Çin son 10 yıldır tüm dünyanın ilgi odağı oldu. Önümüzdeki yıllarda da ilgi odağı olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bugün dünya ölçeğinde bir fenomen olan Çin, attığı her adım ile dünyanın her köşesini etkiliyor. Demir çelik mi almak istedi. O kadar büyük tutarlarda alıyor ki tüm dünya fiyatlarını etkileyebiliyor. Petrol mü dediniz, bu son yükselişe Çin kaynaklı talebin etkisini kimse göz ardı edemiyor.
Ve Çin bugün, tam anlamıyla bir çelişkiler ülkesi… Mao sonrası iktidarı şekillendiren Deng Xiao Ping’in ilkeleri tüm gücüyle yaşamaya devam ediyor; “Zengin olmak ayıp değil” ya da “kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değil, önemli olan fare yakalaması” sözleriyle sloganlaşan kaypak bir yapılanma bu.
Çin görünürde bir sosyalist ülke ama 20. yüzyılda gördüğümüz diğer reel sosyalizm deneyimlerine bile kesinlikle benzemiyor. Kapıtalist bir ekonomik yapı olduğu söyleniyor ama en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile işçilerin Çin’e kıyasla kat kat daha fazla sosyal hakkı var. Çin’de bağımsız sendika kurmak baskıcı iktidarın tepenize çökmesi anlamına geliyor. ILO standartlarından söz etmek bile yasak. Bağımsız basın, bağımsız yargı sadece güzel hayaller…
Uyguladığı ekonomik sisteme kendi verdikleri isim “piyasa sosyalizmi”. Ama ne tam anlamıyla bir piyasa ekonomisinden ne de merkezi planlamadan söz edebiliyorsunuz. Ülkenin kimi kesimleri en ilkel koşullarda yaşıyorken, kimi kesimleri Hong Kong’u aratmayacak kadar ciddi bir gelişme göstermiş. Ülkede iç piyasa ve ihracat için iki farklı kur uygulanıyor. Serbest bölgelerde dünyanın önde gelen uluslararası şirketlerini görebiliyorsunuz. Ama hala girilmesinin yasak olduğu eyaletler mevcut…
Yani Çin gerçek ile yalanın birbirine karıştığı bir ülke.
YABANCI SERMAYE CENNETİYDİ
Türkiye için Çin, son günlerde ürettiği ucuz mallar yüzünden ciddi bir tehlike olarak algılanıyor. Gündemimize ciddi biçimde girişi ise son 10 yıldır çektiği yabancı yatırım ile oldu. Biz yılda 1 milyar doları bile bulmayan yabancı sermaye ile yetinirken, yıllık ortalama 40-50 milyar dolar arasında yabancı yatırım çeken bu ülkeye imrenerek baktık. Yıllık büyümesi neredeyse yüzde 10’lar civarında gerçekleşti son 10 yıl içinde… Ne kadar büyük bir pazar oluğunu söylemeye gerek bile yok.
Ama artık işler değişiyor gibi görünüyor…
Aşağı yöndeki hareketin sınırlı olduğunu endeksin 22 bin 500 puanın altına inmeyeceğini hatta bugün ya da yarın 23 binlere doğru bir hareket yaşanabileceğini belirtmemiz lazım. Çünkü hemen hemen tüm borsacılar piyasaya para girişi olduğunu teyit ediyor. Bunun yanısıra birinci seans itibariyle piyasada bekleyen alım emirlerinin de 11 trilyon lira civarında olduğunu görüyoruz... O yüzden hareket en kötü ihtimalle kısa vadede yatay ama orta vadede 23 binlerin üzerinde bir hareket göreceğiz...
Avrupa Birliği ile ilgili haberlerin piyasa üzerindeki etkisini tartışmak artık anlamsız. Çünkü ekonomik beklentiler geri itildi. Hatta bakınız efendim, IMF ile imzalayacağımız yeni üç yıllık stand-by anlaşmasını bile afilli bir biçimde “Katılım Öncesi Ekonomik Program” (KÖEP) olarak duyurduk. Oysa KÖEP’in ayrıntıların bakın, ki çok fazla bulamayacaksınız, aylardır konuşulan makro hedefler bir kere daha tekrar edilmiş. Bilmediğimiz bir tek ayrıntı bile yok. Ekonomi yetkilileri KÖEP açıklamalarının arasına, “borcu da düşüreceğiz, 3 yılda 15 milyar dolar yabancı sermaye de çekeceğiz” gibi söylemesi bile insanın hoşuna giden cümleler sıkıştırıyorlar ama bunlar sadece hedef. Gerçekleşmenin ne olacağı belli değil.
Şunu söylemek isterim sevgili okuyucu; AB meselesini tartışıyorken artık şu noktayı kesinlikle unutmamamız lazım. Hatta en iyisi şu cümleyi post-it’leyip gözünüzün önünde bir yere yapıştırın:
AB 17 aralık’ta Türkiye’ye 2005 yılı içinde bir müzakerelere başlama tarihi verecek. Bu kesinleşti.
Ama...
Avusturya Gazetesi Die Presse’nin de belirttiği igibi yolda önümüze engeller çıkararak, bizi bezdirmeye çalışarak, “Soykırımı kabul edin, Apo’yu hapisten çıkarın hatta Mandela yapın, Ermeni soykırımını kabul edip Ermenistan’a bir miktar toprak verin, Güney Kıbrıs’ı tanıyın” gibi Türkiye’nin bam teline dokunacak talepler ileri sürerek. Böylelikle Türkiye’deki milliyetçi, sağ, hatta islamcı dalganın yükselmesini ve kendilerinin reddetmesine gerek kalmadan Türkiye’nin vazgeçmeseni isteyecekler. Bu aralar gördüğümüz tartışmalar da işte tam bu noktada şekilleniyor. Ama Türkiye de boş durmuyor gibi. En azından öyle görünüyor...
Şimdilik en önemli gündem maddesi ise Kıbrıs...
Dün hem Başbakan hem de Dışişleri Bakanı Türkiye AB’ye tam üye olmadan Kıbrıs’ın tanınmayacağını açık açık ifade etti. Bu konuda ne kadar direnebilirler orası meçhul. Bu konu şimdi tartışma masasında...
Peki bunun piyasadaki yansıması nasıl olacak? Elbette ki dalgalanma yaratacak. Ama bir gün önce borsayı 22 bin 300’lere çekerken ertesi gün 23 binlere fırlatacak bir dalgalanma beklemek doğru mu? Eğer tüm bunlar önceden tahmin edilemeyen sürpriz gelişmeler olsaydı evet, Türkiye Borsası’nda yer yerinden bile oynayabilirdi. Buna alışkınız. Ama tüm bunları eğer ben bile aylar öncesinde yazmışsam, para sahiplerinin ve uzmanların bilmemesi mümkün değil.
O zaman ne oluyor? Neler oluyor?
Şu oluyor efendim: Keriz silkeleme lafını daha önce duymuşsunuzdur muhakkak. Keriz silkeleme, borsada planlı olarak gerçekleştirilen operasyonlardan birine verilen isimdir. Organize bir iştir. Bir kaç manipülatörün bir araya gelmesi ile gerçekleştirilir. Uzun vadeli bir stratejidir elbette ki. Genel orta vade beklentinin olumlu olduğu dönemlerde eğer borsanın büyüklerinin elinde para kazanmalarını sağlayacak hisse senedi yoksa ya da ellerindeki hisse senedi miktar-dağılımını yeterli görmüyorlarsa bunu elde etmeye çalışırlar. Nereden bulacaklar hisse senedini, birilerinin satması lazım. Ama orta vade beklenti olumlu ve elbette satış yapanlar var ama piyasanın geneli de elindeki hisse senedinden ayrılmak istemiyorsa o zaman kısa vadeli bir olumsuz beklenti bulunur, yaratılır ya da var olan, bilinen minör olumsuzluklar abartılır.
Bu abartma işlemi ise tam yumurtanın kapıya dayandığı dönemde yapılır. Abartma işleminin de elbette bir kaç yöntemi vardır. Ya bunu fısıltı gazetesi ile piyasaya yayarlar, ya da kendi hesapları arasında birden hızlı satış işlemleri gerçekleştirirler. İMKB 30 içindeki bir kaç hisse senedine gelen bir kaç bin lotluk satış, piyasada domino etkisi yaratmaya yeter de artır. Zaten büyüklerin daha orta boy kuyrukçuları onların neyin peşinde olduğunu anında anlayıp operasyona kendi çaplarıyla dahil olurlar. Piyasada birden hava karışır. Tam bu panik havası piyasanın geri kalanına sirayet ettiğinde ise büyükler ve takipçileri satışı keser ve panik içindeki küçüklerin sattığı malları, üstelik ucuz fiyattan toplamaya başlarlar...
Bir sonraki gün bakarsınız ki sadece saatler önce yerlerde sürünen piyasa bir kaç yüz puan birden fırlamıştır. Büyükler ucuza mal ettikleri yeni hisse senetlerini portföylerine koyup, artık yakın sayılacak olumlu beklentinin tadını çıkarırken panik sırasında elindekini avucundakini satan küçük yatırımcıya ise sadece yutkunmak kalmıştır...
Buna borsa literatüründe keriz silkeleme operasyonu denir.
Bunun tek bir nedeni var. 17 Aralık zirvesi’nde açıklanacak metnin taslağının dün itibariyle basına sızmış olması... 17 Aralık tarihi yaklaştıkça Türkiye’nin AB üyeliğini isteyenlerle istemeyenler arasında ciddi çatışmaların çıkmaya başlayacağını, safların netleşeceğini hemen hemen hepimiz biliyorduk. Bu görüşü bu bölümde sık sık da dile getirdik. Fakat açıkçası bir konuda özeleştiri yapmak gerek; piyasaların genelde olumsuz açıklamaları gözardı edeceğini, tarih yaklaştıkça piyasalarda bugünkünden çok daha olumlu bir seyir izleneceğini umuyorduk. Böyle olmadı. Belki Aralık’tan itibaren bu bahsettiğimiz yükseliş dalgası gelebilir ama bu konuda da artık net bir şey söylemek zor. Ama bir noktada görüşümüzün değişmediğini hatırlatalım: 18 Aralık sabahı nasıl bir piyasaya uyanacağız açıkcası kestirmek çok ama çok zor.
Peki bugün piyasaları böylesine sallayan “taslak metin”de neler var:
Öncelikle açık uç meselesi hiç değişmeden kalmış gibi görünüyor. Bunun yanında Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması konusunda yeni kıstaslar var. Buna göre bu kararı AB komisyonu alabileceği gibi üyelerin üçte birlik bir kısmı da Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını talep edebilecek.
AB Komisyonu'nun 6 Ekim’de açıklanan İlerleme Raporu’nda, Türkiye'de temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ilgili bir ihlal durumunda komisyonun AB Konseyi’ne "müzakerelerin askıya alınmasını" tavsiye edebileceği ve üye ülke hükümetlerinden oluşan AB Konseyi'nin ise 2007'de yürürlüğü girmesi beklenen AB Anayasası'nda öngörüldüğü gibi "nitelikli çoğunlukla" müzakereleri askıya alabileceği zaten belirtiliyordu. Ama üyee ülkelerrin üçte birinin de bu hakka kavuşmuş olması Türkiye açısından ciddi bir oluumsuzluk oldu.
Nihai kararın ise komisyon raporunda öngörüldüğü gibi üye ülkeler tarafından "nitelikli çoğunlukla" alınacağı vurgulanıyor. AB Anayasası'nda nitelikli çoğunluğa ulaşılması için, 25 üye ülkenin 15'inin onaylaması ve bu ülkelerin toplam AB nüfusunun yüzde 65'ini oluşturması şartı aranıyor.
Zirvenin taslak metninde ilereme raporundan farklı olarak vurgulanan bir diğer nokta ise, Güney Kıbrıs'la ilgili... Taslakta, Türkiye'nin 25 üye ülkeyle müzakere edeceği gerçeğine vurgulama yapılıyor ve dolaylı olarak türkiye'nin Kıbrıs Rum Kesimi'ni "fiilen tanıyacağı" belirtiliyor.
Taslak metinde ayrıca, "serbest dolaşıma, kalıcı engel getirilebilir" ifadesi de yer alıyor...
Bu halka arzda yurtdışında yaşayan Türkler ve peşin para yatıracak olanların gayet avantajlı olacağını da söylememiz gerek. Çünkü bu kesimlere uygulanacak indirimlerle iiskonto oranları Cuma günkü kapanışa göre peşin ödeyenlere yüzde 27, yurtdışında yaşayanlara ise yüzde 23 gibi dev bir indirim sözkonusu olacak.
Tabii ki diğer kişiler ve kurumlar da çeşitli indirimlerden yararlanacak. Bunun için de ön talep toplamada talep bildirmeleri ve kesin talep toplamada da en az bu kadar kesin talep bildirmeleri gerekiyordu. Konu da THY olunca halka arz miktarının 5 katı talep geldi. Bu talebin 2004 yılı içindeki diğer 5 altı kat talep gelen halka arzlardan farklı olduğunu söylemek gerek çünkü öntalebin yüzde 51’i yurtdışı kurumsal yatırımcılardan geldi.
Burada bir not aktaralım. Fiyat indirimlerinden faydalanmak için ön talepteki kadar kesin talep bildirmeniz zorunlu. Eğer daha az kesin talep bildirirseniz bu avantajlardan yararlanamıyorsunuz. Talebiniz kesin talep koşullarına göre değerlendiriliyor. Ya da ön talepte istediğinizden daha fazlasını kesin talep sırasında isterseniz, ön talepteki kısımlar bu avantajlardan yararlanıyor, artan kısmına kesin talepte uygulanna koşullar uygulanıyor.
Türk Hava Yolları halka arzında kesin talep toplama 1-3 aralık tarihleri arasında yapılacak.
Kime ne kadar hisse senedi verileceği ise 3 Aralık’ta kesin talep toplama bittikten sonra belli olacak. Sonucu ise 7 Aralık’tan itibaren başvurunuzu yaptığınız aracı kurumdan öğrenebilirsiniz.
Bu bilgileri aktardıktan sonra bir de Oyak Yatırım’ın analist yorumunu ekleyelim: Ön talebin halka arz miktarının 5 katına ulaşmasını ve yabancı kurumsal yatırımcıların bu talebin %51.ini oluşturmasını, ayrıca halka arz fiyatının cazip bir seviyeden belirlenmesini halka arzın başarısı açısından olumlu bir işaret olarak algılıyoruz. THY’nın %20’sinin başarılı bir şekilde halka arz yöntemiyle gerçekleşmesinin, ikincil halka arzı planlanan Petkim gibi ÖİB portföyünde bulunan diğer şirketler üzerinde de olumlu etki yaratmasını bekliyoruz.
Oysa Hazine’nin dün açıkladığı konsolide bütçe verileri ekim ayı içinde bu avantajın da tersine döndüğünü ve kur hareketleri nedeniyle bir ay içinde 8.8 katrilyon lira arttığını öğrenmiş olduk. Ama bu açıklama pek doğru değil. Daha doğrusu eksik. Hazine Pamukbank-Halkbank birleşmesine hiç değinmese de artışın 8 katrilyon liralık kısmı Pamukbank-Halkbank birleşmesi nedeniyle ihrac edilen iç borçlanma senetlerinden kaynaklanıyor. Tabii ki dolar kurundaki hareketin etkisi de bir hayli yüksek. TL cinsinden 1.6 katrilyon dolar cinsinden 1.2 milyar dolar kur hareketleri nedeniyle sırtımıza binen ek yük anlamına geliyor.
Hazine’nin bu tür açıklamaları sanki uzman olmayanların anlamaması için özel olarak hazırlanmış gibi görünüyor genelde. Hani birleşme ile ilgili kısmı ayrıntılı aktarmamalarını geçiyoruz ama rutin açıklamalar bile sanki başka bir dilde. O yüzden de Türkçe olmasına rağmen bu açıklamalar tercümeye ihtiyaç duyuyor. Bizim anlayacağımız dile çevrilmesi gerek. Ne de olsa konsolide bütçe toplam borç stoku dediğimiz şey nihayetinde Türk halkının borcu. Kime ne kadar borcumuz var bilmek hakkımız değil mi?
Ayrıntıları Hazine açıklamasından aktarıyoruz:
Hazine açıklamasına göre toplam borç ABD doları cinsinden ifade edildiğinde Ekim sonu itibariyle bir önceki aya göre 9,9 milyar dolar artarak 220,1 milyar dolara çıktı.
Dolar cinsinden borcumuzdaki artışın ayrıntıları şöyle:
- Ekim ayı içerisinde iç borçta 8,2 milyar dolar
- Dış borç stokunda ise 1,7 milyar artış yaşandı
Artışın nedenleri ise şöyle:
Aslında bir ülkenin para biriminin dolar ya da dünyanın diğer önemli para birimleri karşısında değer kazanmasının sebepleri ortada. Ya ülkenin ekonomisi gelişmiş ülkeler kategorisinde değerlendiriliyordur, bu da ülkenin para birimine güveni artırıyordur; ya da diğer ülkelerin para birimleri o ülkenin ekonomik performansından bağımsız kendi iç dinamikleriyle değer yitiriyordur. Tabi spekülatörlerin para birimini bir yatırım aracı gibi kullanıp arz-talep dengesi çerçevesinde fiyatla oynaması da bir başka etken... Türkiye’de aslında tüm bu etkenler geçerli. Ama hangisi daha çok geçerli derseniz tabii ki spekülatörlerin etkisinden bahsetmemiz gerekecek.
Sırayla gidersek
1- Türkiye yıllardır yapamadığını başardı ve ekonomisini reform yoluna soktu. Bu da bizi en azından kesinlikle uzak durulacak ülkeler kategorisinden çıkarttı.
2- ABD doları daha önce yazdığımız nedenlerle sadece TL değil, tüm para birimleri karşısında değer yitirdi.
3- Türkiye özellikle de sıcak paranın akınına uğradı.
Birinci maddeyi ayrıntılamak uzun sürer o yüzden biz kısaca IMF reçetesini uyguluyoruz, yani bu işi biz yapamadık IMF’ye ihale ettik diyelim. O nedenle de ülkeye duyulan güven arttı. Nasıl olsa IMF var, gerektiğinde sopasını kullanır diye düşünüyor yabancı yatırımcı... Net olarak sermaye girişi yaşanmasa da en azından sermaye kaçışının önüne geçmiş oluyoruz böylelikle.
Buna yurtiçi yatırımcıların da artık eline geçen her kuruşu dolara yatırmamasını ekleyin. DTH’lar ciddi ciddi azalmıyor ama en azından can sıkacak miktarda arttığını da söyleyemiyoruz.