Paylaş
Üzerinden bir hafta geçmeden aynı sözü bir kez daha dile getirdi ve bu sefer bütün dünya medyası ABD’nin Suriye’den çıkma olasılığının ne kadar yüksek olduğunu ve ivmenin buraya doğru hareketlendiğini manşetlerine taşıdı. Ardından Suriye’de yaşanan kimyasal saldırı birdenbire tüm dünyada ciddi bir Suriye operasyonu ihtimalini gündeme getirdi. Önce Trump’ın “Her an vurabiliriz.” sözü, ardından İngiltere’nin meclis onayı aramadan Suriye’yi vurabileceği tutumu ve Fransa’nın bölgeye yönelik söylemleri bir araya gelince, yarın çıkılacağı söylenen Suriye’ye müdahale ihtimalini ortaya koydu. Trump’ın bir gün ansızın, “Vurmaya henüz karar vermedik, vurmaya da biliriz.” sözünü sarf etmesinin üstünden 6 saat geçmeden Suriye’ye İngiltere, Fransa ve Amerika’nın ortak bir füze saldırısı başladı. Tabii yine BMGK kararı olmaksızın...
Bu noktada analiz yaparken üzerinde durmamız şart olan birkaç önemli nokta var: Birincisi şüphesiz ABD iç politikası.
Her dış politika eyleminin ardından iç politikayı değerlendirme gerekliliğini her zaman vurgulamışımdır. Trump bu sözü nerede söyledi? Ohio’da, işçilere yönelik yaptığı bir konuşma esnasında... Amerikan ekonomisi ve güvenliğinden bahsederken Kore’de, Suriye’de ve dünyanın birçok ülkesinde Amerikan askerlerinin olduğunu ve onların bu ülkelerde hem maddi hem de manevi anlamda boşuna bulunduğunu ifade etti. Korunması ve asıl değerlendirilmesi gerekenlerin ABD ekonomisi ve sınırları içerisinde yer alan bölgeler olduğunu belirtti. Özetle iç politikaya ve kendi seçmenine yönelik popülist bir konuşma yaptı. Yani ana konu Suriye değildi. Bir hafta sonraki söyleminde Suudi Arabistan ile iptal edilmesi muhtemel bir ticari anlaşmayı ima ederek, bir nevi aba altından sopa göstermek suretiyle “Suriye’den çıkarız, eğer kalmamızı isteyenler varsa parayı da onlar ödesin.” diyerek Suudi Arabistan’a mesaj verdi. Yani yine Suriye’yi ya da dış politikayı değil ekonomiyi hesap ederek açıklama yaptı.
Bugün de Amerika’nın Suriye’den çekilmesini bir kenara bırakın, yapılan son açıklamada “Esad Suriye’de normal bir yönetim sergileyene kadar buradayız.” açıklaması ile süreç bambaşka bir boyuta geldi. Bu durumun altında yatan sebepleri değerlendirmekle başlayalım. Öncelikle bir hafta içerisinde Suudi Arabistan ile yapılan ticaret anlaşması iyi bir noktaya evrildi. Gelinen noktada ABD’nin, güçlenmekte olan Esad yönetimi, Hizbullah ve İran’ın önüne ket vurmak ve sırf Suudi Arabistan ile İran'ın arasındaki mezhepsel çatışmadan ötürü, 11 Eylül saldırılarında düşmanı olan El-Kaide’den türemiş pek çok örgütü neredeyse korumaya yönelik söylemlerine şahit olduk. Bu Trump’ın son dönem demeçlerinin önemli bir sebebidir.
İkinci nokta ise, kimyasal saldırıların ardından yapılan açıklamaların Suriye’de rejime değil, İran ve Rusya’ya yönelik olmasıydı. Tabii ki bunun Suriye ve dış politika ile alakalı önemli sebepleri var ama tek sebep bu değil. Rusya soruşturmasının kendisini iç politikada ciddi anlamda sıkıntıya sokmaya başlaması sebebiyle, Trump’ın Rusya’ya karşı tavır alma hamlesi daha önemli bir motif haline geldi. Ne kadar gerçekçi tartışılır ama Trump’ın nükleer anlaşma ile ilgili karar alma noktasında verdiği son tarih 12 Mayıs. Yani Suriye’ye yapılan çıkış, bu tarih yaklaşırken İran’ı da baskı altına alacak bir koz öne sürmek anlamına geliyor.
Üçüncü önemli nokta ise Amerika, İngiltere ve Fransa’nın nasıl bir anda bir araya gelerek böyle bir askeri operasyon kararı aldığı. Bunun cevabını bulmak için veliaht Prens Selman’ın son dönemlerde arka arkaya yaptığı Amerika, İngiltere ve Fransa ziyaretlerine bakmak lazım. Bu operasyon en az bir iç politika hamlesi olduğu kadar Suudi Arabistan’ın çağrısıyla da yapıldı. Hedefteki ise Suriye değil İran. İran-Suudi Arabistan kamplaşması ilk kez süreci bu kadar net olarak Ortadoğu dışından bir müdahale olabilecek duruma getirdi. Zaman bu sürecin daha da sertleşeceğini bizlere gösterecek.
Son olarak değinilmesi gereken nokta ise BM’nin git gide kaybolan rolü. Tabii ki beraberinde uluslararası hukukun da kullanılamaz oluşu. Artık gücü olan kimse BMGK kararlarına bakma ihtiyacı hissetmiyor. “Güçlüyüm, yaparım.” diyerek istediği yeri vuruyor. Daha da önemlisi, bir dönem uluslararası barışı tesis etmek için kurdukları bu büyük örgütü elleriyle yok ediyorlar, önemsizleştiriyorlar. Düşünün konvansiyonel silahlarla hayatını kaybeden milyonlardan bahsediliyor. Ancak kimsenin sesi çıkmıyor. Kimyasal silah kullanımının ihtimali bile süreci bu duruma getiriyor. Kimyasal silah olmadan ölen milyonlar ne olacak bir düşünün. Adaletsizlik, hukuksuzluk git gide egemen oluyor dünyada. Bu durumun sonu büyük çıkmazlar doğuracak.
Tekrar Amerikan iç politikasına gelecek olursak…
Tabii ki bunların hepsinin dışında önemli ve gerçekten sahada olan bir faktörü de göz ardı edemeyiz. Donald Trump Amerikan Başkanı olarak ikinci senesini bitirmeye yaklaşırken Cumhuriyetçi Partiyi 2018 ara seçimlerine çok da ciddi bir destekle götürmüyor. Amerika’daki halk tarafından onaylanma oranlarına baktığımızda Trump’ın çıkışta olduğu tek nokta ekonomi. Geriye kalan noktalarda ise -başta dış politika ve ülkenin doğrultusu olmak üzere- eksi durumda. Dolayısıyla Suriye açıklamaları ve müdahalesi Amerika’nın dış politikada güçlü olduğunu, gerektiği zaman müdahale edebileceğini ve her noktada en umulmadık zamanda bile kuvvet kullanabileceğini gösterebilmesi açısından büyük önem taşımaktaydı. Bu hem iç politikaya dönük herkesi tek bayrak altında toplama, hem de dış politika puanını arttırma noktasında önem arz eden bir husus oldu.
Bundan sonra ne olur diye sorarsak söyleyeceğim şu olur: Bundan yaklaşık bir yıl önce, 7 Nisan 2017 tarihinde, buna benzer bir saldırı vuku bulduğunda ABD, yine Güney Kıbrıs’tan hareket eden uçak gemileriyle rejim güçlerine ait bazı askeri noktaları füzelerle bombalamıştı. Bu bombalamalar birçok kişiye göre göstermelik, “buradayız” dedirten ama netice itibarıyla büyük bir etkisi olmayan ve hatta üzerinden bir sene bile geçmeden birçok kişi tarafından unutulmuş bir hadiseydi. Bu sefer kapsamı daha fazla olmakla beraber aslında olacak olan yine aynı, 4-5 haftaya hatırlanmayabilir bile.
Paylaş