Ancak, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin mevcut durumu ile gidişatı, açık bir şekilde Rusya’nın lehine olan, Rusya’nın baskın bir şekilde yönlendirdiği bir hal aldı.
En önemli sorun şu: Rusya, Türkiye’yi doğalgaz, petrol, S-400, (orta vadede) nükleer enerji sattığı/satacağı, karşılığında on milyarlarca dolar aldığı/alacağı bir pazar olarak görüyor. Bununla da kalmıyor, Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD ile yaşadığı sorunları, bariz bir şekilde bu durumun kalıcı hale gelmesi için koz olarak kullanıyor.
Rusya’daki Türk yatırımcıların yaşadığı sıkıntılar, Rusya’ya seyahat eden Türklerin halihazırda sınır kapılarında karşılaştığı muamele, yüksek vize ücretleri, Rusya’ya ihracat yapan firmaların, nakliyecilerin, TIR şoförlerinin yaşadığı sorunlar aynen devam ediyor.
“Öyle ama Rus turistler, turizmcilerimizin can damarı” diye bir teselli buluyoruz ama Rus acentelerin neredeyse “maliyetine” diyebileceğimiz “ucuz tatil” dayatmaları karşısında, Türk turizmcilerin çok fazla hareket alanı kalmıyor.
SURİYE’DE DE DURUM AYNI
Astana’da, Soçi’de Türkiye ile işbirliği yaptığı izlenimi veren Moskova’nın kısa süre içinde Suriye rejiminin, daha doğrusu Beşar Esad’ın çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başladığı da gözlerden kaçmıyor.
Bakın sadece son 48 saatte, Rusya ve Esad güçleri, Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu başta olmak üzere muhalif grupları defalarca bombaladı. Astana’da ateşkes bölgesi ilan edilen İdlib, şu an itibariyle Rusya ve Esad ordularının hedefi haline gelmiş durumda. Bu operasyonlarda kullanılan bombaların, silahların yüklü olduğu bir Rus askeri gemisi daha dün sabaha karşı boğazlarımızdan geçerek Suriye’ye doğru yoluna devam etti.
Hal böyle olunca, Türkiye’nin birçoğuna destek verdiği 40 Suriyeli muhalif grup, Rusya’nın öncülük ettiği Suriye Ulusal Konferansı’na katılmayacaklarını açıkladı. Normal şartlarda çok önemli gibi görünen bu gelişme Moskova’nın umurunda olmadı, çünkü
Sonuçta, sorular birbirini izledi:
Sadece 15-16 Temmuz’u mu kapsıyor?
“Devam eden eylemler” tanımı gelecekte de geçerli olduğunu mu gösteriyor?
Bu düzenlemeden kimler yararlanacak?
Bu bir af mıdır?
HAZIRLAYANLAR NE DİYOR?
En doğrusu, siyasilerin atışmasını bir kenara bırakıp bu düzenlemeyi ortaya atan ve savunan hukukçuların, gelen hukuki eleştirilere verdiği yanıtlara bakmaktı. Ben de öyle yaptım. Şimdi size, yapılan eleştirilere, sorulan sorulara düzenlemeyi yapan hukukçuların verdiği yanıtları aktaracağım:
Hangi dönemi kapsıyor?
Başlıktan ve yazıya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “işkence yasağı” başlıklı 3. maddesi ile başlamamdan konuyu anlamışsınızdır: “İşkence”.
Daha 30 Kasım günü, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun 1981 yılının ocak ayında Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadığı işkenceleri kendi ağzından dinleyip, onunla birlikte yutkunarak ağlamıştık.
Sonra, 4 Aralık günü, Erzincan’da bir erin yumruklar, tekmeler attığı kedinin çırpınışlarını izlerken çileden çıktık. Sanki o tekmeler, yumruklar bize iniyordu. Türkiye ayağa kalktı. Gün geçmiyor ki gazetelerin üçüncü sayfasında yeni bir “kadına işkence” haberi olmasın.
Evet, işkence insan onurunu hedef alan, kırıcı, acı verici bir eylemdir. Çok derin izler bırakır. Üstünden kaç yıl geçerse geçsin, en ufak bir çağrışım bile sizi o korkunç anlara götürür. Yeniden yaşıyor gibi acı çekersiniz. Kendinizi çaresiz hissedersiniz. İşkencede açılmış, aradan geçen yıllarda kapandığını sandığınız fiziki ve manevi yaralarınız sızlar. Hafızanızda kazınmış çığlık seslerini etrafınızdan geliyormuş gibi yeniden duyarsınız. Nefesiniz kesilir, boğulur gibi olursunuz, yutkunur durursunuz ama bunu en yakınınızla bile paylaşamazsınız. Gözleriniz dolar, içiniz çekilir...
Aradan 36 yıl geçmesine rağmen Miroğlu’nun başından geçenleri anlatırken kendini tutamayıp ağlaması işte bundandır.
Dün yaklaşık 10 gazete okudum, bir o kadarının da birinci sayfasına baktım. Ancak, en çok Evrensel gazetesinin 3. sayfasında şu satırlarda takılıp kaldım:
“...Cezaevi girişinde bizi tek tek kamerasız bir odaya alıp tamamen soyunmamızı istediler. Bunun onur kırıcı ve hukuksuz bir uygulama olduğunu söylememiz üzerine, 6-7 kadar gardiyan tarafından darp edilerek soyuldum. Çırılçıplak yapılarak zorla defalarca ellerim ensede olacak vaziyette çömelip kalkmaya zorlandım.”
(Devamında dayaktan yırtılan kulak zarları, dayak için yapılmış süngerli oda anlatılıyor. Ancak güzel bir gün olmasını dilediğiniz şu hafta sonu tatilinde sizi daha fazla rahatsız, huzursuz etmemek için bu kadarını aktarmakla yetiniyorum.)
Bütün hukukçular aynı şeyi söylüyor:
Bir ceza yargılamasının olabilmesi için yasalarda “suç” olarak tanımlanan bir “eylem”in gerçekleşmesi gerekiyor. Farklı illerde, farklı mahkemelerde, farklı sanık listeleriyle görülen MİT TIR’ları davalarıyla şöyle bir “durum özeti” çıkarmak mümkün:
SUÇA KONU EYLEMLER
Ocak 2014’te 20 gün arayla Hatay’ın Kırıkhan ve Adana’nın Ceyhan ilçelerinde, MİT’e ait olduğu belirtilen TIR’lar kolluk kuvvetlerince durduruldu. MİT personeline yapılan kötü muamele de dahil, yaşanan olayın görüntüleri daha sonra bazı basın-yayın kuruluşlarında yayınlandı. Cumhuriyet gazetesi de bu kuruluşlardan biriydi.
DÖRT SUÇLAMA VE SANIKLARIN DURUMU
TCK’ya göre bu “eylem” dört ana kategorideki suçlarla eşleşiyor:
1) HÜKÜMETİ DEVİRMEYE TEŞEBBÜS: TIR’ları durdurma kararı veren savcılar ve kararı uygulayan kolluk kuvvetlerinin komutanı, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde bu suçlamayla yargılanıyor. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ise Can Dündar ve Erdem Gül bu suçlamadan beraat etti. Enis Berberoğlu’na bu suçlama yöneltilmedi.
2) CASUSLUK:
Sokak sokak dolaştık Kayseri’yi. Talas’ı, Büyükşehir Belediyesi’nin ayağa kaldırıp “Kayseri Mahallesi” adını verdiği eski kayseri evlerini...
Abdullah Gül Müzesi yakın siyasi tarihimize ayna tutuyor. Ünlü Kayseri Lisesi’nin taş mektep formundaki binasında açılan Milli Mücadele Müzesi’nde, Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmaya giden ve şehit düştükleri için 1921’de almaları gereken diplomaları alamayan Mehmetçikleri andık. Yunan ordusu Sakarya nehrini geçmeyi başarsaydı TBMM’nin Kayseri Lisesi’ne taşınacağını biliyor muydunuz? Lisi binasında TBMM Kürsüsü bile hazırlanmış.
Bilim Müzesi, henüz dünyadaki emsalleriyle yarışacak seviyeye gelmese de hem Türkiye, hem kayseri için büyük bir adım olmuş.
6 BİN YILLIK TARİHİ MİRAS
Kayseri’de müthiş bir tarih mirası var. Hem Bakan Özhaseki hem Başkan Çelik birkaç kez hatırlattı. Kayseri’de 6 bin yıllık ticaret tabletleri bulunmuş. İlk ticari sözleşmeler, ilk senetler, ilk ticari kurallar, o tabletlerin üzerine çivi ile kazılmış. Kayserili deyince insanın aklına ilk gelen iki sözcüğün “iyi tüccar” olması bu genetik mirastan olabilir mi ne dersiniz?
Selçuklu eserleri, neredeyse şehrin her yerinde karşınıza çıkacaktır. Türkiye’de sadece Kayseri’de bulunan Selçuklu Müzesi, bu dönemin iyi bir özeti gibi. Selçuklu öncesinden kalan, korunmuş miras da dikkat çekici. Örneğin Kayseri’deki Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi’ni daha önce görmemiştim. Gregoryan Kilisesi’nin temellerinin atıldığı Ermeni ulusunun kutsandığı bu kilise için, Kilise Vakfı ile Büyükşehir Belediyesi büyük emek harcamış. Yılda 2 kez ayin için Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelenlere ev sahipliği yapan Kilise’nin daha da güzelleşmesi için Büyükşehir Belediyesi çalışmalarını sürdürüyor.
KIŞ TURİZMİNİN EN BÜYÜĞÜ
Kayseri’ye kış aylarında gelip Erciyes’e uğramamak olmaz, biz de uğradık. Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Büyükşehir Belediye Başkanı iken Avusturya başta olmak üzere birçok kayak merkezini ziyaret etmiş ve Erciyes’te büyük yatırımlar yapmış. Şimdiki Başkan Mustafa Çelik de onun izinden gidiyor. Uludağ’ı, Kartalkaya’yı Palandöken’i ve Sarıkamış’ı görmüş biri olarak söylüyorum: Tamamlandığında Türkiye’deki en büyük kayak merkezi Erciyes olacak. Alplerde gördüğümüz gibi yerleşim yerlerindeki kapılarla gidilen zirveler birbirleriyle bağlanıyor ve 60 kilometreden uzun bir pist oluşturuyor. Hacılar Kapı, Hisarcık Kapı Tekir Kapı, Develi Kapı, kayak severleri birbirinden farklı zorlukta ve uzunlukta onlarca pistle buluşturuyor.
Bugünlerde, muhalefet ayağında hangi siyasi partinin mensubu ile görüşürsem, “Erken seçim mi var” sorusuyla karşılaşıyorum. Böyle bir soruyu neye dayanarak sorduklarını irdeleyince de şu maddeleri sıralıyorlar:
“Taşeronların iş güvencesi kaygılarının giderilmesi, istihdam atağı, esnafa yönelik düzenlemeler, Kudüs krizi gibi siyasi konuların değerlendirilme şekli, milliyetçi ve dini söylemlerin artması, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın her gün kameraların karşısına geçip muhalefeti hedef alan konuşmalar yapmaya başlaması...
Hepsi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçime hazırlandığını gösteriyor.”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Erken seçim bekliyor musunuz” diye sorduğumda, ihtimal dahilinde olduğuna dikkat çekip, biraz önce aktardığım gerekçelere birini daha eklemişti: “Ekonomik durum daha da kötüye gitmeden seçim yapmak isteyebilirler.”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de cuma akşamı yaptığımız görüşmede 15 Temmuz 2018 Pazar günü bir seçim yapılacağı ihtimalinin çok konuşulduğuna dikkatimizi çekmişti.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da siyasetçilerin çiftçilerin hasat aylarında seçim yapmayı sevdiğini vurgulayarak, 2018 sonbaharında bir erken seçim beklediklerini söyledi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin şimdiden “ittifak formülleri” üzerinde çalışması da MHP’nin erken seçim menziline giren ilk parti olduğunu düşündürüyor.
AK Parti’de de kime sorsanız
O sabah CNN Türk’te yayınlanan ‘Parametre’ programında filmi akşam izleyeceğimi söylemiştim. Evimizin Y kuşağı temsilcisi, arkadaşlarıyla çok önceden bilet almıştı. Biz sinemaya gitmeyi planlarken, telefonum çaldı. Arayan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in basın danışmanı Murat İde idi. Muhabirlik yıllarından tanışırız.
Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
- Akşam işin var mı?
- ‘Star Wars’ izleyeceğim.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kendisiyle bir yılda 7 kez görüştü.
Yürüyüşünü, at sürüşünü, vahşi doğada avlanışını, özel hayatını ezberledik neredeyse.
Bir Rus savaş uçağı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürüldükten sonra, Türkiye’ye uygulamaya başladığı ambargoları kaldırmaya başladı diye, “karizmatik kurtarıcı”, “Süper kahraman” muamelesi yapıyoruz hep birlikte.
Yakında “Putin yanımızda ya sırtımız yere gelmez” cümlesini duyarsam şaşırmayacağım.
Pazartesi günü Mısır’a gitti, Suriye’ye uğradı, Ankara’ya geldi.
Adeta bir “süper kahraman”
Öyle ki bu hızlı trafiği ABD Başkanı Donald Trump’ın fitilini ateşlediği Kudüs krizi ile birlikte değerlendirince kendimi, “Putin isterse ve devreye girerse Kudüs konusunda gelişme olur. Bu işi engelleyecek tek isim Putin” derken buldum.
O DA TRUMP GİBİ KAZANÇ PEŞİNDE