Paylaş
1 Mayıs 1948 yılında Fransa’nın Metz kentinde üç kardeşin ortancası olarak dünyaya geldi. Gençliğini önce Paris’te, sonra Marssac-sur-Tarn’da geçirdi.
Üniversite yıllarını Grenoble’da önce bir kafede garsonluk yaparak, daha sonra yatılı bir okulda gözetmenlik yaparak tamamladı. O yıllarda kendine bir yön arıyordu. Öğretmenlik yaparak gençlerin hayallerine ortak olmak istiyordu.
Fransa’yı zaten çok iyi biliyordu ama farklı coğrafyaları, oraların insanlarını da tanımak istiyordu.
Seçmek için vakti vardı.
Avrupa’nın birçok yerine gitti, kaldı, deneyimledi. Başka kültürleri de görmek için Orta Doğu’ya, Afrika’ya gitti.
Sonra bir gün yolu Türkiye’den geçti.
Önce İstanbul, ardından İzmir...
Kendini İzmir’de çok iyi hissetti; iklimi, insanları, coğrafyası farklıydı.
1977 yılıydı; kararını vermişti, İzmir’de kalacaktı.
İzmir Saint Joseph’te öğretmenliğe başladı. Benim ve arkadaşlarımın öğrencilik dönemleri de o yıllara denk gelmişti.
1982 ve 1984 yıllarında kızı ve oğlu doğdu. İlerleyen yıllarda onları da bir İzmir, Türkiye sevdalısı yaptı.
Hala hatıralarımda capcanlı duran Saint Joseph günlerinin en unutulmaz anılarında hep Madame Maguy vardı.
Bilenler bilir; Saint Joseph ilginç bir okuldur.
Dışarıdan çok eleştiri alırız belki ama içinde yaşayanlar bilir.
Hayatın sade yaşanması gerektiğini, mütevazılığın en önemli erdemlerden biri olduğunu, eğlenerek çalışmamız gerektiğini, vatana, millete, bayrağa sıkı sıkıya bağlılığı, insanlık adına iyi hizmetler yapmayı hep o sıralarda bizlere öğretmişlerdi.
Ve Madame Maguy gibi Fransa’dan ya da Avrupa’nın herhangi bir yerinden gelip İzmir tutkunu olmuş harika bir öğretmenler ordusuyla beraberdik.
Mezun olup gitmedik.
Okulumuz, öğretmenlerimiz ve anılarımız hep bizlerle birlikte geleceğe taşındı.
Madame Maguy, İzmir Saint Joseph’ten sonra 1996 ile 2000 yılları arasında İstanbul Saint Michel Lisesi’nde öğretmenliğe devam etti. 2000-2010 yılları arasında İstanbul’da da Ata Koleji’nde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. 2011 yılında Fransa’ya değil, doğduğu şehre Metz’e değil; İzmir’e geri döndü.
O artık bir İzmirliydi.
Daha doğrusu İzmir’e aşık bir kadındı.
Bir gelenek vardı okulda...
Mezunlar birbirini bırakmazdı, bırakamazdı.
Aynı sınıfta olanlar her ay, ayrı sınıflarda ve dönemlerde olanlar da çeşitli vesilelerle yılda çok defa buluşur.
Ve bu gelenek nesilden nesle aktarılarak devam eder.
O buluşmalarda sadece eski mezunlar da olmaz.
Öğretmenlerimiz de bizlerle birlikte olur.
Madame Maguy işte hep yanımızdaydı.
İstanbul’dayken bile atlar gelirdi.
Ve eski günler yadedilir, anılar tazelenir, gelecek planları yapılırdı.
Madame Maguy, 2020 yılında lenfomaya yakalanmasına rağmen her iyileşme döneminde öğrencilerine yardım etmeye devam etti. Öğretmek en büyük tutkusuydu, son anına kadar çocuklarla, gençlerle birlikte oldu. 31 Ağustos 2023’te hayatını kaybetti Madame Maguy...
Fransa’da başlayıp Türkiye’de, İzmir’de tamamladığında arkasında binlerce öğrenci, onu seven dostunu bırakıp gitti.
Ve giderken yine bizlere birşeyler öğreterek veda ediyor.
Bedenini tedavi gördüğü tıp fakültesine bağışladı.
Ben Madame Maguy gibi çok sayıda eğitim aşığı öğretmenle tanışma şansını elde ettim.
Ve hepsini çok sevdim.
Bizlere kendimize güvenmeyi, çok çalışmayı, istikrarlı olmayı, hayal kurmayı öğrettiler.
Onu tanıyan bütün arkadaşlarım adına Madame Maguy’ye teşekkür ederim.
Madame Maguy’yi bugün; 5 Eylül Salı günü saat 16.00’da Alsancak Santissimo Rosario Katolik Kilisesi’nden uğurluyoruz.
Işıklarda uyusun...
Onlar yeni bir hikaye yazdılar
Pazar gecesi yerimde oturamadım. Televizyonun karşısından kaç kez kalkıp tur attığımı hatırlamıyorum. Bizlere öylesine büyük bir heyecan ve gurur yaşattılar ki...
Filenin sultanları artık Avrupa’nın da sultanları...
Aslında kızlarımızın başarılarına yıllardır alışığız.
Onlara çok güveniyoruz; onlar da bizim yüzümüzü kara çıkarmıyor.
Bir ekip kolay oluşmuyor.
Arkasında büyük bir emeğin, çabanın, çalışmanın olduğu bir gerçek...
Bu başarıların gençlerimiz için de bir rol model olduğuna inanıyorum.
Spor ve sanatın birleştirici gücüne inanıyorum.
Eminim Anadolu’nun birçok yerinden gençlerimiz milli takımlarımıza girmek için daha fazla çalışacak.
Sporun marka gücünü de hiç yabana atmayalım.
Bazı ülkeler bunu çok iyi kullanıyor, bazı şehirler spor ve sanatla öne çıkıyor.
Avrupa’nın birçok şehri kulüpleriyle birlikte anılıyor.
Örneğin İspanya’da Barselona, sportif başarılarıyla milyonlarca insanın sempatisini kazanmış bir şehir...
90’ların başlarında belki de Barselonalıların böyle büyük hayalleri de yoktu.
Ama şehir kulüple kısa sürede bütünleşti ve ortaya bugünkü tablo çıktı.
Sadece spor etkinlikleri için bile seyahat edilen bir şehir haline geldi.
Biz de böyle öyküler yaratmalıyız.
O yüzden filenin sultanlarının başarısını sadece sportif bir başarı olarak görmüyorum.
Türkiye’nin spor yolculuğuna yepyeni bir hikaye eklediler.
Ve göreceksiniz Türkiye’nin her yerinde daha fazla voleybol oynanacak.
Yeter ki insan istesin
Brüksel’de oynanan final maçında Melissa Vargas ile Tijana Boskovic arasındaki bir düello vardı.
Sırbistan’ın yıldız pasör çaprazı Boskovic, dünya çapında bir oyuncu.
Ama biz de öyle bir Vargas vardı ki...
Vargas, maçı 38 hücum sayısı ve 3 ace ile toplam 41 sayıyla tamamladı. Boskovic ise 34 hücum sayısı, 1 blok ve 2 ace ile toplam 37 sayı buldu.
Vargas hak ettiği gibi turnuvanın en değerli oyuncusu da seçildi.
Vargas’ın hikayesini okudum.
8 yaşında, okul takımında oynamaya başlamış.
Lise yıllarında Cienfuegos Cuba takımında forma giymiş. 12 yaşındayken Küba Milli Takımı’na seçilmiş.
Çekya kulüplerinden Agel Prostejov’a transfer olmuş.
Talihsiz bir sakatlık yaşayan Vargas, özel bir klinikte tedavi olmak istemiş. Küba Federasyonu, Vargas’ı “Ülkesine karşı hakaret ve disiplinsiz tavırlar” sebebiyle milli takımdan uzaklaştırmış. Önce Volero Zürih’e transfer oldu sonra da Fenerbahçe Opet’e...
Ardından birkaç yıl bürokrasiy11le, uluslararası yönetmeliklerle uğraştı. Sonunda 2021 yılında Türk vatandaşlığına geçti.
Ve Milli Takım yolculuğu başladı.
Bütün engellere rağmen insan kafasına koyduğu bir hedefi gerçekleştirebiliyor.
Yeter ki insan istesin...
Paylaş