HAKEM performansları ortada... Bizim için önemli soru finali kim yönetir?
8 adet 2. tur maçında Cüneyt Çakır’ın da içinde bulunduğu 9 UEFA hakeminden 4’ü görev aldı: Kuipers, Webb, Proença ve Eriksson.. Bunlardan Webb bir önceki finali yönetti, Proença formsuz, Eriksson’da da final yönetecek ışık yok. Kuipers ise Hollanda’nın saf dışı kalmasını bekleyecek.
Geriye Sırp Mazic, İtalyan Rizzoli, İspanyol Carballo, Alman Brych ve Cüneyt Çakır kalıyor.
Mazic iki maçta da formsuzdu. Alman Brych ise şu an Kuipers ile aynı kaderi paylaşıyor. Carballo ve Rizzoli ise UEFA ve FIFA’nın çok tuttuğu, hakemler. İkisinin de milli takımları evine döndü, doğum tarihleri 1971. Onlar için başka Dünya Kupası yok. Cüneyt ise 1976 doğumlu, Rusya’daki kupaya katılabilir. FIFA bu tip detayları göz önünde tutar.
Beni ve Türkiye’yi çok mutlu eder ama Cüneyt’e finali yedirmezler. İki final adayım var. Birincisi Brezilyalı Ricci (yönetememesi Brezilya Milli Takımı yüzünden olur). İkincisi ise Cezayirli Haimoudi (hem çok tecrübeli hem Belçika-ABD maçını çok iyi yönetti hem de CAF hakemi).
Günah işleyenler bu kazanlarda cezalandırılıyormuş. Kazandan çıkaranları zebaniler kafasına vurarak geri sokuyormuş. Baş zebani bir bakmış diğer kazanlarda herkes çıkmaya çalışıyor ama Türkiye’nin kazanından kimse kafasını bile çıkarmıyor. Baş zebani, zebanilerden birini çağırmış ve sormuş: “Niçin Türkiye’nin kazanından kimse çıkmıyor? Yoksa orada günahkar yok mu?” Zebani: “Olmaz mı? Ama çıkmaya çalışanı alttakiler geri çekiyor!”
Fıkraya esasında içimizin yanması gerekirken biz gülüyoruz. Geçen hafta Galatasaray camiasına “Neden Türk değil?” diye yazdığım yazıya karşılık, az sayıda olumlu fakat çok sayıda olumsuz tepki aldım. Efendim Hikmet Karaman Galatasaray’ın başına gelir miymiş, bu zamana kadar ne başarısı varmış, ne yapmış diye. Türksen durum bu maalesef. Bu zihniyet Ersun Yanal’ı da hazmedememişti. Ersun Yanal Fenerbahçe ile anlaştıktan sonra otoritelerden bazıları Fenerbahçe’nin başarılı olamayacağı görüşündeydi. Hatta ilk yarıyı lider bitirdiğinde bile ikinci yarı Ersun Hoca’nın takımları düşüşe geçer denilmişti. İlk yarıyı 8 puan farkla bir yabancı teknik adam Fenerbahçe’nin başında lider bitirseydi, bu otoriteler tarafından methiyeler dizilmez miydi? Ünal Aysal’ın her türlü tepkiye rağmen Hikmet Karaman ile en azından görüşmesi bile bu ortamda olumlu bir adımdır. Yukarıdaki fıkrayı neden yazdığımı şimdi anladınız değil mi?
‘ŞÜKÜR ALLAH’ DİYORUM
Bahreynli hakem Nawaf Shukralla’yı Portekiz–Gana maçında görünce, bizim hakemlere “Şükür Allah” dedim. FIFA artık şunu gözetmeli, kıta mı önemli yoksa hakem mi? Macar Viktor Kassai gibi bir hakem çağrılmıyor ama hem Shukralla hem de Yuichi Nishimura gibi sıradan hakemler kıta kontenjanından çağrılıyor. Dünyanın güya en iyi hakemleri Brezilya’da. Ama önemli hakem hataları var. Bir de Pierluigi Collina, Kim Milton Nielsen, Urs Meier, Anders Frisk gibi özelliği olan hakem sayısı oldukça az. Cüneyt Çakır’ın Brezilya–Meksika’dan sonra, iki takımın da 2. tur ihtimali bulunan Cezayir–Rusya maçını da başarıyla yönetmesiyle daha üst turlarda maç yöneteceği kanımca kesinleşti. Bu arada Capello da maçtan sonra “Hakemler hakkında konuşmak istemiyorum ama...” diye başlayan bizim ligimizin klasiği olan sözcüklerle Cüneyt’i eleştirmiş, penaltılarının verilmediğini söylemiş. Penaltı varsa o da Cezayirli Slimani’nin şortundan çekilmesiydi. Çakır finali yönetir mi o biraz zor. Çünkü 1990’dan beri FIFA, UEFA’dan bir hakemi finale veriyorsa bir sonrakine başka kıtadan birine vermiş. 2010 finalini İngiliz Howard Webb, yönettiğinden Çakır’ın final şansı düşük ama yine de ümitliyim...
O dönem devam eden ligler, zaman zaman da hakemlerin yönettiği kötü maçlar yüzünden bir türlü bu konuya köşemde yer veremedim.
O zaman yazsam, çok fazla ilgi görmezdi. Ama hem Dünya Kupası’nın oynanmaya başlanması, hem de Cüneyt Çakır ile ekibinin başarılı bir performans sergilediği Brezilya-Meksika maçı sonrası umarım bu konu ilgililerin dikkatini çekecek ve gereği yapılacaktır.
TÜM HAKEMLER iÇiN
ŞİMDİ sadece Cüneyt Çakır için ya da yalnızca futbol hakemleri için değil, tüm spor branşlarındaki hakemler için önemli bir konuya değineceğim. Bir kanunumuz var, 3289 Sayılı Spor Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun... Ve bir de bu kanuna dayandırılan ‘Spor Hizmet Ve Faaliyetlerinde Üstün Başarı Gösterenlerin Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik’ var. Amacı uluslar arası spor organizasyonlarında ülkemizi temsil eden kişilerin ödüllendirilmesi. Ama bu yönetmeliğin “Amaç” yazan 1. Maddesi’nde ne yazıyor biliyor musunuz?
MADDE 1 - (1) Yönetmeliğin amacı; ulusal ve uluslar arası spor hizmet ve faaliyetlerinde üstün başarı gösteren sporculara, spor kulüplerine, teknik direktör ve antrenörlere ödül verilmesi ile nakdi yardım yapılmasına dair usul ve esasları düzenlemektir.
EN İYİSİNİ YAPSANIZ BİLE...
GÖRDÜNÜZ değil mi? Bu yönetmeliğin 1. Maddesi’nde içinde hakem geçen bir cümle yok. Yani devletimiz bu ödül yönetmeliğinin 9. Maddesi’ne göre; Akdeniz Oyunları’nda bile 1. olan sporcuyu 100 adet Cumhuriyet Altını karşılığı Türk Lirası ile ödüllendiriyor. 3. olana bile 25 adet Cumhuriyet Altını karşılığı Türk Lirası veriliyor.
Maçın başındaki sertlikleri ikazlarla geçiştirerek kart enflasyonu yaratmadı. Yani iyi bir hakemin, tansiyonu yüksek bir maçın başlangıcında ne yapması gerekiyorsa onu yaptı. Sonrasında verdiği sarı kartlar doğru, 12. kural yorumları da başarılıydı. Marcelo’nun kendisini yere bırakmasına aldanmadı, Japon Yuichi Nishimura’nın Hırvatistan maçında Brezilya lehine verdiği gibi penaltı bir vermedi. Böylece hem kendini hem de FIFA’yı kurtardı. Bana göre Çakır, bu yönetimiyle turnuvanın zorluk derecesi daha yüksek maçlarını çıkmayı şimdiden garantiledi.
3. Bulunduğunuz klasmanda maç dağılımının adil olduğuna inanıyor musunuz?
5. Terfi listesindekilerin adil olarak belirlendiğini düşünüyor musunuz?
17. Gözlemci notlarının adil olduğunu düşünüyor musunuz?
MHK Başkanı sayın Zekeriya Alp, geçen hafta 600 civarındaki hakemine 20 soruluk bir anket gönderdi. “Görevleri daha iyiye götürmenin önemli yöntemlerinden birisi de geribildirim almaktır. Bu nedenle gelecekteki MHK çalışmalarına yön vermek üzere, muhtelif konularda görüşlerinize başvurmak istiyorum” diyerek, modern bir yöneticilik anlayışını ortaya koydu.
Lakin hakemlerin bu sorlara gerçekten samimiyetle cevap verebileceklerini düşünüyorsa, yanılıyor. Çünkü her ne kadar isim istenmeden yapılan bir anket çalışması olsa da, her ne kadar modern bir yazılım olsa da, ben de 20 yılını futbol hakemliğine vermiş bir kişi olarak, hiçbir hakemin kendi e-postasına gelen bu tarz sorulara gönül rahatlığıyla cevap veremeyeceğine adım gibi eminim. Hakemlerin tespit edilebilirim duygusunu maalesef silemezsiniz. Ve hatta bazı bölgelerde klasmanlarda bulunan hakem sayısı o kadar az ki hakem arkadaşımızın ismini yazmasına gerek bile kalmıyor. Ayrıca, bu geribildirimin sağlıklı ve objektif olabilmesi için hakemlerin genelinin ya mutlu ya da mutsuz olması gerekir. Biri mutlu biri mutsuz olmaz. Mutlu olan, bu sezon fazlasıyla maç yöneten, istediği maçları alan hakem, sorulara pembe gözlükle cevap verip sorulara pozitif yönden yaklaşırken, yine bu sezon klasmandaki yerini beğenmeyen, istediği maçları alamayan hakem ise sorulara negatif yönden yaklaşıp, öyle cevaplayacaktır.
Alp’in bazı sorularına gerek yok. Halihazırda 2 yılı aşkın süredir görev yapan bir kişinin bu sorulardan bir kısmının cevabını zaten biliyor ve düzeltmeye çalışıyor olması gerekirdi. İçinde adil kelimesi olan sorulara ben cevap vereyim.
3. sorunun cevabı: Hakemlikte adalete inanmam. Öncelik yetenek ve performanstır. Bir üst klasmana çıkacak hakeme fazla maç verebilirsiniz, sizi kurtaran hakemi ödüllendirebilir, yine fazla maç verebilirsiniz. Ancak 2 katı fazla maç yönettiremezsiniz. Aynı tip hatalara, takımların ismine veya hakemin ismine göre farklı cezalar uygulayamazsınız. Örnek mi, o kadar çok ki hangi yönetimden sonra hakem 8 hafta bekletildi, maç verilmedi? Peki bu sezon kaç hakem 8 haftalık cezaya girdi?
Brezilya’da olmalı, maçları izlerken ayrı bir keyif almalıydık. Üzüntülüyüz, bu kupaya katılabileceğimiz bir eleme grubuna sahiptik. Grubun favorisi Hollanda’nın ardından en iyi ikinci olabilir ya da play off oynayıp Brezilya’ya gidebilirdik. Ama olmadı. Sebep hoca mı? Hadi hocayı değiştirdik. Yoksa yabancı kuralı mı?
Yabancı kuralını TFF ne için getirdi? Güya, her zaman unuttuğumuz ama iş dört yılda bir yapılan Avrupa ve Dünya şampiyonalarına geldiği zaman hatırladığımız A Milli Futbol Takımımız için getirildi. Kulüpler itiraz etse de, yerli oyuncuların fiyatları yükselse de, Avrupa’da kulüplerin başarısı için yabancı futbolcu şart dense de, önemli olan A Milli Takım. Acaba öyle mi? Başarısızlık sadece yabancı futbolcuların ülkemizdeki çokluğundan mı yoksa kaliteli oyuncu grubumuzun olmayışından mı? Her iki yanıt da, Millilerimizin başarısızlığının, Brezilya’da olmayışının sebebi mi?
İskelet aynı ama
Kafamı bu konu üzerinde yoğunlaştırdım. 96 Avrupa Şampiyonası’na ilk kez katıldığımız kadroya, 2000, 2002 ve 2008’de A Milli Takımımızla yakaladığımız başarılara odaklandım. Kadrolar kısmen değişse de teknik direktör isimleri farklı olsa da (Terim, Denizli, Güneş) iskelet aynı, yani bir kulüp takımı gibi zaman zaman takviyeler yapılmış, bazı oyuncularla ise yollar farklı nedenlerle ayrılmış. Bunlar normal ama anormal olan kadro istikrarsızlığı, bir maç milli formayı giyen oyuncumuzun ertesi maç kadroda olmayışı başarısızlığın nedenlerinden birisi değil mi? Sercan Sararer, Tunay Torun gibi birçok milli oyuncumuzun hem de genç olmasına rağmen bugün çağrılmaması, Hasan Ali gibi Milli Takımımızın sol bekinin bugün takımında forma şansı bulamaması bu soruma örnek olabilir mi? Bu sezon Galatasaray’ın Hocası Mancini’yi en çok niçin eleştirdik? Kadroda istikrarı sağlayamadı diye. Başarılı mı? Diyebilirsiniz ki, Türkiye Kupası’nı kaldırdı, Şampiyonlar Ligi’ne direk katılma hakkını kazandı, daha ne yapsın? Peki, elindeki kadro daha fazlasını yapamaz mıydı? Bu kadroya en azından taraftarın hoşuna giden, onları coşturan futbolu oynatamaz mıydı? Şampiyonluğu takımına ligin sonuna kadar kovalatamaz mıydı? Elbette ki soruma futboldan biraz anlayanların cevabı ‘Evet’ olurdu.
20 oyuncu farklı
Neyse, konumuza dönelim. Abdullah Avcı, A Milli Takım Teknik Direktörü olduğunda ilk Avusturya Kampı kadrosuna futbolu bırakacak olan Rüştü dahil 32 futbolcu çağırmış. Fatih Terim ise yeni dönemde Amerika kampına bu 32 futbolcudan yaklaşık Egemen, Serdar Aziz, Serdar Kurtuluş, Sinan Bolat gibi 20 futbolcuyu çağırmamış. Buna performans deyin, takımlarında oynayamadı deyin veya hoca tercih etmedi deyin. Sayıyı çok net yazmıyorum çünkü sakat olan veya izin isteyen ya da Mustafa Pektemek gibi sonradan dahil olanlar olduğu için. Ama şöyle bir araştırıp, en azından Milli Takım kadrolarımıza bir göz attığınızda, iki hocanın kamp kadrolarındaki farkı görüp, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Panzer hep aynı
Size küçük bir örnek: Bundesliga’da yabancı futbolcu sınırlaması uygulamayan Almanya’ya bakalım, sürekli turnuva takımı olarak anılan Panzerler neden başarılı oluyor biliyor musunuz?
TFF, finali İstanbul Olimpiyat Stadı’nda oynatma kararı alınca şaşkına döndüm.
Öyle ya, Alanya 998, Hatay ise 1141 km uzaklıkta bu şehre... Takımları geçtim, hadi onlar uçakla İstanbul’a gider de taraftarlar nasıl gidecek. Binlerce insan takımlarının bu önemli maçını seyretmek mi istemeyecek!..
Final yerinin analizini yaptım. Federasyon herhalde ‘yayıncı kuruluş masraf yapmasın, yönetim kurulumuz, federasyon çalışanlarımız il değiştirip yorulmasınlar’ diye düşündü... İlla bir sebep bulacağız ya, TFF adına buldum işte.
Hadi ilk tercihiniz Konya, sahası bakımda diye kabul edilmemiş, onu mazeret gösterebilirsiniz. O zaman Kayseri veyahut başka bir ili neden tercih etmediniz?
Her iki takım taraftarı da elbette ki finale gitmek, takımlarının bu kadar önemli maçında destek olmak isteyecekler. Herkes uçağa binemeyeceğine göre, herkes şehirlerarası otobüs terminaline gidip takribi 14-18 saat otobüs yolculuğunu çekmeyeceğine göre, ya final seyircisiz bir maça dönecek ya da taraftarlar kulüplerin tahsis edeceği otobüslere binecek veya özel araçlarını tercih edecek.
O KADAR ÇOK SORU VAR Kİ...
Soma Belediye Mezarlığı’nda yatmakta olan şehitlerimizin kabirlerini ziyaret ederek ailelere başsağlığı diledi. Acıları paylaşmaya, bir nebze olsun azaltmaya çalıştı. Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, “Ateş sadece düştüğü yeri değil, düşmediği yeri de yaktı” açıklamasında bulundu. Nasıl yakmasın ki? 1 değil 5 değil 10 değil tam 301 şehit!
A Milli Takımımız, kardeş ülke Kosova ile bir dostluk maçı yaptı. Maçtan sonra Fatih Terim, “Soma’yı unutturmamalıyız” diyerek Türk milletinin hislerine tercüman oldu. Ama şu bir gerçek ki, biz yaşanan olayları çabuk unutan bir toplumuz, istatistikler bile balık hafızalı olduğumuzu 21 günde unuttuğumuzu söylüyor. Soma’yı unutmamak adına, Türkiye’de çalışan 170 bin maden işçisinin çalışma şartları düzeltilene kadar, bu tarz acı olaylar yaşanmaması namına A Milli Takım’a ve TFF Yönetimi’ne bir çağrıda bulunmak istiyorum. Kosova’da giydiğimiz hatta uçakla son anda yetiştirdiğimiz siyah formayı, en azından 2016 Avrupa Şampiyonası grup eleme maçlarının tamamında giyin. Giyin ki, giydiğiniz her maç biz Soma’da yaşanan bu felaketi hatırlayalım, unutmayalım, unutturmayalım.
BİR TEŞEKKÜR ONUN DA HAKKI
ZAMAN zaman yazılarımda belirtiyorum. Biz biraz yabancı hayranıyız. Özellikle yabancı hocaların milletimizin hoşuna giden duyarlı davranışlarını göklere çıkartırız. Bilic de Beşiktaş’ta çalıştığı bir yıl içerisinde sanki içimizden biri oldu. Sempatikliğinin yanında sosyal mesajlar vermesi ben dahil hepimizin hoşuna gitti. Son oynadıkları Gençlerbirliği maçında ‘Başımız Sağolsun’ yazılı siyah tişörtü giymesi, saha içerisinde yapılan saygı duruşuna hiç görmediğimiz bir şekilde katılması fevkalade güzeldi. Hepsi 10 numara, yazalım, konuşalım, takdir edelim. Bu Bilic’in hakkı.
Peki, şu ölümlü dünyada bir babanın en mutlu günlerinden biri, evladının mürüvvetini görmek değil midir? Böyle acılı bir günde kızının nikahını erteleyen Fatih Terim’in bu asil hareketini yazmak, köşemde yer ayırmak, ona bir spor adamı olarak teşekkür etmek te benim görevimdir.