17 Kasım 2003
Amerika'da yapılan son araştırmaya göre sokakta kalbi duranın hayatta kalma şansını artıran en önemli unsur, anında yapılan kalp masajı ve otomatik defibrilatör denilen elektroşok müdahalesi. Bunun için halka açık yerlere defibrilatör cihazı konulması ve bunları kullanacak gönüllülerin eğitilmesine başlandı. HER gün pek çok insan aniden gelen kalp krizlerinin kurbanı oluyor. Oysa bunların en azından bir kısmı, geri döndürülebilecek yaşamlar. Tek eksik ise anında müdahale edecek kişi ve ekipman eksikliği. Kalp krizinin en önemli özelliği, ani olması ve her yerde, her an insanı yakalayabilmesi. Ufak tefek belirtileri olabilen bu öldürücü krizler çoğu zaman hiçbir belirti vermeden de gelebiliyor. Bu ani gelen krizlerin öldürücü olmasını engelleyen en önemli şey ise birkaç dakika içinde ve doğru cihazla yapılan müdehale oluyor. Kalp krizi geçiren kişileri hayata döndürebilen otomatik defibrilatör cihazı, Kemal Sunal'ın ölümüyle uzun süre gündemdeki yerini korumuştu. Uzun süre, eğer uçakta defibrilatör bulunsaydı Sunal'ın belki de hayata dönmüş olacağı konuşuldu, tartışıldı. Geçtiğimiz günlerde Amerika'dan gelen bir araştırmanın sonucu, adeta bu iddiayı doğrular cinsten. Bu araştırmaya göre halka açık yerlere konulan defibrilatör cihazları, eğitilmiş kişiler tarafından kullanıldığında, kalp krizine bağlı ani kalp durmalarında hayata dönenlerin sayısı artıyor.
Kişilerin kalp krizi ve buna bağlı olarak gelişen kalp durması sırasında tıbbi donanımlı bir merkezde bulunma şansları oldukça düşük. İşte bu nedenle halka açık yerlerde kalp durmalarında ilk müdahalede büyük önem taşıyan defibrilatör cihazlarının bulunması büyük önem taşıyor. Defibrilatör kalp kası zayıflaması, kapak bozukluğu ve damar tıkanması gibi nedenlerle, kalp dokusundaki bozulan elektrisel ahengi düzenleyen ve kalbi tekrar çalıştıran bir alet. Derleyen: Ömür GEDİK
SORULAR SORUNLAR
HER İLAÇ BÖBREĞİ BOZMAZ
İlaçların üç günden fazla alınması halinde böbrekleri bozduğunu biliyoruz. Ancak, bir çok hastalıkların tedavisinde bazı ilaçların devamlı olarak kullanılmasında zaruret olmaktadır. Bu ahvalde, böbrekleri bozmamak için ilaç almazsak, hastalık nasıl tedavi olacak...
B.EMEL/İSTANBUL
Sizin mektubunuz da halkımızın sağlık bilgisinin önemli kısmını, kulaktan dolma, yalan yanlış bilgilerin oluşturduğunu gösteriyor. Bazı ilaçların böbrek için zararlı olabileceği doğrudur. Ancak bunu ‘‘Her ilaç zararlıdır‘‘ şeklinde yorumlamak yanlıştır. İkinci konu, ilaçların üç günden daha fazla kullanılmaması. Bu da yanlış. Bazı ilaçların ömür boyunca kullanılması gerekir. Bu denli uzun süreli kullanılan ilaçların dozları ve yapıları, sadece uzun süre kullanmaya bağlı olarak yan etki göstermesini önleyecek niteliktedir. Sizin ilaçlarınız da ömür boyu kullanılabilecekler arasındadır. Zaman zaman olan kanlı idrar şikayetiniz, prostat ve gut hastalıklarının belirtileri arasında olabilir.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2003
Ülkemizde de bir numaralı ölüm nedeni olan kalp krizlerini önlemek yolunda önemli gelişmeler kaydediliyor. Yakın zamana kadar yapılan tüm tedaviler damarlardaki daralmanın artmasını önlemeyi amaçlıyordu, oysa Amerika'nın önde gelen sağlık kuruluşlarından The Cleveland Clinic'de, yeni bir ilaçla ilgili yapılan bir araştırma, tıkalı damarların ameliyata gerek kalmadan açılması yönünde büyük umutlar getiriyor. İki arkadaşıyla birlikte bu araştırmayı yapan Prof. Dr. Murat Tuzcu, bu mucize tedavi hakkında sorularımızı cevaplandırdı.
Kalp krizi neden olur?
- Kalp kasının yaşaması için gerekli kanı götüren koroner damarlardan biri ya da bir dalı, damar sertliği (ateroskleroz) sonucu daralınca ortaya çıkan, tıpta 'iskemi' dediğimiz yetersiz kan akımı, damarın beslediği bölgenin zayıflamasına, hatta ölmesine (infarktus) yol açar. Tüm araştırmalar Türkiye'de de en önde gelen ölüm nedeni olan kalp damar hastalıklarının (koroner kalp hastalığı) oluşumunda kolesterolün çok önemli rol oynadığını göstermiştir.
Kolesterolün çeşitleri var mıdır?
- Kolesterolün iki önemli çeşidi vardır: Bir tanesi, 'LDL kolesterol' veya 'kötü kolesterol' dediğimiz türdür. LDL kolesterol, damar duvarlarının içine girerek damarı daraltıp tıkayıcı birikintileri (plak) oluşturur. LDL kolesterol ne kadar yüksekse, plak yapma olasılığı o kadar artar. HDL kolesterol (iyi kolesterol) ise damarın içine girmiş yağ birikintilerini temizlemekle görevlidir. Onun için HDL ne kadar yüksekse, ötekinin yaptığı kötülüğü azaltma şansınız var. Ne yazık ki Türk halkında ortalama HDL düzeyleri, Batı ülkelerindekilere göre yüzde 10 ila 20 oranında düşük. LDL yüksek bile olsa, eğer HDL yüksekse, kalp krizi riskiniz çok da yüksek değil. Ama HDL, 20'ler gibi düşük rakamlarda ise, LDL düşük bile olsa kalp krizi riski yükseliyor.
Geliştirdiğiniz ilaç nasıl etkiliyor?
- 25 yıl önce, İtalyan bilim adamları Milano yakınında bir köyde yaşayan 40 kişinin HDL kolesterol düzeylerinin tehlikeli düzeyde düşük olmasına rağmen kalp damar hastalıklarına pek de sık yakalanmadıklarını gözlemlemiş. Bu insanların kanı incelendiğinde, HDL kolesterollerinin normalden farklı olduğunu, bunun da genetik bir değişikliğe bağlı olduğunu saptamışlar. Bu HDL molekülüne Apo A-1 Milano adı verildi. Çok verimli ve etkin olan bu HDL kolesterol molekülleri az düzeyde olsalar da işlerini fevkaláde iyi yapıyorlar. Bunu gören bilim adamları, HDL molekülünü sentetik olarak ürettiler. Hayvanlara verilen Apo A-1 Milano'nun, damar sertliğini durduduğu, hatta gerilettiği gösterildi. Bu ilk verilerden sonra ilacın insanlardaki etkisini görmek için ben ve arkadaşlarım iki yıl önce bir araştırma başlattık. 47 hastadan 36'sına beş hafta süreyle haftada bir kere damardan Apo A-1 Milano verdik. 11 kişiye ise karşılaştırma amaçlı olarak etkisiz ilaç (plasebo) verdik. Başlangıçtan altı hafta sonra ultrason işlemini tekrarladık. Tedaviden önce ve sonra aldığımız görüntüleri karşılaştırdığımızda, boş serum verdiğimiz hastaların plak hacminde bu kısa sürede bir değişiklik olmadığını ama Apo A-1 Milano verdiğimiz hastalarda plak hacminde gerileme başladığını gördük.
Bu buluşun önemi nedir?
- Bu araştırmanın sonuçları bir kaç açıdan çok önemli. Şimdiye kadar damar sertliğinin geriletilebileceği konusunda şüphelerimiz vardı. Bu çalışma damar sertliğinin geriletebileceğini açıkça ortaya koydu. Ayrıca, bugüne kadar aterosklerozun yıllar, hatta on yıllar süresince oluştuğu ve ilerlemesinin durdurulmasının da yıllar aldığı düşüncesindeydik. Bu çalışma gösterdi ki, damar sertliğini altı hafta gibi kısa bir zamanda değil durdurmak, geriletmek bile mümkün. En önemli nokta ise HDL kolesterol faaliyetini arttırarak damar sertliğini gerileteceğimizi göstermek oldu.
Mevcut ilaçlardan farkı ne?
- Bugün elimizde damar sertliği ve bunun sonucu olan koroner kalp hastalıklarıyla savaşmakta kullandığımız çok etkin ilaçlar var. Bunların başında LDL kolesterolü düşüren statin grubu ilaçlar var. Bu ilaçlar kalp krizlerini, kalpten ölümleri, anjiyoplasti ve bypas ameliyatı gereksinimini azaltmış olsa da hálá bir çok hastanın bu sorunlarla mücadele ettiği bir gerçek. O halde ek yeni ilaçlara gereksinmemiz var. İşte Apo A-1 Milano bu arayışın bir ürünü. Bu ilaç tam olarak geliştirildiğinde, özellikle HDL kolesterolü düşük kişilerde büyük yarar sağlayacağını düşünüyorum.
İlaç piyasaya ne zaman çıkacak?
- Bu buluş çok önemli olsa da yalnız 47 hasta üzerinde yapılmış bir çalışma. Bizim bulduğumuz sonuçların binlerce insandan oluşan bir hasta grubunda teyit edilmesi gerekiyor. Ancak böyle bir çalışmadan sonra Apo A-1 Milano'nun ilaç olarak piyasaya sürülmesi söz konusu olabilir. Bu da en az 3-4 yıllık bir çalışma süresini gerektirmektedir.
Sağlığı korumak çok önemli değil mi?
- Bu konu çok önemli. Koroner kalp hastalıklarının nedenlerini ve nasıl korunacağımızı oldukça iyi biliyoruz. Sağlıklı kalmada en önemli unsur ilaç tedavisi değil, sağlıklı yaşam tarzı.
HAFTANIN KİTABI
Ülkemizde sağlık hizmetinin kalitesi giderek artsa da, hasta-hekim iletişiminde kayda değer bir iyileşme olduğundan söz etmek pek mümkün değil. Hekim hastayı, hasta da hekimi anlayamıyorsa, bu ilişkiden tam sağlıklı bir sonuç çıkması beklenemez.
Prof. Dr. Ahmet Dinççağ, yazdığı 'Sevgili Doktorum Anla Beni' isimli kitapta, hasta-hekim iletişimini tüm ayrıntılarıyla ele alıp sorunların çözümleri konusunda çareler öneriyor. Hekimler kadar hekimlerle iletişim kurmak zorunda olan herkesin bu kitabı okumasında yarar var.
Not: Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2003
Sağlığına özen göstermeye çalışan herkesin yakından tanıdığı bir madde kolesterol. Geçtiğimiz hafta açıklanan iki yeni araştırma kolesterol hakkında bilmediğimiz gerçekleri su yüzüne çıkardı. KOLESTEROLÜN yararlı (HDL) ve zararlı (LDL) olmak üzere iki tipi var. Aslında kolesterol bazı vücut fonksiyonları için ihtiyaç duyulan, kan ile taşınan mum kıvamında yağımsı bir madde. Kandaki zararlı kolesterolün (LDL) yükselmesi, bazı damarların iç yüzeylerinde birikerek damarların yavaş yavaş tıkanmasına neden oluyor. Kolesterol miktarının artması, damarları tıkayarak kalp krizi riskin i önemli ölçüde artırıyor. Bu nedenle her yetişkin insanın belli aralıklarla kolesterol seviyisine baktırması gerek. Kolesterol konusundaki son iki çalışma ve sonuçları şöyle:
İRİ TANELİ KOLESTEROL
Kolesterol taneciklerinin büyüklüklerinde rol oynayan bir genin insan ömrünün uzunluğunu etkileyebileceği açıklandı. Amerikan Tıp Birliği Dergisi'nde yayımlanan çalışma, Dr. Nir Barzilai ve arkadaşlarına ait. Uzun yaşayan insanlarda yaşa bağlı hastalıkların oluşumunun geciktiği gerçeğinden yola çıkan araştırmacılar, bunu etkileyen biyolojik faktörleri incelemeye aldılar. Yaş ortalaması 98.2 olan 213 kişi ve bunların yaş ortalaması 68.3 olan 216 çocuğu üzerinde inceleme yapıldı. Araştırma sonunra uzun yaşayan grubun çocuklarındaki yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) ve düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) taneciklerinin boyutları diğer iki kontrol grubuna oranla çok daha büyüktü. Lipoproteinlerin boyutları genlerle bir sonraki nesle geçiyordu ve tanecikler ne kadar iri olursa insan ömrü o kadar uzuyordu.
KRİZ İÇİN APO-B TESTİ
Kolesterol konulu ikinci araştırmanın konusu ise kolesterol seviyesini ölçen testlere odaklandı. Kalp krizi riskini anlamak için şimdiye kadar damarlara yapışarak onları daraltan ve kalp krizine yol açan kötü kolesterola (LDL) bakılması gerektiğini biliyorduk.
Oysa yeni yapılan bir araştırma kolesterolün parçası olan apoB'un (apoliproprotein B) LDL'den daha önemli bir belirleyici olduğunu ortaya koydu. Teksas Sağlık Bilim Merkezi Üniversitesi profesörlerinden Dr. Steve Haffner, bu araştırmayı etnik çeşitliliği olan 1522 kişi üzerinde yaptı. LDL düzeyleri normal, apoB düzeyi yüksek olan hastaların karın bölgesinde obezite, yüksek insülin seviyesi ve pıhtı riskleri, yüksek LDL ve normal apoB seviyesine sahip olanlara göre daha çok. Görünen o ki bu son çalışmanın ardından kolesterolü ölçmek için yapılan LDL testleri çok daha detaylandırılarak hastaların apoB düzeylerine de bakılmaya başlayacak. Şu anda Amerikan Kalp Birliği apoB testini mutlaka bakılması gereken testler arasında önermese de, bu yeni araştırmanın ışığı altında yakında bir değişiklik yapılacağı tahmin ediliyor. Kanada, bundan iki yıl önce apoB testini ulusal programına dahil etmişti.
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2003
İnme riski taşıyan hastalarda yaklaşık 50 yıldır kullanılan kumadin, düzenli kan testleri ile birlikte uygulandığında hayat kurtarıyor. Yanlış kulanımda tehlikeli kanamalara yol açabilen bu ilacın doz ayarı çok önemli. Kumadin kullanırken yiyeceklere ve alınan diğer ilaçlara özel olarak dikkat etmek gerekiyor.
KALP problemleri olan ya da ortopedi ameliyatı gibi ciddi bir ameliyat geçirmiş pek çok kişi kumadinin (Coumadin) kullanımının ne kadar gerekli ve bir o kadar da zor olduğunu gayet iyi bilir. Peki kaç kişi bu ilacın bir zamanlar fare zehiri olarak kullanıldığını biliyor? İlacın kullanımı süresince kan değerlerini yakından takip etmenin neden bu kadar önemli olduğunu anlayabilmek için kumadinin, bir diğer adıyla warfarinin geçmişine şöyle bir bakmak gerekiyor. Warfarin ilk olarak Wisconsin Üniversitesi'nde fare zehiri olarak geliştirilmişti. Prof. Karl Paul Link, ineklerin çürümüş şeker yoncası yedikten sonra neden kanama geçirerek öldüklerini araştırırken, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bu maddeyi bulmuştu. Prof. Link, daha sonra bundan bir fare zehiri geliştirdi ve araştırmalara maddi destek veren Wisconsin Mezunları Araştırma Vakfı (Wisconsin Alumni Research Foundation-WARF)'dan yola çıkarak warfarin adını verdi. Vakıf 1948 yılında warfarinin patentini aldı.
Warfarinin kan inceltici olarak ilk kullanılışı 50'lerde oldu. Günümüzde warfarin, kumadin adı altında satılıyor. İnme, kalp problemleri ve bazı ameliyatlardan sonra kan inceltici olarak veriliyor. Ancak, bu ilacın kullanımı, herhangi bir başka ilaçtan çok daha dikkat ve yakın takip gerektiriyor.
K vitamini normalde kanın pıhtılaşmasına neden olan bir vitamin. İşte bu nedenle K vitaminin fazla alınması kumadinin etkisini azaltıyor. Kumadin kullanan hastaların bazı yiyeceklerin tüketiminde dikkatli olmaları gerekiyor:
Pazı, lahana, maydanoz (yemeklerde ancak süsleme olarak yenebilir) tüketmemeye özen gösterin.
Ispanak, semizotu, şalgam ya da brokoli yiyecekseniz miktarı kısıtlayın. Bunlardan her gün çiğ olarak bir tabak ya da pişmiş olarak yarım tabak yiyebilirsiniz.
Meyve, tahıl ve süt ürünlerindeki K vitamini miktarı düşük. Bunların tüketeminde bir sakınca yok. Ancak sebze yeme alışkanlıklarınızda yapacağınız değişiklikleri ya da kilo vermek için yapacağınız diyeti mutlaka doktorunuza bildirmeniz gerekiyor.
Kanınızın pıhtılaşmasını önleyecek sarmısak, zencefil, gingko biloba ve ginseng katkılarından almayın.
Alınması gereken günlük miktarı aşan vitamin takviyelerini kesin.
Fazla alkol almaktan kaçının.
Derleyen: Ömür GEDİK
AMAN DİKKAT
Kumadin alırken yapılan takiplerdeki aksamalar ölüme varan sonuçlar doğurabiliyor. En önemli tedbir hiç kuşkusuz doktor takibinde olmak ve testleri düzenli olarak yaptırmak. Kumadin kullanan hastaların kendi kendilerini de sürekli kontrol etmesi de gerekiyor. Hemen doktoru aramayı gerektiren durumlar şöyle:
Ateş, kusma, ishal, enfeksiyon
Ağrı, şişkinlik, huzursuzluk
Başağrısı, baygınlık
Uzayan kanamalar(burun ve adet kanamaları gibi)
Kırmızı ya da koyu kahverengi idrar
Gebe kalma ihtimali ya da isteği
Yeni bir ilaca başlama ya da bir ilacı bırakma (bazı ilaçlar kumadinin etkisini azaltırken, bazıları artırabiliyor)
Kumadinin rakibi yolda
Yaklaşık 50 yıldır kan inceltici denince akla ilk gelen ilaçlardan olan Kumadin'e rakip olabilecek ilk potansiyel ilaç üzerindeki çalışmalar son aşamaya geldi ve ilacın piyasaya sunulması için gün sayımına başlandı. Kullanımının kumadine oranla daha kolay olduğu söylenen Exanta isimli bu yeni ilaç 17.000 hasta üzerinde denendi ve ilacın bazı durumlarda kumadinden daha iyi sonuçlar aldığı görüldü. Exanta'nın en önemli özelliği daha çabuk sonuç vermesi ve kumadin kullanımının vazgeçilmez parçası olan sık kan testlerini gerektirmemesi. Geçtiğimiz hafta yapılan açıklamada ilacı yapan AstraZeneca adlı firmanın, Avrupa'da Exanta'nın onayına başvurduğu, Amerika'dan onay almak için ise bu yıl içinde başvuru yapacağı bildirildi.
HAFTANIN KİTABI
Yaşam temposunun ağırlaştığı an, yorgunluk başlıyor. Yorgunluk da, enerji depomuzun kırmızı alarm verdiği zamanlarda, bedenimizin bize bu durumu duyurma şeklidir. Prof. Dr. Emin ERGEN tarafından yazılan 'YORGUNLUK dost mu, düşman mı?' isimli kitap, bedenimizin yorgunluk mesajı gönderdiği anlarda, bedenimizin dilini nasıl anlamamız, ihtiyaçlarını nasıl karşılamamız gerektiği konusunda bize yol gösteriyor.
Not: Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Yazının Devamını Oku 3 Kasım 2003
İlerlemiş yıllara dayanmakta güçlük çeken organların başında göz geliyor. 50 yaşından sonra başlayan görme zorluklarının büyük bir kısmınının sebebi, retina bölgesindeki sarı noktada meydana gelen yıpranmalar. Ancak son yıllarda ‘‘sarı nokta hastalığı’’ olarak bilinen bu rahatsızlığın tedavisinde önemli adımlar atıldı. Sarı nokta hastalığı, ülkemizde sıkça görülse de halk arasında çok bilinen bir rahatsızlık değil. ‘‘Makula dejeneresansı’’ olarak tanımlanan hastalığın tanısı, rutin bir göz muayenesi sırasında konulabiliyor. Bu önemli ve kadınlarda biraz daha fazla görülen göz hastalığı tedavi edilmediği takdirde yüzde 90'lara varan görme bozukluğuna yol açabiliyor. Hastalığın gelişiminde yaş, kalıtım ve çevresel faktörler önemli bir rol oynuyor. Yaşa bağlı sarı nokta hastalığı, katarakttan farklı olarak hastaların göz sağlığı üzerinde olumsuz ve kalıcı etkiler bırakmasıyla tanınıyor. Hastalık genelde 50 yaşın üzerindekileri etkisi altına alıyor ve giderek ilerleme eğilimi gösteriyor. Hastalık retinanın merkezindeki ‘‘makula’’ (sarı nokta) denilen yerde ortaya çıkıyor. Burası okuma yazma, araba kullanma, televizyon seyretme gibi keskin görme işlevini sağlamasıyla beraber kontrast hassasiyeti ve renkli görmeden de sorumlu çok önemli bir bölge. Milyonlarca göz hücresinin yüzde 90'ı burada bulunuyor. Yaşla birlikte buralarda lekeler oluşmaya başlıyor. Bu hastalık 50 yaş civarındaki insanların yüzde 2'sinde mevcut. 65 yaş üstü grupta ise her 100 kişiden 20'sinde görülüyor, 75 yaşından sonra ise 3 kişiden biri bu hastalıktan yakınıyor.
GÖZE ANJİYO
Hastalığın tipine karar verebilmek için uygulanan yöntem, göz anjiyosu. Hastalığın ıslak ve kuru olarak iki tipi bulunuyor. Kuru tip, ıslak tipe göre daha sık görülse de ıslak tip daha hızlı ilerleyip daha çok görme kaybına yol açıyor. Islak tipin tedavisinde argon lazer ve fotodinamik lazer kullanılıyor. Argon lazer yöntemi yavaş yavaş yerini fotodinamik lazere bırakmaya başladı ve sadece seçilmiş hastlarda uygulanıyor. Fotodinamik lazerde amaç hastalığı durdurup ilerlemesini önlemek. Bu yöntemde özel bileşimde bir ilaç damaryolundan veriliyor ve sarı noktaya lazer uygulanıyor. Yan etki ise oldukça az. Kuru tipin koruyucu tedavisinde ise doktor kontrolünde yüksek doz A, C, E vitaminleri ve çinko veriliyor. Bir de Akdeniz tipi beslenme tarzı öneriliyor. Bu tedaviden sonra hasta 2 gün evde yatıyor ve özel koruyucu gözlük kullanıyor. Cildi güneş ışığından korumak da önemli. Tedavinin üç ayda bir tekrarlanması ve hastanın 2 yıl süreyle izlenmesi gerekiyor.
Sigara içen birinin bu rahatsızlıktan kurtulması için öncelikle bu alışkanlığından vazgeçmesi gerekiyor. Yüksek tansiyon için de önlem alınması şart.
Amerika'da yapılan bir çalışmaya göre, yaşa bağlı sarı nokta hastalığı 60 yaş üzerinde ciddi görme bozukluklarına en fazla neden olan hastalıkların başında yer alıyor.
Sarı nokta hastalığının tedavisinde her geçen gün yeni adımlar atılıyor. Yeni sayılan bir tedavi şekli olan fotodinamik tedavi sayesinde bu hastalığın ilerlemesi önlenebiliyor. ABD'de 2000 yılında onaylanan bu yeni tedavi yöntemi 3 yıldır ülkemizde de uygulanıyor.
SORULAR SORUNLAR
Hormonlarınızı kontrol ettirin
G.A./MALATYA
Saçlarınızın dökülmesi, vücudunuzda kıllanma ve kilo almaya başlamanızı bir bütün olarak ele aldığımızda, hormon sisteminizin düzensiz çalıştığını düşünebiliriz. Böbrek üstü bezleri, kortizol adlı bir hormon salgılarlar. Bu hormon, yüzün yuvarlaklaşması (ay dede yüz), boynun gövde ile birleştiği yerde yağ birikmesi (buffalo sırtı), genelde kilo alma, ciltte çatlaklar (verjetür), kadınların erkek tipinde kıllanmaya başlaması gibi belirtilere yol açabilir. ‘‘Cushing’’ hastalığı denilen bu hastalıkta, böbrek üstü bezleri kontrolsüz olarak hormon salgıladığı için yukarıda tarif ettiğim şikayetlerin büyük bir kısmı bir arada görülür. Eğer tarif ettiğim şikayetler sizde de varsa, tercihan bir üniversite hastanesinin endokrinoloji (hormon bilimi) bölümüne başvurmalısınız.
Yazının Devamını Oku 27 Ekim 2003
Ramazan ayı boyunca beslenme alışkanlıkları değişiyor. Aslına bakılırsa, her zamanki normal beslenmemizden çok farklılık göstermemelidir. Oruçlu olanlar, gün boyunca aç kalacaklarını düşünerek sahurda aşırı beslenmeye çalışıyorlar. Oysa ramazan ayının bu senelerde kış aylarına denk gelmesi, oruçlu saatlerimizin az olmasına sebep olmakta bu da metabolizmamızda çok büyük değişikliklere yol açmamaktadır.
RAMAZANDA gün boyunca aç kalınacağı için aşırı yemek yerine, yavaş sindirilen gıdaları tercih etmek daha doğrudur. Hızlı sindirilen gıdaların vücuttaki metabolizmaları 3-4 saatte sona ererken, yavaş sindirilen gıdalar 8 saate kadar süreyle vücuda gıda sağlamaktadır.
BEYAZ UNDAN KAÇININ
Kompleks karbonhidratlar denilen gıdalar ve lif içeren besinler yavaş sindirilir. Yavaş sindirilen besinlere tahıl, yulaf, irmik, fasulye, mercimek ve kabuklu pirinci örnek gösterebiliriz. Bu besinlerin sindirimi yavaştır. Böylece karnımız iftara doğru daha az acıkır.
Hızlı sindirilen besinler rafine karbonhidratlar denilen beyaz un ve şeker ihtiva eden besinlerdir. Bu besinler çabuk yakıldıkları gibi vücutta insülin salgısını uyardığı için iftarı daha aç bir şekilde beklememize sebep olur.
İftarda gün boyu açlık nedeniyle hızla ve çok yeme eğilimi ortaya çıkmaktadır. İlk yenilenler kana karışıp açlık duygusunu bastırıncaya kadar yaklaşık 20-30 dakikalık bir süre geçer. Bu süre içinde ne kadar yenilirse yenilsin, doyma duygusu ortaya çıkmayacaktır. Bu da çok yeme sonucunu yaratır. Bunun yerine hafif kahvaltılık bir şeyler ya da bir çorbadan sonra bir süre dinlenmek ve yemeğe daha sonra devam etmek daha doğru olacaktır.
Sahurda ağır gıdalardan kaçınılmalıdır. Özellikle kızartma, çok yağlı yiyecekler midenin boşalmasını geciktireceği için dolu mideyle yatılması sorunlara neden olabilecektir. Sahurda tatlılardan ve beyaz undan yapılmış gıdalardan kaçınmak gerekir. Yukarıda belirttiğimiz gibi insülin salgısını uyararak çabuk acıkmaya yol açacaktır.
Tatlılar yerine kuru meyveler, hem mineral desteği sağlayacak, hem de kandaki şekerin daha dengeli olmasını sağlayacaktır. Gün boyunca susuz kalınması hem kabızlık, hem de idrar yolu sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle oruçsuz saatlerde bol su içmeyi ihmal etmemek gerekiyor.
Uzun süren açlık dönemlerinde boş kalan midede oluşan asit salgısının artması mide hastalıklarını arttırır. Çay, kahve, kola ve acılı yemekler, çiğ soğan-sarmısak gibi gıdalar mide hastalarına olumsuz etkide bulunur. Özellikle mide şikayeti olanlar doktoruna danışarak oruç tutmalıdır.
SORULAR-SORUNLAR
Rahimde mİyom olabilir
Yaşar A./ANKARA
Doktorunuz, tetkikleri yaptıktan sonra herhangi bir hastalık bulmadığına ve rahim ağzındaki yara kapandığına göre, arada olan kanama açısından endişe etmemelisiniz. Bazen hormonların düzensizliğine bağlı olarak ara kanamalar olabilir. Yumurtanın atıldığı gün de hafif bir kanama olması, sıklıkla rastlanan bir durumdur. Ara kanamalar rahimde miyom adı verilen iyi huylu bir urun belirtisi de olabilir. Ultrasonografik tetkik yapılmadıysa, bunu da yaptırmanızı tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2003
Oyun çağındaki çocuklar, genellikle ağrıyan bölgeyi işaret ederek sağlık sorunlarını anlatmaya çalışırlar. Böyle durumlarda, sorunun gerçekten doktora görünmeyi gerektirip gerektirmediğine karar vermek hiç de kolay değildir. Bugün sizlere çocukların çok sık şikáyet ettikleri ağrı ve acıların muhtemel nedenlerini hatırlatmak istiyoruz.
Başağrısı
Sorun: Kısa bir soruşturma, çocuğunuzun başının neden ağrıdığını öğrenmenize yardım eder. Çocuğunuz yorgun mu, uykusuz mu ya da canını sıkan bir sorun mu var? Yetersiz uyku kan şekerinin düşmesi ve gerginlik başağrısına neden olabilir. Acaba çocuğunuz başını bir yere çarpmış olabilir mi? Belki de ağrı, sinüslerle ilgilidir. Çocuğunuzun başağrısından başka bir şikáyeti var mı? Bu belirtiler menenjit habercisi olabilir.
Çözüm: Meyve suyu içirmeyi, uyutmayı ya da karanlık bir odada dinlendirmeyi deneyin.
Öneri: Eğer başağrısı çocuğunuzu gecenin bir vaktinde uykusundan uyandırırsa ya da sabahleyin uyanır uyanmaz başının ağrıdığını söylerse, ayrıca kusma ve yüksek ateş gibi belirtiler varsa hemen bir doktora başvurun
Boğaz yanması
Sorun: Boğaz yanması bir virüs ya da streptokok bakterileri enfeksiyonundan kaynaklanabilir. İkinci olasılık, kalp romatizması ya da nefrit gibi böbrek hastalığı gibi komplikasyon riski taşıdığı için daha önemlidir. Geceleri ağzından nefes alan çocuklar genellikle sabahları boğaz yanmasından şikayet ederler. Bu şikayet, çoğu zaman çocuğa sıcak bir içecek verilince son bulur.
Çözüm: Çocuğa ılık, içimi kolay içecekler, çiğnenmesi ve yutulması kolay olan yiyecekler verin. Çocukların çoğu tavuk suyu çorbasını tercih ederler.
Öneri: Eğer çocuğun ateşi yükselmişse onu bir doktora götürüp strepkok açısından tetkik ettirmelisiniz. Ayrıca çocuk, bulantı, kızarıklıklar ve kulak ağrısından da yakınıyorsa ve de soluk alıp verirken zorlanıyorsa, hiç zaman kaybedilmeden doktora başvurulmalı.
Kulak ağrısı
Sorun: Oyun çağındaki çocuklarda kulak enfeksiyonları çok sık görülür. Özellikle soğukalgınlığı ve üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra kulak ağrısı şikayetleri başlayabilir. Eğer çocuk ağrının kulağın iç kısmından geldiğini söylüyorsa sorun, belirttiğimiz enfeksiyonların bir sonucudur. Eğer çocuğun kulak kepçesini ovuşturmak ağrının şiddetini artırıyorsa ve de çocuğunuz yüzüyorsa, ağrının nedeni yüzücü kulağı enfeksiyonu yani dış kulak yolu iltihabıdır.
Çözüm: Kulağı rahatlatmak için ılık kompres yapın.
Öneri: Eğer ağrı çok şiddetli ise kulakta akıntı varsa, aynı zamanda başı da ağrıyorsa, ateşi yükselmişse ve dalgın görünüyorsa veya işitme zorluğu çekiyorsa hemen doktor çağırmalısınız.
Derleyen: Azize BERGİN
HAFTANIN KİTABI
Prof. Dr. Ahmet Erözenci bir hekim, bir hasta ve bir hasta yakını olarak, kanserle karşı karşıya kalan insanı, çok farklı ve denenmemiş bir yöntemle irdeliyor. Filmlerden edindiğimiz dil, duygu ve rol kalıplarının bizi düşündüğümüzden çok daha fazla etkilediğini ortaya koyuyor. 'Bir Türk Filmi Olarak Kanser' isimli bu kitap, hayatı yakalamanın ve yaşamanın ipuçlarını veriyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2003
Kanseri önlemek mümkün, evet en azından bir bakterinin yol açtığı mide kanserini. Türkiye'de yüzde 86.2 gibi yüksek bir oranda görülen ve ülsere, hatta mide kanserine neden olan ‘‘helicobakter pylori’’ aslında teşhisi ve tedavisi çok kolay olan bir bakteri. HELİCOBAKTER pylori... Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz ama çoğumuzun ne kadar tehlikeli olabileceğinden haberdar olmadığımız bir bakteri. Helicobakter pylori, 1982 yılında Avustralya'daki laboratuvarda, mide mukozası iltihabı bulunan bir hastadan alınan doku örneğinin paskalya tatili nedeniyle normalden daha uzun süre kuluçkada bırakılmasıyla tesadüfen bulunmuştu.
Böylesi bir rastlantı sonucu ortaya çıkarılan Helicobakter bakterisi, ülserin ve mide kanserinin en önemli nedenlerinden biri. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir açıklama, bu bakterinin mide kanseri konusunda oynadığı rolün sanılandan çok daha fazla olduğunu ortaya koydu. Bugüne kadar Helicobakter pylori'ye bağlı enfeksiyonun tümör riskini iki ile altı kat yükselttiği sanılıyordu. Heidelberg Üniversitesi'nde yapılan bu son araştırma, Helicobakter pylori'nin alt ve orta mide bölümündeki kanser riskini 20 kat yükselttiğini ortaya çıkardı. Dünya genelinde kansere bağlı ölümlerde mide tümörü ikinci sırada yer alıyor. Şu andaki istatistikler, ülkemizde her 100 kişiden 86'sının midesinde helikobakter pylori olduğunu gösteriyor.
Bakterinin ağız yoluyla geçtiği biliniyor. Her hastalıkta olduğu gibi burada da hijyen ön plana çıkıyor. Kirli su ve yiyeceklerin alınmasıyla bulaşan bakterinin en önemli özelliklerinden biri, midenin zorlu koşullarına kolaylıkla uyum sağlaması. Vücudun savunma mekanizmasının midedeki bakteriye ulaşamaması da helicobakter pylori'nin ömrünü uzatan etkenler arasında yer alıyor. Bakteri özellikle gastriti olanlarda görülen mideden geriye akış sırasında ağıza da gelebiliyor. Böyle olduğunda öpüşme gibi ağız temasıyla da kişiden kişiye bulaşabiliyor.
Mide ülserini ve kanserinin baş sorumlusu olan bu bakteriyi doğru tedavi ve takiplerle tamamen ortadan kaldırmak mümkün. Bakterinin vücutta olup olmadığını öğrenmek için pek çok yöntem var. Bunlardan biri de nefes testi. Nefes testi yaptırmak isteyenlerin testten önceki 6 saatte bir şey yememesi öneriliyor. Bu test son derece basit ve çabuk yapılıyor, ayrıca endoskopiye göre daha az masraflı.
Kan testinde ise kanda helikobakter pylori´ye karşı oluşan antikorlar aranıyor.
TEDAVİ SONRASI TEST
Helicobacter pylori enfeksiyonu teşhisi konulduktan sonra hemen tedaviye geçmek gerekiyor. Bakterinin tedavisi son derece basit olmasına karşın bazı hastalar için tekrar tekrar endoskopi ve biyopsi yapmak ve belli aralıklar verilerek bir dizi antibiyotik tedavisi yapmak gerekebiliyor. Tedavi sonrası yapılması gereken en önemli şey, testlerden birini tekrarlayarak bakterinin ölüp ölmediğinden emin olmak. Bakteriyi öldürebilmek için birkaç antibiyotiğin kombinasyonu ile tedavi etmek gerekiyor.
SORULAR-SORUNLAR
HİSTAMİN, ALERJİLERDE SALGILANAN BİR MADDE
Sizden histamin hakkında bazı bilgiler almak istiyorum. Mesela; Histamin nedir? Araştırmalar nasıl yapılır? Kullanılan ilaçlar nelerdir?
Sevda Roos /Hollanda
Histamin araştırmaları ve kullanılan ilaçlarla ilgili bilgilerin tümünü aktarmaya çalışsam, ciltler dolusu yazmam gerekir. Ben size hastalarda ‘‘histamin’’ ile ilgili bilgilerin gerekli olduğu alerji konusunu aktararak yanıt vereyim. Eğer siz histamin konusunda başka bilgiler de istiyorsanız bunu belirterek tekrar yazın lütfen. Histamin, vücuttaki alerjik tepkimeler sırasında da salgılanan bir maddedir. Alerji sırasında dokuda kızarma, şişme, kaşıntı, yanma gibi belirtiler, artan histamin salgısı nedeniyle ortaya çıkar. Histaminin aşırı salgılanması sırasında temel olarak iki grup ilaç kullanılır. Bunlardan biri ‘‘antihistaminikler’’ denilen ve halk arasında alerji ilaçları olarak bilinen ilaçlar, diğeri de ‘‘kortizon’’dur. Alerjiler ve buna bağlı olarak aşırı salgılanan histaminin oluşturduğu belirtilerden korunmak için temel kural alerji yapan maddelerin belirlenmesi ve bunlardan uzak durulmasıdır. Bu amaçla da başlıca 3 yöntem kullanılır. Birincisi, deneme yoluyla kişide alerjik belirtiler ortaya çıkaran maddelerin bulunması, diğeri, şüphelenilen maddelerin çok sulandırılarak deri içine zerk edilmesi ve burada kızarıklık olup olmadığının takibi, üçüncü yöntem ise kan tahlili ile alerji yapan maddelerin belirlenmesidir. Bütün bu yöntemler ve tedaviler için doktorunuzla bağlantı kurmanız gerekiyor.
Yazının Devamını Oku