşağı yukarı aynı şeyi söylüyorlardı:
‘Kızım millet sana bayılmıştır. Herkes sayende ‘Bu iki lafı bir araya getiremeyen salak bile şu hayatta bir halt olmuşsa biz hayda hayda oluruz’ hesabına kendisini çok iyi hissetmiştir. Sen artık bu ülkede umudun yeni sembolüsün!’
‘Madem kendini biliyorsun, niye TV’ye çıkıyorsun?’ diyeceksiniz.
Valla elimden geldiği kadar kaçıyorum ama bir yer geliyor, teslim oluyorsunuz.
Kıramayacağınız insanlar tarafından ikna ediliyorsunuz, eğlenceli bir muhabbetin dolmuşuna biniyorsunuz ve saire...
İnsanlık háli; bir tufadır, geliyorsunuz işte...
Kaldı ki ben kamerayı sevmiyorsam, o benden nefret eder.
Zaten bu aralar yine kısacık bir sürede üzerime 12 kilo kadar koyduğum bir dönemdeyim; eh, üzerine bir de ekranın eklediği 10 küsur kiloyu sayın.
NTV’deki arkadaşlara; ‘Ben de Seda Sayan’ın, Hülya Avşar’ın kullandığı, ‘boyuna çizgili’ filtrelerden isterim’ diye tutturdum (!) ama niyeyse kaale almadılar.
Yani özellikle TV ekranında şahane bir seyirlik olmadığım konusunda sizinle kesinlikle hemfikirim.
Gelin görün ki bundan sonra bir daha aynı tufaya gelmeyeceğim konusunda da kimseye, en başta da kendime, söz de veremem.
Zira zaten daha önceleri bu konuda tövbe etmişliğim var. Bir tövbe ki defalarca bozdum.
Fakat bir tek şeyi kesinlikle anlamıyorum. Şu fotoğrafa niye bu kadar takılıyorsunuz?
Mesela aynı soruyu Emin Çölaşan ya da Reha Muhtar’ın burnuna da dayıyor musunuz?
Biz arka sayfa güzeli değiliz ki kardeşim? Niye fotoğrafla ve kılımın tüyümün rengiyle bu kadar ilgileniyorsunuz?
O fotoğrafın altında ne yazdığı konusunda varsa bir itirazınız alalım.
Altı üstü bir vesika boyu kelledir. Biz sizin fotoğraf albümlerinizi kurcalayıp, her háliniz birbirinin tıpıtıpına aynı değil diye sizi ihanetle, sahtekárlıkla suçluyor muyuz?