25 Şubat 2011
Okula gitmediğiniz zamanlarda neler yapıyorsunuz? Ödev ya da sınavınız yokken vaktinizi çoğunlukla televizyonun veya bilgisayarın başında geçiriyorsunuz değil mi? Oysa öğrenilecek dünya kadar yeni konu, gidilecek bir sürü kurs var. Öylece vakit öldürmek yerine bir müzik aleti çalmayı deneyebilir, tiyatro kursuna gidebilir ya da satranç ustası olma yolunda ilk adımı atabilirsiniz. Merak ve yeteneklerinize göre seçebileceğiniz hobilerde sınır yok. Resim, müzik, dans ya da spor... Eminim biri mutlaka size göre. İşte birkaç alternatif hobi önerisi.
Kekinizi kendiniz yapın
Eğer eğlenceli birkaç saat geçirmek isterseniz, İstanbul Ataşehir’deki Tatlı Sürprizler Pasta Evi’nin mutfağında, bu pazar küçük kekler yapmayı öğrenebilirsiniz. Katılım ücreti 60 lira. Unutmayın, belirtilen saatten 15 dakika önce atölyede olmanız gerekiyor.
Saat: 10.3013.30 veya 14.3017. 30 arasında
Telefon: (216) 576 98 28
www.tatlisurprizler.com
Geleceğin Hido’su siz olmayasınız
Okul ve ev arasında mekik dokuduğunuz hareketsiz hayattan mı sıkıldınız? Okuldaki beden eğitimi dersleri yetmiyor mu? O zaman size en uygun hobi, bir spor dalıyla ilgilenmek. Bu konuda yardımcı olabilecek pek çok spor merkezi var. Mesela İstanbul’daki ClubSporium Kış Okulları’nda 4-14 yaş arasındaki minik sporcular için yüzme, tenis, basketbol, ritmik jimnastik gibi dallar yer alıyor. Spor yaparak hem daha sağlıklı olabilir hem de yeni arkadaşlar edinerek güzel vakit geçirebilirsiniz. Hem kim bilir; belki de ileride siz Roger Federer gibi başarılı bir tenisçi ya da Hidayet Türkoğlu gibi basketbolcu olabilirsiniz.
Bilgi almak için: www.clubsporium.com
Robot tasarlayın
Eğer 8 ile 11 yaş arasında bilime meraklı bir çocuksanız, kendi ellerinizle bir robot tasarlayıp hem yaratıcılığınızı geliştirmeniz hem de eğlenmeniz mümkün. Kablolar, piller, renkli kalemler sizinle buluşmayı bekliyor. Yarın gerçekleştirilecek eğitimin kontenjanı 20 kişi, ücret ise 25 lira. Yer; İstanbul Levent’teki BJK Koleji Bilim Müzesi. Sabah 10.30’da orada olun. Telefon: (212) 270 75 25, www.bjkkoleji.k12.tr
Ailenizle birlikte müzik yapın
5 yaşına kadar çocukların anne babalarıyla birlikte katılıp, ailece müzik yapabileceği bir etkinlik varmış. Adı Music Together; yani hep birlikte müzik. Yeri İstanbul Caddebostan’da. 10 hafta boyunca, seçeceğiniz gün ve saatte, haftada 45 dakika içinizdeki müzisyeni serbest bırakıyorsunuz. Katılanlar ‘hep birlikte şarkılar söylüyor, müziğin melodi, ritim ve armoni gibi esaslarını pasif dinleyiciler olarak değil, aktif birer katılımcı olarak oyunlar eşliğinde özümsüyoruz’ diyorlar. Dünya müzikleriyle birlikte eğlenceli aktiviteler yapılan, dans edilen ve müzik aletleri çalınan bu etkinlik, müziğe meraklılarına göre. 13 Mart’a kadar devam ediyor. Telefon: (532) 455 39 88,
www.musictogetherist.com
Resim yeteneğinizi geliştirin
Akbank Sanat’ın düzenlediği suluboya atölyesine gidip çok ilginç bir resim tekniği öğrenebilirsiniz. Bu tekniğin sadece kendisi değil, adı da ilginç: Sarkis su içinde suluboya. Katılmak için 5 lira ödemeniz gereken bu kursta hem değişik bir yöntemle tanışabilir hem de içinizden geldiği gibi renklerle oynayabilirsiniz. Akbank Sanat, İstanbul Beyoğlu’nda bulunuyor. Etkinlik tarihleri 19 ve 26 Mart. Telefon: (212) 252 35 00-01, www.akbanksanat.com
Dans etmeden duramıyor musunuz
Dans etmeyi kim sevmez ki? Peki dans etmeyi çok iyi bilen birinden dans etmeyi öğrenmek istemez misiniz? Bursa’da bulunan Evita Dans Kursu, 7 ve 12 yaş arası çocuklar için her türlü dans eğitimi veriyor. Latin dansı ve modern dans başta olmak üzere çok çeşitli dans türlerini öğrenebileceğiniz kursta yıl sonunda da gösteri sergileniyor. Tek yapmanız gereken müziğin notalarına kendinizi bırakmak. Telefon: (224)451 44 15.
Uçurtma dünyasına yolculuk
İstanbul Üsküdar’daki Uçurtma Dünyası, hafta içi her gün saat 10.00 ile 17.00 arasında 25 kişilik sınıflarda eğitmenlerce nasıl uçurtma yapılacağını öğreten bir uçurtma atölyesi. Üstelik, malzemesini getirenlere ücretsiz! Tüm mesai günlerinde atölyeye katılan öğrenciler aynı zamanda Türkiye’nin ilk ve tek uçurtma müzesi olan Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi’ni de gezme imkanına kavuşuyorlar. Telefon: (216) 553 23 37
Drama ile özgürleşin
Kendine güveninizi geliştirirken aynı zamanda keyifli vakit geçirmenizi sağlayacak olan tiyatro gerçekten yaratıcılığı destekliyor. Sahne üstünde rahat olmak, düzgün bir diksiyon ve kuvvetli bir beden diline sahip olmak istiyorsanız drama kursu size uygun bir hobi olabilir. Ankara’da bulunan Hayal Sahnesi’nde yıl boyunca her yaştan çocuk eğitim alabiliyor. Hayal Sahnesi Sanat Kursu aynı zamanda “London College of Music”in Ankara’daki tek yetkili sınav ve eğitim merkezi. Telefon: (312) 418 12 13
Disneyland Paris tatili için oylama başlıyor
Hürriyet Çocuk Kulübü üyeleri kazanıyor
Hatırlarsanız Disney Live Mickey’nin Müzik Festivali’nin İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde yapılan gösteriminden sonra Hürriyet Çocuk Kulübü standında çok eğlenceli videolar çekmiştik. İşte çekilen bu güzel videoların en iyi 5 tanesi belirlendi!
Peki bu finalistleri ne bekliyor? Finale kalan 5 arkadaşımız arasında sizden en çok oy alan videonun sahibi, ailesi ile birlikte 2124 Nisan tarihleri arasında Disneyland Paris’te çok güzel bir tatile gidecek. Sizin de yapmanız gereken tek şey Hürriyet Çocuk Kulübü’nün internet sitesinde video sayfasında bulunan 5 videoyu izleyip, en beğendiğiniz yarışmacıya, Hürriyet Çocuk Kulübü ana sayfasındaki anketten oy vermek!
İşte finalistler!
Nuray Ağaoğlu
Emir Ertürk
Münevver Kardelen Dönmez
Hazal Uzun
Alara Yetgin
Unutmayın! Oylama 6 Mart Pazar günü saat 22.00’da sona erecek! Videoları izlemek için hemen www.hurriyetcocukkulubu.com adresine tıklayın!
Hepinize iyi eğlenceler...
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2011
Pek çok kişi, özellikle de yetişkinler bilgisayar oyunlarının zaman kaybı olduğunu düşünebilir. Ancak yapılan bazı araştırmalar, ölçülü olmak kaydıyla oyun oynamanın insanı özgürleştirdiğini, üretken olma imkanı sağladığını, gelişimine olumlu katkıda bulunduğunu gösteriyor. Burada üretkenlikten kastedilen, klasik anlamıyla ‘somut bir şey ortaya çıkartmak’ değil elbette. Söylenmek istenen şey, oyunların insanda güçlü duygular uyandırmak yoluyla tatmin sağladığı, yeni ilişki biçimleri yaratarak ‘dünyayı değiştirmek adına’ adım atmaya teşvik ettiği. Nasıl mı?
HAFTADA 40 SAATLİK MESAİ
Bugün dünya genelinde, yarım milyardan fazla insan, günde en az bir saatini online oyunlar oynarak geçiriyor. Tahmin edeceğiniz üzere, yaş küçüldükçe, oyun oynama miktarı da artıyor. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, 18 yaşın altındaki erkeklerin yüzde 97’si, kızların da yüzde 94’ü düzenli olarak bilgisayar oynuyor. Sıkı durun, 21 yaşına kadar ortalama bir Amerikan genci 10 bin saat oyun oynamış oluyor. Bütün ortaokul ve lise hayatı boyunca hiç ders kaçırmamış bir öğrencinin sınıfta geçirdiği zamana eşit bir süreden bahsediyorum. Hâlâ şaşkınlıktan ağzınız bir karış açık kalmadıysa, araştırmaya dair en çarpıcı rakamı söylemenin vakti gelmiş demektir. Amerika’da 5 milyon kişi haftada 40 saatten fazla bir zamanı oyun oynayarak geçiriyor. Bu süre, insanların sabah gidip akşam çıktıkları ve karşılığında maaş aldıkları tam zamanlı işlerinde geçirdikleri zamana eşit.
NEDEN OYNUYORUZ
Peki hiç düşündünüz mü, niye bunca insan oyun oynamayı seviyor? Galiba her gün milyonlarca insan, gerçek hayatın sınırlarla dolu dünyasından uçsuz bucaksız oyun evrenine kaçıp özür hissetmek istiyor kendini. Hayattaki başarısızlıklarını geride bırakıp, oyunda topladığı puanlarla, atladığı seviyelerle kendiyle gurur duyabileceği bir yer bulmaya çalışıyor. Çok büyük cesaret gerektiren bir görevi, hiç tanışmadan kader ortaklığı yaptığı arkadaşlarıyla birlikte hem de evde pijamalarıyla otururken tamamlamanın ‘haklı gururunu’ yaşamak istiyor belki de. Sanal da olsa bir yere ait hissetmek, ortak bir dil konuşan bir grubun parçası olmak, birilerine yardım edebilmek insana iyi geliyor çünkü. O ya da bu sebeple, bütün bu duyguları tetikleyen bilgisayar oyunları teknolojinin de yardımıyla insanların en çok sevdikleri zaman geçirme biçimlerinden biri olmuş durumda.
Yapılan araştırmalar oyun oynarken kazandığımız becerileri gerçek hayatta kullanabildiğimizi gösteriyor. Mesela görevin bir adada çevreyi temizlemek olduğu Super Mario Sunshine gibi bir oyunu 30 dakika oynayan bir çocuğun hem evde hem de okulda etrafı kirletmemeye ve çevresindeki insanlara yardım etmeye daha gönüllü olduğuna dikkat etmiş uzmanlar. Ya da Guitar Hero veya Rock Band gibi müzik oyunları oynayan çocukların bir müzik aleti çalmaya daha istekli olduklarını ve bu enstrümanları çok daha kolay öğrendiklerini görmüşler. Kendi karakterini yarattığın oyunların en popülerlerinden biri olan World of Warcraft gibi bir oyunu çok kısa bir süre oynayan bir üniversite öğrencisinin oyundan aldığı kendine güven hissiyle sınavlarda daha başarılı olduğu da araştırmanın verileri arasında.
KÜRESEL ISINMANIN ÇARESİNİ BULABİLİRSİNİZ
Uzmanlara göre, başarı peşinde koştuğumuz bu oyunların, bizi kanserin tedavisini bulmaya, Afrika’daki açlığa çareler geliştirmeye, küresel ısınmaya dur demeye çalışan bir insan haline getirme ihtimali var. Buna ne kadar inanırsınız bilmem ama benim size önerim her zaman olduğu gibi ölçülü olmanız. Uzmanlar, haftada 21 saatten daha uzun bir süre oyun oynamanın kişiyi yalnızlaştırdığını, gerçek hayattan kopardığını hatta depresyona sürüklediğini söylüyorlar. Sevdiğiniz bir oyunu günde 1 saat oynayarak hem keyifli zaman geçirebilir hem de zorlukların üstesinden gelmenin verdiği güven duygusuyla hayata karşı daha istekli olabilirsiniz. Ne demişler; azı karar çoğu zarar! Ayrıca unutmayın bizler bilgisayar başında otururken, dışarda hayat geçip gidiyor.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2011
Geçen akşam ‘Bir Alışverişkoliğin İtirafları’nı seyrettik annemle.
Film, kendini alışveriş yapmaktan alıkoyamayan Becky’nin yaşadığı komik olayları anlatıyor. O aldıkça aldı, başını çeşit çeşit belalara soktu, biz de annemle kahkahalara boğulduk. Film güzeldi ama onu annemle izlemenin keyfi bir başkaydı. Neden mi? Çünkü bence anneler ve kızları için alışveriş, çok önemli ve hassas konuların başında geliyor.
YÖNLENDİRİCİ OLSA KEŞKEAnne kız alışveriş yapmak, hem alışverişin keyfini ve heyecanını, hem de anne kız arasındaki kimi zaman komik kimi zaman da gerilimli ilişkiyi içinde barındırıyor. Çocukluğuma dair, bana yeni ‘ciciler’ almak için güle oynaya yola düştüğümüz ve annemin ‘bir daha çıkmıyoruz alışverişe’ cümlesiyle kavga gürültü biten cumartesi günlerini hiç unutmuyorum mesela. Bir sonraki hafta hiçbir şey olmamış gibi tekrar alışveriş yapmaya gittiğimizi de tabii. Benim için annemle alışveriş yapmanın zorluğu, ne denersem deneyeyim hep ‘iyi oldu, bence al’ demesiydi. Şimdi annesi her beğendiğine bir kulp takan arkadaşların bana kızdıklarını duyar gibiyim ama kabul edin, insan biraz daha yönlendirici birine ihtiyaç duyuyor alışveriş yaparken. Bir arkadaşım almayı düşündüğü şeyi annesine gösterdiğinde hep ‘bence kumaşı kaliteli değil, baksana dikişi düzgün değil’ yanıtını alıyormuş. Başka bir arkadaşımın annesi için, alınan şey ne kadar indirimde, ne kadar ucuz olursa olsun ‘o paraya değmez’miş. ‘Bak emin misin, gerçekten ihtiyacın var mı şimdi buna?’ ‘Bir kere kullanıp bir kenara atacaksan hiç alma, dolabın kıyafet dolu’ ‘Daha geçenlerde buna çok benzeyen bir pantolon almamış mıydın sen? ‘Kızım moda diye bu giyilir mi, donacaksın bak!’ Alışveriş yaparken annelerden duymaya alıştığımız bu ve benzeri cümleleri yazmaya sayfalar yetmez. Ayrıca tam tersi örneklerle de karşılaşmak mümkün. Mesela ünlü İngiliz oyuncu Keira Knightley ve annesi. Tam bir alışverişkolik olan Knightley alışveriş konusunda kendini tutacak birine ihtiyaç duyuyormuş ve bu kişi de biricik annesiymiş.
Ancak son yıllarda bahsettiğim bu diyaloglar yerini ‘Kızım bir baksana burada yine şifre sordu ama ben daha önce girmiştim’ ‘Bir alışveriş sitesi varmış ama üye olmak lazımmış, nasıl olunuyor?’ ‘Bir mail geldi bana, okçuluk eğitimi yüzde 70 indirimle diye ama ben istememiştim’ gibi diyaloglara bırakıyor. Tüm hayatımızı değiştiren internet, alışveriş alışkanlıklarımızı da değiştiriyor. İnternet anne ile kızların yer değiştirdiği nadir alanlardan ve bu yönüyle de çok küçük yaşlardan itibaren annenin yönlendirici rolünü kızları üstleniyor. Çok örnek verilebilir ama beni en çok şaşırtan , 19 Eylül 2009 tarihli bir haber. Sidney’de daha yeni yürümeye başlayan Sienna Leigh adında 3 yaşında bir kız çocuğu nun anne babası bakmazken onların iPad’ini kullanarak bir sürü uygulama satın alması alışverişle ilgili doğru bildiğimiz bazı gerçeklerin tamamen değiştiğinin kanıtı.
ALIŞVERİŞKOLİK OLMAYINArtık yeni bir şeylere sahip olmak için annemizle yolara düşüp tabanlarımız patlayıncaya kadar yürümemiz, elimizde biriken torbaları taşırken yorulmamız, kalabalık alışveriş merkezlerinde başımız dönerek bir şeyler satın almaya çalışmamız gerekmiyor. Artık sanal dünyanın sınırsız sayıda seçenek sunan mağazaları bir tık uzağımızda. İnternet dünyasında bu aralar, kişiye özel alışveriş ve indirim siteleri popüler. Evimizden çıkmadan, sıkılıp bunalmadan, üstelik uygun fiyatlara alışveriş yapabiliyoruz bu sitelerde. Ya da yıllardır gitmek istediğimiz bir kursa çok ucuza kaydolabiliyoruz. Saat sınırı yok, bizi ihtiyacımız olmayan şeyleri almaya ikna eden tezgahtarları da. Bence en büyük, belki de tek risk, para o anda cebinizden çıkmadığı, ödeme kredi kartları ile çok ‘sanal’ bir şekilde yapıldığı için kendinizi kaptırıp fazla harcama yapmak. Keira Knightley ve onun gibi alışverişkolikler dikkat! Sanal dünyanın cazibesine kapılıp beş kuruşsuz kalmayın!
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2011
Yakın zamana kadar, dışarıda ailesiyle birlikte yemek yiyen bir çocuğun iki seçeneği vardı. Ya annesinin tabağını paylaşacak ya da yarım porsiyona razı olacak. Ki hiç bir çocuk “yarım porsiyon” olmayı sevmez, “tam porsiyon” olacağı günlerin hayalini kurar.
Oysa şimdi özel çocuk mönüleri hazırlayan zincir restoranlar var. Bu ‘her yerde aynı’ restoranlar, ister tüm dünyaya yayılmış büyük ‘fast-food’ markaları olsunlar, ister sadece Türkiye’nin farklı şehirlerinde açılmış, menülerinde günün her saati yenebilecek bir yemek bulabildiğimiz ‘kafe’ tarzı yerler olsunlar, dışarıda yemek yeme alışkanlığımızı kökünden değiştirdiler.
Ben bu zincir ‘fast-food’cuların büyük kutlamalarla açılan ilk şubesine gittiğimde tam 10 yaşındaydım. O güne kadar hızlı yediği yegâne şey annesinin okula gitmeden eline tutuşturduğu reçelli ekmek ya da kırk yılda bir alışverişe çıkıldığında yenen ekmek arası döner olan ben, epey şaşırmıştım elimdeki tepside yan yana duran, hepsi aynı kağıtlarla paketlenmiş hamburger, patates, kola üçlüsüne bakarken.
Daha henüz çocuk menüsü yoktu bu restoranlarda ama zaten oradaki her şey çocuklar için gibiydi. Hafta sonları, bir çocuk ordusu, sanki bütün hafta aç bırakılmışız gibi, sayıları hızla artan bu restoranları doldurur, servis edilen yemeğin doğası gereği en fazla 15 dakika kalmamız beklenen masalarda saatlerce otururduk. Size şimdi komik geliyor olabilir ama o zaman gerçekten dünya başka bir yerdi. Yayın yapan tek televizyon kanalını izliyor, müzik dinlemek için kaset alıyor, hobi olarak kokulu silgi biriktiriyorduk. Değişikti yani hayat bizim için, şimdikinden farklıydı.
Zamanla ‘çocuk menüsü’ kavramıyla tanıştı Türkiye. Bu dönemde, bir restorana gittiğinizde ‘Çocuk Menüsü’ başlığının altında bulabileceğiniz yemekler hep aynıydı ama. Köfte, patates, makarna, hamburger ve kızarmış tavuk parçaları. Ancak günümüzde, hem daha fazla restoran menüsüne çocuklara göre yemekler ekledi, hem de menülerdeki çeşitlilik arttı.
Artık aileler daha sağlıklı seçenekler görmek istiyor menülerde. Çocuklar ise farklı tadlar peşinde. Ama gerçekte onların asıl dertleri bu yemeklerin yanında verilen hediyeler ya da bu restoranların onlara sunduğu eğlence. Bunun farkında olan restoranlar, çocuk menülerinin yanında oyuncak, şeker, balon gibi hediyeler veriyor, minik müşterilerinin keyifli zaman geçirmesi için onlara özel oyun alanları ayırıyor, palyaço ve sihirbaz gösterileri sunuyor, boya kalemleri ve kağıtlarla güzel zaman geçirmelerini sağlıyor.
ABD’nin Connecticut eyaletindeki Yale Üniversitesi’nin Rudd Gıda Politikası ve Obezite Merkezi’nden bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, özellikle fast food restoranları reklamlarında hedef kitle olarak çocukları kabul ediyor. Araştırmaya göre, fast food sanayi reklam için 4,2 milyar dolardan daha fazla para harcıyor. Çocuklar sağlıklı yiyecekler yerine oyuncaklı menüler üzerinden ürünleri almaya çağırılıyor. Bir başka çarpıcı sonuç ise, Amerikalı ailelerin yüzde 84’ünün çocuklarını haftada en az bir kere fast food restoranına götürdüğü gerçeği.
Çocuk menülerinde bence en önemli nokta çeşitlilik. Bugün Türkiye’de restoranların sunduğu menüler çoğunlukla belirli ürünler içeriyor. Oysa, farklı yemekler de olmalı seçenekler arasında. Bu yemekleri benzerlerinden ayıran minik lezzet dokunuşları da? Yanında güzel soslarla servis edilen, çocukların elle yiyebileceği sebzeler olabilir mesela menüde. İçine değişik malzemeler konmuş, süslü bir krep ya da değişik hayvanlar gibi şekillendirilmiş balık köfteleri? Sağlık, lezzet ve görüntü dengelenirse hem anneler hem minik gurmeler mutlu kalkar sofradan.
Bu restoranlar için hediyeler ve eğlenceli bir ortam da önemli tabi ama çocuklara eğlenmekten başka hiçbir şey yapmadıkları bir ortam yaratıp sonra yemeklerini güzelce yemelerini beklemek mantıklı değil bana sorarsanız. Çocuklara sıkılmadan vakit geçirtip, damak tadlarına uygun, sağlıklı ve bakınca iştah kabartan yemekler sunan bir yerin kısa zamanda, sadık bir kitle oluşturmaması neredeyse imkansız. Özellikle çocukların ne kadar alışkanlıklarına düşkün oldukları düşünülürse?
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2011
Ünlü pazarlama gurusu Martin Lindstorm, BRANDchild isimli kitabı için Millward Brown şirketine bundan 7 yıl önce bir araştırma yaptırmıştı. ABD rakamlarına göre 9-14 yaş grubunun o zaman bile sahip olduğu satın alma gücü 200 milyar doları buluyordu. 12 yaşın altındaki çocukların hane alışverişini 500 milyar dolar etkilediği biliniyordu.
Millward Brown araştırmasında elde edilen bir başka sonuç ise dünyadaki çocukların yarısının modayı takip etmeyi sevdikleri, ki biz bunu zaten biliyoruz. Erkek çocukların yüzde 45’i, kızların yüzde 55’i tam bir moda tutkunu.
Çocuklar uzunca bir süredir zaten reklamcıların hedefi. Müşteri çocuk olunca, reklam da çocuğa yapılıyor. Yüzlerce markanın binlerce ürünü var vitrinlerde. Rengarenk, çeşit çeşit. Her gün televizyonda, gazete ve dergilerde, internet sitelerinde giydikleri kıyafetlere, taktıkları şapkalara, kullandıkları cep telefonlarına yani kısaca tarzlarına hayran olduğumuz bir sürü ünlüyü görüyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki yıldızların çocuklarını da yakından takip ediyoruz medya sayesinde. Suri Cruise’un topuklu ayakkabıları, Willow Smith’in ilginç saç kesimi ya da Brad Pitt ve Angelina Jolie’nin kızları Shiloh’nun erkeksi giyim tarzı.
Trendleri yakalamaya, modanın gerisinde kalmamaya uğraşanlar sadece ünlülerin çocukları değil. Artık herkes, çok küçük yaşlardan itibaren ‘öylesine’ değil, bilerek, seçerek giyiniyor. Bir tarz yaratmak istiyor. Kimileri bunu beğendiği bir ünlüyü birebir taklit ederek yapıyor. Kimileriyse bu tarzlardan beğendiği parçaları alıp kendi hayatına uyarlayarak. Ama tartışmasız olan tek bir şey var, o da son zamanlarda modaya meraklı olmanın çok ‘moda’ olduğu.
Peki nasıl oluyor da Suri Cruise gibi minicik bir kız stil ikonu oluyor? Ya da sıradan bir öğrenci olan Tavi Gevinson daha 11 yaşındayken usta bir moda editörüne dönüşebiliyor? Bence bu sorunun yanıtı ilerleyen teknoloji ve gelişen medya sebebiyle giderek küçücük bir kasabaya dönüşen dünyamızda gizli. Artık sanki bütün bu ünlüler ile aynı apartmanda yaşıyor, onlarla aynı ürünleri kullanıyor, aynı hayatı yaşıyor gibiyiz.
Tv dizileri, filmler, kitaplar ve de en önemlisi reklamlar her gün bizi yüzlerce markayla tanıştırıyor. Hatta tanıştırmakla kalmayıp bu markaları adeta kalplerimize kazıyor. Etrafımızı çevreleyen bütün bu markalar sadece gündelik ihtiyaçlarımıza yanıt vermiyor, bize daha güzel, daha mutlu, tam da imrendiğimiz ünlülerinki gibi bir hayat da vaadediyor. Tabii siz bu vaade inanırsanız. Bütün bu görüntü bombardmanına maruz kalırken dikkat etmemiz gereken tek bir şey var bence: ‘Dış görünüşümüzle bu kadar uğraşırken, iç dünyamıza da emek harcamayı ihmal etmemek.’
Yazının Devamını Oku 7 Ocak 2011
2011’in ilk cuma gününden hepinize merhaba! Bugün sizlere sıradan gibi görünen bir günün aslında nasıl da önemli olabileceğinden bahsetmek istiyorum. Ben fırsat buldukça tarihte bugün ne olmuş diye bakmak için internette gezinmeyi çok severim. Beğendiğim bir oyuncunun doğum günü, şaşırtıcı bir buluş, kırılmış bir rekor gibi ilginç bilgilerle karşılaşmak heyecan verici gelmiştir bana hep. Bugün de aynı şeyi yaptım, meşhur arama motorunun kutucuğuna 7 Ocak yazıp enter’ladım. İşte tarihin tozlu yaprakları arasında karşıma çıkanlar...
1610’da yani tam 400 yıl önce İtalyan astronom Galileo Galilei, Jüpiter’in dört uydusu olduğunu belirlemiş. 1714’te İngiliz mühendis Henry Mill daktilo makinesinin patentini almış. 1785’de Fransız havacı Jean Pierre Blanchard ve ABD’li fizikçi John Jeffries, bir balonla Manş Denizi’ni geçmişler. 1789’da Amerika’da ilk defa başkanlık seçimleri yapılmış ve George Washington başkan olmuş. 1927’de okyanus aşırı ilk telefon görüşmesi New York Londra arasında yapılmış. 1946’da şimdiki bilgisayarlara giden yolda atılmış büyük adımlardan biri olarak kabul edilen bilgisayar “Eniac”, Amerika’da kullanılmaya başlanmış.
Bütün bu çığır açan olaylar 7 Ocak’ta gerçekleşmiş. Sizce de ilginç değil mi? Diğerlerinden hiçbir farkı olmadığını düşündüğümüz öylesine bir günde, hayatımızı değiştirecek bir buluş, geleceğimizi etkileyecek bir icat yapılabileceğini bilmek bence gerçekten de etkileyici. Tam da bu yüzden, bugünün önemsiz olduğunu asla düşünmemeliyiz. Çünkü gelecek bugün yaratılıyor. Hepinize müthiş yeniliklerle dolu bir gün diliyorum.
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2010
Bu haftadan itibaren, Hürriyet Çocuk Kulübü olarak sizlerle Cuma ilavesinin sayfalarında buluşacağız. Sevdiğiniz, merak ettiğiniz, sizleri ilgilendiren ne varsa yine bu sayfada olacak. Tabii ben de! Hadi ne duruyorsunuz, sizler için hazırladığımız dopdolu bir sayfa sizleri bekliyor! Bugün yılbaşı! Koskoca bir seneyi geride bırakıp, bize bol kahkaha, iyi notlar ve eğlenceli oyunlar getirmesini dilediğimiz 2011’i karşılayacağız bu gece. Harçlıklarınızdan biriktirip sevdiklerinize küçük de olsa birer hediye alabildiyseniz ne mutlu size! Şanslı azınlıktasınız. Peki, ama ya hediye alamayanlar? Az sonra sizinle paylaşacağım öneriler onlar için. Hadi şimdi bırakın üzülmeyi ve hemen harekete geçin.
YARATICILIĞINIZI KULLANIN
Herkesin evinde kağıt, kalem, pamuk, kurdele, düğme, yün ve daha pek çok değişik malzeme mutlaka vardır. Bu malzemeleri kullanarak sevdiklerinizi çok mutlu edecek, harika hediye kartlar yapabilirsiniz. Kesin, düğümleyin, yapıştırın, boyayın ve hiçbir yerde satılmayan o ‘özel’ hediyenizi yaratın. İsterseniz güzel bir resminizi el yapımı bir çerçeve ile müthiş bir hediyeye dönüştürebilirsiniz. Unutmayın yaratıcılıkta sınır yok!
HAYDİ MUTFAĞA
Para harcamadan yapabileceğiniz hediyelerin başında kek ve pastalar geliyor. Eğer zaten yapmayı bildiğiniz bir kek varsa hemen kolları sıvayın ve sevdiklerinize lezzetli bir hediye hazırlayın. Daha önce hiç mutfağa girmemiş arkadaşlara önerim ise hazır kek, krem şanti ve birkaç renkli pasta süsü yardımıyla yılbaşı pastasını kendilerinin hazırlaması. Böylece içine sevgi ve emeğinizi de koyduğunuz bir hediye yaratabilir, sevdiklerinizi bu tatlı sürprizle mutlu edebilirsiniz.
YETENEKLERİNİZE GÜVENİN
En son önerim, kendine yaratıcılıkta ve mutfakta güvenmeyenlere. Bu son dakika hediyesi için yapmanız gereken ilk şey sevdiğiniz bir şarkı ya da şiir seçmek. Çok zor ya da uzun bir şey olmasına gerek yok. Konusu yılbaşı ya da istediğiniz herhangi bir şey olabilir. Seçiminizi yaptıktan sonra geriye sadece onu ezberlemek kalıyor. Eğer sıkı çalışır ve bu güzel hediyeyi heyecanlanmadan sevdiklerinizle paylaşırsanız mutluluktan havalara uçacaklarına emin olabilirsiniz.
Hediyeniz olsun ya da olmasın, hepinize çikolata kadar tatlı bir 2011 diliyorum!
Yazının Devamını Oku