Bodrum’un dağlarında, denize uzakta, günlerdir kendi aileme hatta tüm yaşamıma dair bir inziva ve iç görü içindeyim.
Bu sadece bakışımın içinde farkındalık yaratarak, içsel ve dışsal değişimlerimin de harekete geçtiği bir süreç benim için...
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı benim Annemin doğum günü.
Benim yazılarımı okuyan bazılarınızın da bildiği gibi bende 29 Ekim doğumluyum.
Hayatta hiç birşeyin bir tesadüf olmadığı ve bizlerin hayallerimizin ötesinde, herşeyin birbirine bağlı olduğu bir sistem içinde yaşadığımızı hepimiz her gün daha çok fark ediyoruz.
Birçoğunuzun da bildiği gibi benim annem gençlik dönemimde, 14 yaşımda iken kayboldu.
Her sene anneler gününün ardından 19 Mayıs’ın, yani annemin doğum gününün gelişi, benim yoğun bir şekilde annemle ilgili daha çok farkındalığa ilerlememe neden oluyor.
Annemden ve annemin ailesinden neler taşıyorum? Hayatımda ki hangi tutum ve hareketler annemle özdeş? Bunlar beni nasıl etkiliyor? Anneme karşı yargılarım neler? Peki, hayatımda mutlu olmak adına bunları nasıl dönüştürebilirim gibi sayısız farkındalık…
Şu an Bodrum Gümüşlük’ten Dünya’nın bir cennet köşesinden sizlere bu satırları yazıyorum. Bu arada tatile değil, içsel bir gelişim süreci için geldim.
Ben her daim kalben çekim hissettiğim eğitimlere katılıyor, Dünya çapındaki pek çok önemli eğitmen ile çalışmaya devam ediyorum. Katıldığım her eğitim ve çalışmada hiçbir şey bilmiyor konumuna geçerek kendimi tamamen boşluğa çekiyor ve öğrenmeyi, keşfetmeyi deneyimliyorum.
İnsanlar benim inancıma göre; kendilerini boşluğa geçirmezler ise, dolu oldukları halleri ile nasıl yenilikleri içlerine alabilirler?
Yargıyı ve tüm kalkanları bir kenara bırakarak, hayatı sıfır noktasından deneyimlemek gerçekten insana bambaşka bir vizyon katıyor.
Birçok insan yeni başladığı bir işi, daha önce çalıştığı iş yeri veya kendi bildiği farklı bir çalışma alanı ile karşılaştırarak ilerlediği zaman genel olarak başarısız olur. Elbette aldığımız deneyimler ve farkındalıklar çok önemli... Hepimiz belli süzgeçlerden geçiriyoruz.
Lakin her alanın, her ilişkinin ve her iş yerinin hatta her eğitimin kendine özel dinamiklerinin olduğunun farkındalığında olmak, bütün bu süreçlerin içinden ego yapmadan geçmek insanı çok rahatlatan bir unsur.
O yüzden hiç bir ilişkinizi bir önceki ilişki ile karşılaştırmayın, her birisini kendi içinde kendine has olarak değerlendirin.
Hayatımın şu noktasında yıllardır, ego yapmadan hareket etmenin ne kadar özgürleştirici olduğunu keşfettim.
Herkesin aile ortamından alıştığı bir güven alanı vardır. Bazi insanların güven alanı mutsuzlukla doludur, lakin onun için mutsuzluk güvenlidir.
O mutsuzluğu güvenli alan olarak belirlediği için mutlu olan bir insana karşı öfke duyar.
Mutlu insan onun bilmediği bir alana sahiptir, ona göre sahtedir ve tehlikeler barındırır. Mutluluk onlar için anlamsız ve karanlık bir kuyu gibidir.
Mutsuzluk ise onların bildiği, kendilerini güvende hissettikleri bir yuvadır. Çünkü mutsuz oldukları zaman belli bir korunma kalkanının içinde kalırlar. O korunma kalkanının içinde kalmak ve geçmişte ki acıları böylelikle bir daha yaşamamak için her daim kendilerine bu mutsuzluğu hatırlatırlar.
Mutsuzluklarını kendilerine hatırlatma yöntemleri kişiden kişiye değişir, yanlız genel bir mutsuzluğu hatırlama ve geçmiş acılardan beslenme yöntemi acı dolu şarkılardır. Kimi korku filmleri ile, kimi duygusal, adeta hayata lanet okuyan şarkılar ile, kimi ise insanlara öfke duyarak mutsuzluğunu her daim tastikler...
İçlerinde ki öfke onlara daha fazla ve daha fazla öfkelenecekleri ortamları her daim çekmeye ve yaşatmaya devam eder...
Bazısı için güvenli alan fakirliktir, sağlık problemleridir ve saymakla bitmeyecek, bir insan neden bunları kendine yapsın diyebileceğimiz bilinçaltının oyunlarıdır.
Belki de hepimiz yada pek çoğumuz bunu zaman zaman deneyimliyoruz. Tabi kimimiz kabul eder veya etmesek de kendi kendimize kurduğumuz tuzaklar zaman zaman bizi içine alabilir.
Hayatı anlamayı seçen herkese merhaba....
Hepimiz çocukluğumuzdan itibaren devamlı birileri bizi duysun ve anlasın isteriz.
Sesimizi duyurmaya farklı şekillerde kendimizi göstermeye çalışırız. Birileri bizi anlasın diye yeri gelir hasta olur, yeri gelir ağlar, yeri gelir şartları zorlayarak hırsla başarılı olmaya çalışırız.
Hayatın içinde devamlı bir anlaşılma arzusu içindeyiz.
Sevgilimiz bizi anlasın istiyoruz. Patronumuz bizi anlasın, arkadaşlarımız bizi anlasın istiyoruz.
Her an devamlı anlaşılmak istemek gerçek anlamda hepimizi çok yıpratıyor.
Oysa anlaşılmaya çalışmaktan vazgeçip, anlamaya çalıştığımız zaman hayat çok daha kolay ve keyifli olabilir.
Tabi yeri gelince ikisinden de özgürleşmek lazım diye düşünyorum.
Geçen hafta Brezilya’ya John of God ile buluşmaya gittim.
Bu buluşma esnasında Dünya’nın dört bir yanından insanların farklılıklarının nasıl bir pozitif enerji ortaya çıkardığını görseniz şaşırırdınız.
John of God konusu çok uzun bir konu. John of God’un Oprah’tan sonra, 3 senenin ardından ilk kez benimle yaptığı röportaj Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştı. İnternetten bulabilirsiniz. “Türk insanları bilge ve gerçeği biliyorlar...” cümlesi zaten pek çok şeyi açıklıyor.
Brezilya’dan dönerken uçakta koltuğumun sol yanında yahudi bir genç oturuyordu. Belinin yanından sarkan ipler, başında ki kipa, elinde Tevrat’la sallanarak dua okuması, yemek servisinde ona özel, inancına uygun yemeklerin gelmesi ile bambaşka bir dünyada yaşıyordu.
Koltuğumun sağ yanında ise başka bir genç elinde arka arkaya şaraplar, biralar, kulağında kulaklığı ile müzik dinlemesi, oturduğu yerden dans ederken etrafına gülücükler saçması, önündeki ekranla oynayışı ile bambaşka bir dünyada yaşıyordu.
Sol yanımda genç bir adam dua ederek sallanırken, sağ yanımda genç bir adam müzikle dans ederek sallanıyordu. Aynı anda bunu yaşıyor olmak benim için çok özel bir deneyimdi. O an size bu yazıyı yazmam gerektiğini fark ettim.
Dünya’da ki hiç bir ağaç bile birbiri ile aynı değil, sonsuzluk farklılıklar ile dolu.
Lakin her bir dinden, ulustan, gruptan olan kişi bütün Dünya’daki herkesin kendisi gibi olmasını, kendisinin doğrusunun asıl olduğunu söylüyor. Bu tarih boyunca hep böyle sürüp ilerlemiş bir gerçek.
Mayıs ayı bizi süprizlerle bekleyen bir dönem. Merkür 3 Mayısta düz dönmeye, normal hareketine geçti.
Venüs zaten düzeldi ve bu dönem etrafına ışık saçıyor, sanat ve güzellik diye haykırıyor.
Uranüs 7 yılda bir ev değiştirdiği için herkesin hayatında ani ve hızlı değişiklikler ortaya çıkıyor.
Bu ay bir çok konu beklenenden farklı şekilde gelişebilir ve herkesin hayatında mucizeler oraya çıkabilir.
Doğanın canlanmaya başladığı bu dönemlerde Haziran ayının enerjisi de o kadar güzel ki... Bizi, yemekler hazılamış, tüm sevgisiyle kucağını açmış bir anne gibi bekliyor.
Haziran ayına ilerlediğimiz şu dönemde Jüpiter ve Venüs karşılıklı adeta mutluluğu ve tüm güzellikleri çok daha fazla ortaya çıkartıyor...
Bildiğim birşey varsa, astrolojinin kesinlikle çok etkili olduğu gerçeğidir. Lakin bir gerçek var ki, çok kesin gibi görünen astrolojik etkiler bile insanların düşünce biçimlerini, yargılarını ve farkındalıklarını değiştirmeleri ile beraber değişebilir.
Düşünün koskocaman gezegenlerin, yıldız sistemlerinin bile sizin üstünüzdeki etkisini düşüncelerinizi değiştirerek, yargılarınızı ortadan kaldırarak ve farkındalığınızı yükselterek ortadan kaldırabiliyorsunuz... Dünya her ne kadar kendi içinde iniş çıkışlar yaşarsa yaşasın, siz kendi gücünüze ve hayatınızda mutlu olmaya sahip çıkmalısınız.
Yargılarsan yargılanırsın cümlesi benim hayatımdaki çok önemli mottolardan bir tanesidir.
Bu cümle o kadar çok şey anlatıyor ki...
Ve daha pek çok şey...
Günümüzde insanlar birbirlerini veya başkalarını yargıladıkları zaman, kendilerini daha üstün gördükleri için rahatlıyorlar.
Kendi bakış açılarından başkalarının sorunları, kusurları, beğenmedikleri yanlarına odaklanarak adeta mutlu oluyorlar.
Lakin bu sahte mutluluklar her zaman o insanlara mutsuzluk olarak geri dönecektir.
Yargılamadan önce her şeye daha derin bir farkındalık ile bakmak en doğrusudur.
Siz belki de başka bir ülkede doğmuş olsaydınız hayatınızdaki şu an ki tüm inançlarınız, yargılarınız farklı olacaktı...
Sosyal medyamda paylaştığım “Mevlana’ya soru sorma şansınız olsa ne sorardınız?” soruma bir çok cevap geldi.
Benim Hz. Mevlana için her zaman söylediğim birşey varsa, o da olduğu dönemin savaşlar, göçler, isyanlar, moğol istilası gibi olayların, tedavi konusunda yetersizliğin, her türlü koşulda zorlukların olduğu ve teknolojiden eser olmayan kapkaranlık bir çağda bambaşka bir bakış açısı ile yaklaştığıdır.
Olduğu dönemde karanlık karanlık çok daha karanlık olacak diye bağırmamış, olduğu karanlığın içinde ışık yakmıştır.
Geçen hafta Unesco tarafından akredite edilen ve Uluslararası Mevlana Vakfının projesi olan Uluslararası Sevgi ve Barış Yürüyüşüne katıldığım zaman derin düşüncelere daldım.
Bundan başka bir yazımda bahsetmiştim ama kısaca yine değinmek istiyorum.
Şu an bir buçuk saatte, elinde buzdolabından çıkmış soğuk içeceğinle, klimalı bir ortamda rahatlıkla istediğin şehire gidebiliyorsun.
Lakin Hz. Mevlana’nın zamanında yolda karşına ne çıkacağını bilmeden, soyguncular, katillerin dolaştığı, hiç bir güvenlik sistemi olmadığı ve şu an ki teknoloji olmadığı için rahatlıkla hareket ettikleri bir yaşam içinde yolculuk yapmak zorundaydılar...
Bir kişi sokakta öldürülmüş olarak bulunduğu zaman kimin öldürdüğünün bulunması nerdeyse imkansızdı. O yüzden insanlar birbirleri çok rahatlıkla öldürebiliyordu.