DEMOKRASİ katiyen mükemmel bir yönetim sistemi değildir. Zaten hiçbir sistem mükemmel değildir. Demokrasi sadece tarihte yaşanmış siyasi rejimler arasında eksiklikleri/hataları en az olan rejimdir.
En ileri demokrasilerin bile hâlâ baş edemediği bir sürü sorunu var. Demokrasinin temel dertlerinden birisi; yönetimi bir kişi/zümreden alıp halk iradesine teslim etmesine rağmen, yönetme yetkisini halktan alan iktidarın bu gücü iğfal etme gücünü de eline alabilmesidir. Güç yozlaşır! Mutlak güç mutlaka yozlaşır! ¡ ¡ ¡ Çoğunluğun oylarını alarak iktidara gelenlerin azınlığa zulmetme, haklarını yok sayma, hatta çoğunluğun tercihleri ile ters düşme ihtimalini mümkün olan en aza indirmek için hukukun üstünlüğü kavramı ortaya atılmıştır. Hukukun üstünlüğü zaten parlamentoda çoğunluğu elde etmiş olan iktidarın istediği gibi kanun çıkarma, istediği gibi yönetme hakkını kendisinde görmemesi için gücün sınırlarını çizer. Örneğin, ABD Anayasası, bizim Anayasamızın tersine iktidarın haklarını değil, sınırlarını, bireyin (vatandaşın) sınırlarını değil iktidar karşısında haklarını tarif eder. İktidarı sınırlar! Demokrasi, hukukun üstünlüğünü iktidarın üstünlüğüne karşı savunmak için ülke yönetimini oluşturan güçlerin (erklerin) birbirinden bağımsızlığını garanti altına almak ister. Yargı, yasama ve yürütme erkleri birbirinden bağımsız olmalıdırlar ki, iktidarın sınırları çizilsin, hukukun üstünlüğü iktidarın gücü karşısında ezilmesin. ¡ ¡ ¡ Ancak, uygulama bazı aksaklıkları kaçınılmaz kılıyor. Evvel emirde parlamenter demokrasilerde çoğunluk iktidarı oluşturduğu için yürütmeyi (iktidarı) oluşturan güç zaten yasama (TBMM)’daki çoğunluğun içinden çıkıyor. Haliyle çoğunluk partisinin genel başkanı başbakan da oluyor ve her iki erkin dizginlerini aynı anda eline alıyor. Ülkemizde yürütmenin çıkmasını istediği bir kanunun yasama tarafından reddedilmesi neredeyse hiç düşünülemez! ¡ ¡ ¡ Üç erkten zaten ikisini sistematik olarak elinde tutan yürütmeye (iktidara) karşı hukukun üstünlüğünü koruyabilmek için hiç olmazsa yargının bağımsızlığını koruyabilmek gerekiyor. Hayır’ın ruhu bu noktada! ¡ ¡ ¡ Ancak ülkemizde yargının bağımsızlığının nasıl anlaşıldığını da kalın harflerle not etmek gerekir. Uzun yıllar askeri vesayet altında yaşayan ülkemizde sivil bürokrasi, askeri bürokrasinin kanatları altında, gereğinde bağımsızlığı ayrı bir güç olarak yorumlamaktan çekinmedi. Bizde yargı erkinin bağımsızlığı zaman zaman yasama ve yürütme erklerinin işbirliği içinde oluşturduğu güce karşı ayrı ve alternatif bir güç haline dönüşüyor. Örneğin, TBMM’nin veya hükümetin “milli çıkarı” düşünmediği saiki ile yargı “milli çıkarları korumak” adına özelleştirmeleri iptal edebiliyor, ihalelere müdahale edebiliyor. “367 zırvasına” tevessül ediyor. Anayasa Mahkemesi TBMM’den çıkan kanunları “yerindelik” (kanuna bu şekli ile ihtiyaç/gerek var mı yok mu) kararı vererek, “siyasi mülahaza” ile iptal edebiliyor. Son örnek. Yekta Güngör Özden’i ve LDP Genel Başkanı Cem Toker’i pek kimse duymak istemedi ama biz 12 Eylül’de TBMM’nin onayladığı Anayasa değişikliği metinlerini değil, Anayasa Mahkemesi’nin değiştirerek kabul ettiği metni oylayacağız! ¡ ¡ ¡ Bugünkü haliyle yargı bağımsızlığının ayrı bir güç olarak karşımıza çıktığı ortama karşıyım ama yarın Anayasa’da yapılacak değişikliklerin bu sorunu çözmek için değil, vesayeti tersine çevirmek için istendiğini 1957-1960 (DP dönemi) deneyimi ışığında tartışacağım.