Cüneyt Ülsever

İçimdeki çocuk!

15 Kasım 2004
<B>BENİM </B>içim <B>bayram</B> kelimesi <B>çocuk </B>kelimesi ile eştir. Bayramlar, sanki çocuklar için vardır, büyüklere düşen eğlence çocukları <B>mutlu ederken</B> kendilerine düşen paya razı olmaktır. Cep telefonundaki standart/kalıp sözcüklerin kayıtlı numaralara yüklendiği ve bayram kutlamalarının aletten gelen mekanik ‘cart! cart!’ sesleri ile algılandığı dönemlerden önceki bayramlarda büyükler, küçükleri mutlu edebildikleri kadar mutlu olurlardı.

Büyükler, en azından bir zamanlar, kendi kendilerine mutlu olamazlardı, belki de bunu hak etmediklerini düşünürlerdi. Mutlu olmak ayıp dahi sayılırdı.

Büyükler, çocukları mutlu edebildikleri kadar mutluluğu hak ederlerdi.

* * *

Ben; büyüklerim mutlu olduklarını göstermeye utandıkları için, büyüyünce mutluluktan utanmam gerektiğini, daha doğrusu mutlu olduğumu göstermekten utanmam gerektiğini düşünerek büyüdüm.

Sonra...İleriki yıllarda fark ettim ki, ben büyümek uğruna, mutluluğun dışa vurumu duyguları göstermemek uğruna gösterdiğim çabada küçük bir çocuğu içime gömmüşüm.

Belki ben büyümüşüm ama büyürken, içimdeki çocuğun mutluluğunu koyvererek onu büyütmek yerine, onu içimde bir yerlere gömüp, üst dünyada yapma bir Cüneyt yaratıp, molla Cüneyt’i büyütmüşüm.

Şimdi ise öyle bir dönemdeyim ki, molla Cüneyt ile içimde hiç büyümemiş küçük Cüneyt’in bir arada yaşadığının farkındayım.

* * *

Artık biliyorum ki, duygularımın ana kaynağı içimdeki o çocuk. Ama, bana ondan utanmam gerektiğini, onu kimselere göstermemem gerektiğini öğrettiler.

Beni ‘içimdeki çocuk’ mutlu ediyor ama ben onu ortaya çıkaramıyorum.

Onu kimsenin görmesini istemiyorum.

‘Resmi duygularımı’ ifade etmeye varım, ‘gerçek duygularımı’ ifade etmeye gelince, işte orada apışıp kalıyorum.

Eğer siz de benim neslimdenseniz, büyük ihtimalle siz de öylesiniz!

İçimdeki çocuk beni nelere kışkırtıyor?

İçimdeki çocuk bana yaramazlığın çok keyifli bir eylem olduğunu söylüyor.

Oyun oynamanın, gerçeği, o her ne ise, alt üst etmenin zevkini hatırlatıyor.

İtiraz etmenin, olanı katiyen olduğu gibi kabul etmemenin ‘oyunun esas kuralı’ olduğunu söylüyor.

Tabuları yıktırmaya bayılıyor.

Katıla katıla gülmenin, salya sümük ağlamanın, doyasıya koşmanın, kan ter içinde kalmanın, itişip kakışmanın, pisliğe bulaşmanın, akan burnu silmenin beni ben yapan ‘esas ateş’ olduğunu vurguluyor.

* * *

Artık biliyorum ki, esasında büyükler bayramlarda kendi içlerindeki çocukları mutlu ederler.

Ben içimdeki çocuğun, geç de olsa nihayet farkına vardım. Ancak, başkalarına göstermeye utanıyorum.

İstiyorum ki, onu birileri gelip bulsunlar!
Yazının Devamını Oku

Yaser Arafat!

13 Kasım 2004
<B>YASER Arafat </B>20. yüzyılın ikinci yarısına şekil veren bir avuç insandan birisidir. Sadece Ortadoğu’yu değil, tüm dünyayı etkileyen bir lider olmuştur.

Arafat’ın analizi çok zordur. O hem Nobel Barış Ödülü’nü almış, hem de hayatının her safhasında terorist damgasını yemekten kurtulamamıştır!

Ölümü bile ikilemlerle doludur.

* * *

Yaser Arafat’ı 2003 Eylülü’nde Ramallah’daki karargahında ziyaret ettim.

Sanki, orada geçirdiğim birkaç saat bana bu muamma adam hakkında çok şey öğretti.

Gözleri ‘Ben büyük bir liderim’ diyordu. Bu elektriği gözlerinden almamak mümkün değildi. Ayrıca, karargahta; militanları ile yaşadığı sefil hayata baktığınız zaman onun her şeyi ile bir gerilla olduğunu da görüyordunuz. O sadece gerilla hayatını biliyordu.

Hatta emrindeki Batı eğitimi almış Filistinli ‘bakanlar’, ‘danışmanlar’dan da çok farklı idi. Onların ‘Biz dahi bu hayata katlanamayız’ diyebileceklerini düşündüm.

Kanaatim odur ki; o bir gerilla lideri, siyasi lider idi ama katiyen Atatürk gibi bir devlet kurucusu değildir!

Hatta devletin ne olduğuna dair fazla akıl da yormamıştır.

Hukuka dayanan bir devleti imar etmeye soyunan lider imajı ona çok uzak bir imajdı.

O, kendisi her türlü zorluğa katlanan, bunun için ülkesi için refahı aramayan, çantalar ile gelen parasal yardımları, katiyen kendisi için değil, ama istediği gibi dağıtan bir liderdi.

* * *

Filistin meselesini dünyaya kabul ettirmiş, kendisini iki kutuplu (1970-90) dünyada, ABD ile SSCB arasında, ana pazarlık konusu haline getirmeyi becermiş, ancak tek-kutuplu dünyayı çözememiş, terörü hem besleyen, hem önleyen ancak tıpkı Rauf Denktaş gibi ‘çözümsüzlüğü çözüm’ haline getirmiş bir liderdir.

Önemle, Camp David’de Clinton önderliğinde, Barak ile vardığı anlaşmadan Filistin’e döner dönmez vazgeçmesi onu ‘barış isteyen lider’ konumundan çok uzaklaştırmıştır.

Bu görüş, Camp David sonrası, sadece Anglosakson dünyada değil, kendisine büyük sempati gösteren Kıta Avrupası’nda dahi hakim görüş olmuştur.

Kendisi gibi şiddetten beslenen Şaron da, İsrail’de Arafat’a panzehir olarak başbakan seçilince, Arafat’ın statükocu politikaları büyük meşruiyet kazanmıştır.

* * *

Lideri takip etmek doğrularını takip etmek, ancak yanlışlarından öğrenmektir!

Onun; Filistinlileri toparlayıcı, sıkı pazarlıkçı, zaman zaman aşırılıkları yontucu yönlerini devam ettirecek, ancak Filistin insanının Ramallah Karargahı’ndan çok daha fazlasını hak ettiğini idrak edecek, bunun için de pazarlığın özünün hep kazanmak değil, karşılıklı menfaatleri paylaşmak olduğunu hazmedecek yeni bir liderlik nihayet barışa yaklaşabilir.

* * *

Küresel dünyayı sevmek değil, ama koşullarını iyi hesap etmek yeni Filistin liderlerinin ana görevi olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Ortadoğu, 3. Dünya Savaşı’nın merkezi

11 Kasım 2004
BU köşeyi bir nebze takip edenler bilirler. 21. yüzyıla 11/09’da girildiğini ve ardından Afganistan ve Irak savaşları ile de 3. Dünya Savaşı’nın başladığını iddia ediyorum.3. Dünya Savaşı, bitmeyen 2. Dünya Savaşı’nın devamı, 2. Dünya Savaşı da bitmeyen 1. Dünya Savaşı’nın devamıdır. Bütün dünya savaşları da yeniden paylaşım savaşlarıdır.Bu kez, her emperyal yapı gibi dünyada birinci olmaya devam etmek isteyen ABD, 2025 yılına dek kapitalist üretim tarzının motoru olan enerji tüketimi içinde ithalatın payını % 55’ten % 70’e çıkarmak için, sabit petrolün yeniden paylaşımı uğruna saldırmaktadır.Saldırılarını, tüm AB ülkelerinden büyük savunma bütçesi ile ve yine AB’nin toplam milli gelirinden 5 kat fazla bütçe açığı pahasına yapmaktadır. Muhteşem bir teknoloji kullanmakta; ama dünyanın en zayıf insan sermayesi (basit/eğitimsiz/tecrübesiz paralı askerler) ile savaşmaktadır.* * *Bütün bunların yanında ve dışında 11/09 şoku ile ABD; dünyada ilk kez, gücünün şahikasında iken kendisini güvenlik bunalımında gören bir emperyal devlet durumuna düşmüştür.* * *Birinci Bush döneminde devleti yönetmeye soyunan yeni-muhafazakár kadrolar; ‘yeniden paylaşım için saldırmak gerekir’ politikalarını halka 11/09’da yerleşen ‘korunmak için saldırmak gerekir’ psikozu içinde eriterek uygulamışlardır.Zira, iki politika da ABD halkının çıkarlarına uygundur.İkinci Bush dönemi ise tüm eksik ve gediklerine rağmen bu politikanın rekor oyla tasvip gördüğü bir pervasızlığa sahne olacaktır.Zira, her dönemde önce ekonomik çıkarlarını gözeten ABD halkı, işsizlik rekoru kırılan bir dönemde, öncelikle ‘güvenlik ve yeniden paylaşım için saldırmak’ gerekiyor diye düşünmüştür.* * *ABD seçimlerinden sonra yazdığım yazıda: ‘...Bana göre, bu dönemde ABD’nin dış politikası daha da saldırgan olacak......Bu dönem dünyaya daha da güçlü muhafazakár politikalar egemen olacak!..’ demiştim.* * *Çok geçmeden ABD, Felluce’de tarihin gördüğü en büyük ve vahşi şehir savaşlarından birisini başlattı. El Kaide başta olmak üzere Sünni teröristlere yataklık eden bu şehir adeta yok ediliyor.Sırada Şii teröristlerin karargáhı Sadr şehri var.* * *Neden öldüğü doğru dürüst anlaşılamayan Arafat’ın ardından, kendine uygun bir yönetim kurmak kaydıyla ABD, İsrail’i altüst etse de, Filistin meselesine de doğrudan el koyacak.Sonra sıra Suriye’ye hálá egemen Baas Yönetimi’ne ve nihayet İran’a gelecek!* * *Kimilerine fantastik gelen bu öngörülerimi ısrarla ve tekrar tekrar ifade ediyorum.İsteyen her okur, yanılgılarımı ileride yüzüme vurabilir.
Yazının Devamını Oku

Bir Kürt aydını gözü ile PKK

10 Kasım 2004
<B>TÜRKİYE’</B>ye ışık tutan, yön veren söyleşileri ile dikkati çeken <B>Neşe Düzel </B>01.11.04 Pazartesi günü <B>Radikal </B>Gazetesi’nde (eski komunist) <B>liberal </B>Kürt aydını <B>Enver Sezgin </B>ile çok önemli bir söyleşi yaptı. Sezgin’in bu söyleşide vurguladığı bazı noktalar çok ama çok önemli. Araya ABD seçimleri girdi. Bugün bu söyleşiden bazı bölümleri Hürriyet okurlarının da gündemine getirmek istiyorum. Zira, görüşleri kamuoyunda tartışılmalı.

* * *

Neşe Düzel:...Avrupa Birliği’ni isteyenler azınlıkta mı kalıyor, Kürt aydınları ve siyasetçileri arasında?

Enver Sezgin: Hayır, AB’yi isteyenler çoğunlukta ama bunların çoğu AB sürecinin öneminin farkında değil...

N.D.:...Kürt milliyetçiliği bugün önemini kaybediyor mu?

E.S.: Türk milliyetçiliğiyle kıyaslarsak, hayır. Kürt milliyetçiliği AB sürecinde konumunu kaybetmiyor. Bunun da nedeni, Türkiye’de Kürtler uzun yıllar yok sayıldı...milliyetçiliğin şimdi birdenbire ortadan kalkması mümkün değil.

...Açık konuşalım. Kürt aydınları tabii ki devletten baskı gördü. Ama onlar, PKK’dan ve Kongra-Gel’den de baskı gördü. Kürtler arasında farklı fikirler tartışılamadı, düşünceler açıkça dile getirilemedi...

* * *

N.D.:...Kürt aydını silahlı mücadeleye yeterince tepki gösteriyor mu?..

E.S.: Hayır, ama rahatsız olanlar var. Çünkü silahlı eylemler, bundan sonra Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlamayacak. Uzun yıllar yaşanan çatışma...en büyük yıkımı ve kötülüğü Kürtlere yaptı...

...somut konuşursak... Kürtler arasında, Kongra-Gel’in dışında kuvvetli bir politik hareket yok... Kongra-Gel’in lideri cezaevinde. Abdullah Öcalan (adına yayınlanan metinlerde) çelişkiler görüyorum... Öcalan’ın kafasında tam ne var bilemiyorum ama kafasının karışık olduğu her halinden belli.

...Şiddete ve silahlı eylemlere kesin karşı çıkılmalı. Silahlı mücadele, çok küçük bir azınlığın dışında kimsenin yararına değil... Bu tür eylemler, Türkiye’deki statükocuları güçlendirmekten başka hiçbir şeye yaramaz... Bundan en büyük zararı, yine bu ülkede Kürtler, değişimciler ve reformcular görecek.

* * *

...Ben Öcalan’a şunu öneriyorum. Şantaj yapmaktan vazgeçsinler, gerçek fikirlerini söylesinler. Gerçek fikirleri artık toplumda kabul görür mü, görmez mi, görelim. Şantaj nereye kadar sürecek.

* * *

N.D.:..PKK bir yandan saldırılarını sürdürürken bir yandan da garip Kemalist mesajlar yayımlıyor. Saldırıların da, Kemalist mesajların da kaynağı bilindiği kadarıyla Abdullah Öcalan. Öcalan ise bir askeri hapishanede tutuklu.

Saldırılar, Kemalist mesajlar ve bir askeri hapishanede tutuklu lider üçgeninin mantıklı bir açıklaması var mı?

E.S.
:..Mantıklı açıklaması yok ama mantıksız açıklaması var. Öcalan’ın cezaevinden dışarıya çıkardığı mesajları, onu cezaevinde tutanlar çok iyi biliyor. Çünkü onların onayından geçiyor bu mesajlar. Yani herkesin bu mesajlardan haberi var. Engellenmiyor. Bunun engellenmemesi de, bazılarının birtakım hesaplar peşinde koştuğunu gösteriyor...
Yazının Devamını Oku

Bush’u seçen seçmeni anlamak

8 Kasım 2004
<B>DÜNYADA </B>ve dahi Türkiye’de <B>entel solcular </B>Bush’un seçilemeyeceğinden emindiler. Bu tahminlerinde mesnetsiz de değildiler, zira seçim öncesi ABD’de yapılan kamuoyu yoklamalarında ABD halkının hassas olduğu konularda tüm ibreler Bush’u başarısız gösteriyordu.

ABD halkının bariz çoğunluğu ekonominin iyiye gitmediğine, vergi iadelerinin hiçbir faydası olmadığına ve Irak Savaşı nedeni ile ABD’nin güvenlik sorunlarının arttığına inanıyorlardı.

Ancak, ABD halkı yine de Bush’u seçti. Hem de rekor bir katılım ve rekor bir oyla. Üstelik George W.Bush, Calvin Coolidge’den beri (1924) hem Senato, hem de Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu sağlayarak seçilen ilk Cumhuriyetçi başkanmış. Ayrıca, Franklin D. Roosevelt’ten beri (1936), aynı anda iki Meclis’te birden oylarını artıran her iki partiden ilk lidermiş. (International Herald Tribune-05.11.2004)

* * *

İşte bu gerçekleri enteller ne anladılar, ne de anlamak istediler.

İki gündür, dünyada ama özellikle Türk medyasında aptal köylülerinin Bush’u seçtiği, enteller gibi akıllı şehirlilerin ise ise Kerry’i tercih ettiği yazılıyor.

Dünyada ama özellikle Türkiye’de entellerin muhafazakarlığı anlamama gayretleri çok yüksek. Türkiye’de, tepelerine vurula vurula kendilerine anlatıldığı halde; ne sağın, ne dinin, ne de muhafazakar değerlerin halk için ne anlama geldiğini kavramamakta ısrar eden bir sürü sözde aydınımız var.

Solun bu kesimlerle irtibatını kestiğini görmezden gelen bu kitle, halk kendileri ile aynı fikirde çıkmayınca halka kızmaktan öteye gidemiyorlar.

* * *

Aynı gazetenin yayınladığı Edison/Mitosky adlı kuruluşun kamuoyu yoklamasına göre, 2 Kasım Salı günü yapılan seçimde oy kullanan insanların prototipi şu şekilde:

Oy kullananların %22’si kendileri için en önemli meselenin ‘ahlaki değerler’ olduğunu söylüyor. Böyle düşünenlerin %80’i Bush’a oy vermiş.

Irak ile savaşa girişmenin hálá doğru olduğunu düşünenler %51 ve bunların oylarının %85’i yine Bush’a gitmiş.

Oy kullananların %84’ü kendilerini dindar addediyorlar. (%54 Protestan, %27 Katolik, %3 Yahudi). Bush Protestanların %59, Katoliklerin %52 oyunu almış.

Bush, dünyada İsrail’e en fazla taviz veren, hatta Yahudi lobisinin en fazla etkisi altında kalan ABD Başkanı olarak tanıtılmasına rağmen, Amerikalı Yahudilerden ancak %25 oy alabilmiş. Herhalde Yahudiler onu yeni-muhafazakar felsefenin öncüsü evangelistlerin etkisi altında gördükleri için %74 oranında Kerry’e oy vermişler.

Oy verenler arasında kendilerini dinsiz olarak görenler ise sadece %10!

* * *

Seçmenlerin %81’i 29 yaş üzerinde ve bu yaş üzeri tüm kategorilerde Bush kazanmış. Radikal tavır almaları beklenen 29 yaş altında olanlar ise oy verenlerin %17’sini oluşturuyor ve onların dahi %45 oyu Bush’a gitmiş.

Türkiye’de ve dahi dünyada -Güney Amerika hariç!- neden muhafazakar değerlerin ve politikaların yükseldiğini anlamadan halklara don biçmenin pek anlamı kalmadı!
Yazının Devamını Oku

Bush ve Ortadoğu

6 Kasım 2004
<B>TÜM </B>dünyada, entellerin ortak düşmanı ilan edilen <B>George W. Bush </B>rekor bir oyla yeniden seçildi. Şimdi her ülke, yeni dönem için kendisine bir yol haritası çiziyor. Zira ABD Başkanı’nın kim olduğu, ülkelerin dış politikalarını doğrudan etkiliyor.

* * *

Başkan Bush ve yeni muhafazakár yoldaşları ilk dönemde saldırgan dış politikaları nedeniyle epey eleştirildiler.

Bana göre, bu dönemde ABD’nin dış politikası daha da saldırgan olacak.

ABD başkanları esas karakterlerini 2. dönemde sergilerler. Zira, bir üçüncü seçim yoktur, o halde halka bir kez daha hesap vermek de yoktur.

Ayrıca 2. kez seçilen başkanlar, ilk dönemde uyguladıkları politikaların, haklı olarak, halk nezdinde kabul gördüğü inancıyla 2. dönemde kendilerini daha açık ortaya koyarlar.

Üstüne üstlük, tüm dünyada alabildiğine eleştirilirken, rekor bir katılımla yapılan seçimde rekor oy alan George W. Bush beter pervasız davranacaktır.

* * *

Başkan Bush’un bizi en çok ilgilendirecek politikaları, Ortadoğu politikaları olacak.

Tahminime göre, bu dönemde de BM, Irak Savaşı’na müdahale etmeyecek.

ABD, her halükárda 2005 Ocak’ta veya en geç aynı yıl içinde Irak’ta seçim yapacak. Seçimlerde en önemli unsur olan ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiiler ile bu dönemde anlaşmanın ve işine gelen aday(lar)ın seçilmesini sağlamaya yönelecek.

Uzlaşmaya yanaşmayan teröristler karşı da acımasız mücadele verecek. Onları uzlaşmaya itmek için her türlü gücü kullanacak. Irak’ta daha fazla kan akacak.

* * *

1 Mart tezkeresinin reddi ile Kuzey Irak’ta inisiyatif Kürtlerin eline geçti. Derin gazete ne yazarsa yazsın, artık Türkiye, Kuzey Irak’a müdahale edemez.

Kuzey Irak’ta bir Kürt Federe Devleti kurulacak. Bu dönemde Türkiye hesaplarını bu gerçeğe dayanarak yapmak zorunda.

ABD, federe devlet kurulmadan önce PKK için hiçbir yaptırıma girişmeyecek.

* * *

Ortadoğu’da yine de en güvenilir müttefik Türkiye olduğu için ABD bu dönemde Türkiye’nin gönlünü, hem ona AB yolunda destek vererek, hem de BOP’ta önemli bir rol biçerek almaya çalışacak.

Bu dönemde, eli maşalı ABD, aynı zamanda Ortadoğu’da demokrasi görünümlü oyunlar oynayacak. Suudi Arabistan’da göstermelik seçimler zorlanacak, Türkiye Suriye’ye daha da fazla yanaşması için teşvik edilecek.

Sanırım, ABD, Ortadoğu halkının gönlünü almak için Arafat sonrası dönemde Filistin barışına da oynayacak.

* * *

Bu dönemde Ortadoğu’da yeni kıyamet İran’da kopacak. Bush’un ‘İran’ı denetim altına aldığına’ inanmadan Beyaz Saray’ı terk edeceğini hiç sanmıyorum. İran’ı nükleer silahlar konusunda ya ikna edecek, ya ikna edecek!

* * *

Bu dönem dünyaya daha da güçlü muhafazakár politikalar egemen olacak!
Yazının Devamını Oku

George W. Bush!

4 Kasım 2004
<B>AYLARCA </B>sorduk:<B> ‘Bush mu, Kerry mi?’</B> ABD halkı nihayet sorunun cevabını verdi: <br><br><B>George W.Bush!<br><br>George W.Bush </B>nerede ise<B> </B>bütün dünyanın hışmını üstüne çeken bir başkan! Hem saldırgan, hem de başarısız addediliyordu.

Irak’ta birçok vatandaşının beyhude ölmesine neden oldu. İşsizlik onun döneminde ayyuka çıktı. Üst sınıfın vergilerini, yatırım yapmaları ve dolayısıyla istihdamı artırmaları için azalttı.

Ancak, istihdam artmadı.

Şanssız bir konjönktürle, onun döneminde petrol fiyatları tarihi rekorlar kırdı.

Hayatı özel binek arabasına dayalı ve ucuz petrol tüketmeye alışık ABD orta sınıfı yine onun döneminde, Aşil’in topuğu gibi, en can alıcı noktasından vurulmuş oldu.

Ancak, ABD halkı yine de onu seçti!

* * *

Neden?

30 Ekim 2004 tarihinde de bu köşede yazmıştım. (‘Bush mu, Kerry mi?’)

John Kerry, bütün avantajların lehine olduğu bir ortamda ortaya ne net bir kimlik, ne de program koydu.

Ne yapmak istediğini, Bush’tan farkını kimseye anlatamadı.

Neredeyse tüm dünya onu ‘Irak Savaşı’nın panzehiri olarak gördü; ama o Demokrat Parti’nin genel kuruluna askeri kıyafetli fotoğrafıyla katıldı.

Zira, o da ABD halkının bu savaşa verdiği desteğin, teröre karşı hassasiyetinin farkında idi.

Savaşı o da onayladı; ama farkının ne olduğunu izah edemedi.

İstihdamı nasıl artıracağına dair de bir ipucu veremedi. Sadece vergi indirimini üst sınıfa değil, orta sınıfa uygulayacağı sözünü verdi.

Bu söz ise istihdam artışı hakkında hiçbir ipucu vermiyordu.

* * *

ABD halkı ikiye bölündü; ama yine de terör algılaması öne çıktı ve bu tehlikeye karşı halk, Bush’un yeni-muhafazakár şahinlerini tercih etti.

Dünyada, özellikle aydınlar arasında, Bush’a karşı yükseltilen sesler, zaten hep önemsenen ABD seçimleri arasında, bu seçimi çok daha ilgi çekici hale getirdi.

Tüm dünyada yaratılan hava, ABD seçmenini de etkiledi. Ülke ortalamasına göre, seçime ilgi çok arttı.

Yüzde 66 oranında katılım ABD için çok yüksek!

* * *

Ancak, bu ilgi dünya aydınlarının beklentisinin aksine geri tepti. Artan oylar, umulduğu gibi Kerry’ye değil, Bush’a gitti.

Halk, Bush’u aşağılayarak anti-propaganda yapan hem kendi, hem dünya aydınlarına bir de ders verdi.

Aydınlar ile halk, aynı meseleye farklı baktılar.

Şimdi bu aydınlar, ABD halkını aşağılamaya başlarlarsa hiç şaşırmayın.

Zira, onlar bilir, halk bilmez!

* * *

Bush’la geçirilecek bir 4 yıl daha dünya halklarına hayırlı olsun!

Bu seçimin Türkiye açısından etkilerini cumartesi günü irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Dokunulmazlıkların tümü kalksın

3 Kasım 2004
<B>PAZARTESİ </B>günü yazdığım yazıda yargının iki benzer durumda farklı davrandığı görüşünü bir örnekle izah etmeye çalıştım. Verdiğim örnekte Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Ercan Yalçınkaya mafya bağlantıları iddiaları ile soruşturulduğu sırada açığa alınması gerekirken Kazan’a savcı yapılıyor, Cumhuriyet Savcısı İsmet Tuncer ise rüşvet davası başlamadan evvel meslekten kovuluyordu.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ‘...isnat olunan soruşturma maddelerinin sübuta erdiği anlaşılmış olmakla mevcut deliller karşısında (delillerin isnat edilen suçu ispat etmiş olması nedeni ile)...’ diyerek Tuncer’i hakimlik, memurluk ve dahi avukatlık mesleğinden uzaklaştırıyordu.

Bu yazının ardından Adalet Bakanı Cemil Çiçek aradı ve bu karşılaştırmanın yanlış olduğunu bildirdi. Tuncer müfettiş soruşturması ardından meslekten atılmış, halbuki Yalçınkaya için müfettişlik soruşturması devam ediyormuş.

Benim ise meramım bir yanda soruşturma geçiren kişinin neden açığa alınmadığı (Yalçınkaya), öte yanda davası sona ermeden bir kişinin nasıl meslekten atıldığını (Tuncer) sorgulamaktı!

Kaldı ki, HSYK’nın dava daha başlamadan ‘deliller suçu ispat ediyor’ diye hüküm koyduğu kişinin davasını Adalet mekanizması 5 yıldır bitirememiş!

Eğer, İsmet Tuncer bu dava sonunda beraat ederse, kaybettiği 5 yılın maddi ve manevi karşılığını kim karşılayacak?

HSYK mı, müfettişler mi?

Kimse HSYK’nın kararlarını sorgulayamadığı ve müfettiş raporu bir yaptırım olmadığı -Tuncer’i HSYK meslekten attı- için Tuncer ne dava öncesinde, ne dava sonrasında kimseden hesap soramaz.

Neden?

Anayasa’nın 159. maddesi böyle emrediyor da ondan!

* * *

Anayasa’nın 159. maddesi tüm hakim ve savcıların özlük hakları (mesleğe kabul etme, atama, nakil etme, meslekten atma vb.) hakkında karar yetkisini bu Kurul’a veriyor.

Böylece hakim ve savcıları Anayasal teminat altına alıyor ve siyasi baskılardan uzaklaştırıyor.

Çok da doğru yapıyor!

Ancak, aynı madde:

‘...Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz...’ da diyor. İtirazlar sadece HSYK’nın kendisine yapılabiliyor!

Bugüne kadar benzer özelliği nedeni ile Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) çok eleştirildi.

Ancak, aynı dokunulmazlık HSYK’da da var!

* * *

Pazartesi günü yazdığım ve yargının iç tutarlılığını sorgulayan yazımdan sonra durumlarının İsmet Tuncer’e benzediğini, ama sorgulayamadıklarını iddia eden çok sayıda mektup aldım.

Ordudan atılan bir askerin Bilgi Edinme Yasası sayesinde elde ettiği YAŞ kararını yayınlayınca da insanlar garip gerekçelere çok şaşırmıştı.

* * *

Sadece TBMM’nin değil, benzeri şekilde koruma altında olan tüm kurumların dokunulmazlık zırhlarından arındırılmaları vakti çoktan gelmiştir.

Dünyevi olan hiçbir varlık sorgulamadan muaf olamaz!
Yazının Devamını Oku