Başhekim, Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Demet Suter ve Biyokimya-Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. Taciser Arslan, uygulamalarını anlattı.
“Park Tıp Merkezi Laboratuvarı olarak kalite ve hijyen her zaman önceliğimiz. Bu amaçla günde birkaç kez iç kalite kontrol çalışmaları yapılır. Dış kalite kontrol için ise yurt içi ve dışı kalite kontrol programlarına düzenli olarak katılmaktadır. DKK programlarında, Türkiye’de ve dünyada katılımcı laboratuvarlar içinde ilk beşe girmiştir. Sonuçlarımızın uluslararası kalite güvencesiyle verilmesi, motivasyonumuzu artırırken aynı zamanda güvenilir sonuçlar vermenin haklı gururunu yaşatmaktadır.
HASTALARA DESTEK
Laboratuvarlarının Sağlık Bakanlığı İzmir İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılan, fiziki koşullar ve çalışma esaslarına dayanan denetimde 1000 puan üzerinden 1000 tam puan aldık böylece kalitemizi bir kez daha kanıtladık. Laboratuvarımızda Klinik Biyokimya Uzmanı ile Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı eşliğinde testler çalışılmaktadır. Test sonuçlarının yorumlanmasında Laboratuvar Uzmanlarımız klinisyenlerle her zaman işbirliği içinde olarak, başvuran hastalarımıza tam destek vermektedir.
SÜREKLİ GELİŞİYOR
Türkiye’nin ilk, Avrupa’nın en büyük kulak burun boğaz hastanesi olarak gösterilen İzmir Çiğli’deki Ekol’ün kurucusu Opr. Dr. Mehmet Baz, sağlık sektöründeki yeniliklerin peşinde Türkiye ve dünyada benzeri olmayan 20 uzmanlı Kulak Burun Boğaz Hastanesi ile efsaneleşti.
Tüm birikimlerini sağlık alanına kanalize ettiklerini ifade eden Opr. Dr. Mehmet Baz, şunları söyledi:
“Ekol Hastanesi artık bir genel hastane. 2007 yılında Türkiye’nin ilk kulak burun boğaz hastanesi olarak İzmir’de kuruldu. 2018 yılında gelişimimizi üst düzeye taşıdık. Artık genel hastane konsepti ile sağlık hizmeti vermeye devam ediyoruz. Şu anda 12 ayrı branşımız var.
20 UZMANLA DÜNYADA TEK
Dünyada 20 kulak burun boğaz uzmanının bir arada olduğu başka bir özel hastane olmadığını belirten Baz, bu alanın üst düzey konumunu saklı tutarak diğer branşlarda da en iyi şekilde hizmet verebilmek için büyümeye devam ettiklerini söyledi. Baz, şöyle devam etti:
“Daha ilk etapta plastik cerrahi ve göz hastalıklarını ekledik. Göz hastalıklarında 12 hekim, plastik cerrahide 3 hekim mevcut. Daha sonraki süreçte dahiliye, ortopedi, genel cerrahi, üroloji gibi branşlarla yelpazemiz genişledi. Son aşamada da yeni ek binamızı yaptıktan sonra ameliyathane sayısını 6’dan 10’a, yatak sayımızı ise 75’ten 150’ye çıkarıyoruz.”
ÜNİVERSİTE İÇİN YER
DİJİTAL dünya tüm hayatımızı etkilerken elbette sağlığı bunun dışında tutamayız. Bu konuya dikkat çeken Medical Park İzmir Hastanesi Genel Müdürü Veysi Kubba, önemli değerlendirmelerde bulundu. Dijitalleşmenin sektöre önemli katkılar sağlayacağını söyleyen Kubba, giyilebilir teknolojiler ve mobil sağlık uygulamalarının yaygınlaşmasının hastalıkların önlenmesine, teşhisine ve tedavisine yönelik veriler sağlayacağını belirtti. Kubba, evde sağlık hizmetleri alınmasının yaygınlaşacağını ve kağıtsız ortama geçileceğini ifade ederek, şu açıklamaları yaptı:
“Başta akademik kurumlar olmak üzere çeşitli kuruluşlarla işbirlikleri üzerine kurulu Ar-Ge modeli ön plana çıkacak. Ayrıca iletişim ve teknolojinin ilerlemesi ve ekonomik gelişmeler sonucu giderek daha fazla bilinçlenen ve talepleri artan hastaların artık bilinçli ‘sağlık hizmetleri tüketicileri’ haline gelecek. Dijital ilaç, kişiye özel ilaç ve tedavi uygulamaları tüm dünyada daha da yaygınlaşacak ve bu dönemde, sağlık sektörünün geleceği, yeni ürün ve hizmet üretebilme, bunları etkin bir biçimde sunabilme kapasitesine bağlı olacak.”
GİYİLEBİLİR TEKNOLOJİ
Geleneksel satış ve pazarlama yaklaşımlarının da değişeceğini, biyoteknoloji alanında güçlü olmanın öneminin daha da hissedileceğini vurgulayan Kubba, güncel araştırmalara da atıfta bulunarak özellikle uzaktan muayeneleri kolaylaştıran dijital teşhis araçları ve e-klinik ziyaretleriyle seyahat ve bekleme sürelerinin azacağını dile getirdi. Giyilebilir cihazların sadece teşhiste değil, tedavide de kullanılacağını anlatan Kubba, sağlık verilerinin etkin kullanımı sayesinde daha iyi tedavi çözümleri geliştirilebileceğini ifade etti.
Son yıllarda teknolojinin ilerlemesi ile daha da pratikleşen bu yöntemin ürün kitlerinin Türkiye’ye gelmesi ile plastik ve rekonstrüktif cerrahi yanısıra, ortopedik rahatsızlıklarda da sıklıkla kullanılmaya başlandı. Tekniğin basit oluşu, tek seanslık bir girişim olması ve karın yağlarından alınması özelliği ile sporcuların hatta ileri yaşlardaki eklem kıkırdak hasarlarında, başlangıç evre ağrılı eklem kireçlenmelerinde, tenisçi dirseği, topuk dikeni, ağrılı ve donuk omuzlarda uygulanarak başarılı sonuçlar elde edildiği bildiriliyor.
İstanbul, Ankara ve Denizli de başarı ile uygulanan bu yöntem İzmir’de de Prof. Dr. Haluk Hayri Öztekin tarafından uygulanmaya başlandı. Son yıllarda diz kıkırdaklarında yıpranma nedeni ile spora ara vermek zorunda kalan bir hastaya uygulandı. Lokal anestezi ile karın bölgesinden alınan yaklaşık 150 ml yağ dokusu, özel işlemlerden geçirilerek, öncü kök hücrelere dönüşebilen mekanik olarak parçalanmış yağ dokusu elde edildi ve artroskopik (kapalı yöntemle) eklem temizliği ardından diz eklemine enjekte edildi. Ekleme verilen bu yağ dokusundan ortaya çıkacak özel hücrelerin, kök hücrelere dönüşerek hasarlı kıkırdak dokusunda sağlıklı kıkırdak hücreleri haline gelip yıpranmış dokuları tamir etmesi ve kısa sürede hastanın spora dönmesi beklenmekte.
AYNI GÜN EVİNDE
Konu ile ilgili Dr. Haluk H. Öztekin şunları söyledi: “Bazı hastalıklarda hastanın kendi hücrelerinin kullanılması tıp tarihi kadar eskidir. Şu anda tamirci ‘kök hücre’ oluşturabilen potansiyelde ‘öncü hücreler’ kemik iliğinden çok hastanın kendi cilt altı yağ dokusundadır. O nedenle hastanın karnındaki yağı kullanmaktayız. Yağ dokusu alıp steril şartlarda mekanik olarak parçalayarak ortaya çıkan hücreleri kullanıyoruz. Bu hücreler yıpranmış eklemlerde dokuları tamir eden hücrelere dönüşür ve hasarlı dokuları tamir eder. Bu da histolojik olarak defalarca kanıtlanmıştır. Ama ameliyathane şartları gerekmektedir. Lokal uyuşturma yapılarak hasta aynı gün evine gidebilir. Genelde hastanın karın yağlarını, az ise uyluk iç kısımlarındaki veya belindeki yağı kullanıyoruz. Yağ dokusu nakli tabii ki mucizevi bir tedavi değil. Sadece bir tedavi seçeneği. Henüz elimizde ancak 2 yıllık klinik sonuçları mevcut. Ama kısa vade sonuçlar mükemmel. Hastaların ağrı ve hareket kısıtlılıkları düzelmekte, hatta çekilen kontrol MR larında eklem kıkırdak kalınlığının arttığı izlenmektedir. Ancak ameliyat safhasına gelmiş eklemlerde asla bu işlemi uygulamıyoruz.”
‘Hastalıkta Sağlıkta Her Yaşta’ sloganıyla çıktıkları yolda her kitleye hitap eder konuma geldiklerini belirten Dr. Bektur, “Buca Tıp Merkezi ve Tınaztepe Hastanesi’ni İzmir üretti, büyüttü. Sağlık alanında halkın beklentisini karşıladık. Bu zamana kadar 3 milyonun üzerinde hasta muayene ettik. Teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek hizmet veriyoruz” dedi.
KALİTEDEN ÖDÜN YOK
Büyürken kaliteden ödün vermediklerini vurgulayan Dr. Bektur, Tınaztepe Hastanesi’nin ABD’nin en prestijli akreditasyon kuruluşlarından Joint Commission International (JCI) belgesini aldığını söyledi. Kurduğu Buca Tıp Merkezi, Tınaztepe Hastanesi, Torbalı Tıp Merkezi ve şu ara Bayraklı’da ikinci büyük hastaneyi kurma çalışmaları yürüten Dr. Bektur, ödün vermeyecekleri iki şeyin kalite ve hijyen olduğunu belirtti.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra sağlık işletmeciliği üzerine doktora yapan Mehmet Bektur, kamuda 11 yıl ara yöneticilik yaptı. Mecburi hizmet yeri Afyonkarahisar’da başlayan bu deneyim, Seferihisar’da istifayla son buldu. Hikayenin devamını kendisinden dinleyelim:
“Ardından Buca Çözüm Polikliniği’ni kurdum, sonra Buca Tıp, şimdi de Bayraklı’da kurulacak Tınaztepe Hastanesi. 2018’in ikinci yarısında hizmete girecek hastane 15 bin metrekare alan içinde, eksi 1’de ameliyathaneler, eksi 2’de poliklinik hizmetleri, eksi 3’te radyoloji bölümünün yer aldığı zemin ve 5 katı doktor odaları, idari bölüm, özel ve VİP odaların bulunduğu toplam 9 kattan oluşacak. 180 yataklı son sistem cihazlarla kurulan hastane kalite ve hijyenden ödün vermeyecek.
YATIRIM 50 MİLYON $
Yaşlı kişilerin bakım ve tedavisi anlamına gelen “geriatri” konusunda önemli bilgiler veren Prof. Dr. Kumral, “Literatürde 65- 74 arası yaşlılık, 75- 89 arası ihtiyarlık, 90 yaş ve üzeri ise ilerlemiş ihtiyarlık dönemi olarak sınıflandırılır. Bireyin kronolojik yaşı ile biyolojik yaşı arasında farklılıklar olabileceği de unutulmamalıdır. Normal fizyolojik yaşlanmanın kesin tanımını yapmak zordur. Hücre içi mekanizmalarla düzenleme olasılığına karşın, yaşlanma işlevi birtakım çevresel etkenlerle yönlenir” diyor.
6 GENEL TEORİ MEVCUT
Yaşlanmaya neden olan hücre içi mekanizmaların henüz tam olarak açıklık kazanmadığına da dikkat çeken Prof. Kumral, bu konuda genetik, programlanmış yaşlılık, edimsel hasar, serbest radikal, immünolojik ve stres olmak üzere 6 teorinin bulunduğuna dikkat çekiyor. Kumral, kalp kapaklarının kalınlaşıp sertleştiğini, fiziksel efora karşı toleransın azaldığını ve iş yapma kapasitesinin düştüğünü, dolaşım bozuklukları oluşabildiğini, solunum kaslarının zayıflaması ve kamburluk gibi nedenlerle soluk alıp vermenin azaldığını, ağız içinde oluşan değişimlerden kaynaklı iştahın azalabildiğini, kemik kırığı riskinin arttığını dile getirdi. Bunların yanı sıra beyin hücrelerinin doğumdan itibaren azalmaya başladığını kaydeden Prof. Dr. Kumral, “Yaşlılarda beyin ağırlığı ve hacmi yaklaşık yüzde 10 oranında azalmıştır. Refleksler yavaşlar ve sinirlerdeki iletim hızı yüzde 10- 15 oranında azalır. Uyuma paterni değişir. Yakın hafıza zayıflar fakat öğrenme etkilenmez. Algılamada azalma söz konusudur. Cevap zamanı uzamıştır. Bu durum kazalara neden olabilmektedir. 65 üstü kişilerin yaklaşık 1/ 3’ünde sosyal ilişkilerini etkileyebilecek düzeyde işitme kaybı vardır. Tat alma ve koklama duyusu da azalır” dedi.
DEMANS HASTALIĞINA DİKKAT
Prof. Dr. Kumral, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ortalama insan ömrünün belirgin şekilde arttığı son yıllarda yaşlılık ile bire bir orantılı olarak demans insidansı da belirgin şekilde yükselmiştir. Demans özellikle gelişmiş ülkelerde yaşlı popülasyonun en sık görülen hastalığı ve dördüncü en sık ölüm nedeni haline gelmiştir. Demans hastalığının geri dönüşsüz ve ilerleyici bilişsel yıkımın yol açtığı klinikle seyreder. Bu yüzden erken tanısı ve bu progresif gidişatın durdurulabilmesi ya da en azından yavaşlatılabilmesi hem hasta ve hasta yakınları hem de ülke ekonomisi yönünden büyük önem arz etmektedir.”
EMOT’un kuruluş öyküsü, 1986 yılında Prof. Dr. Arslan Bora ve Prof. Dr. Sait Ada’nın ortak muayenehane açmasıyla başladı. Ekibe daha sonra Uzm. Fzt. Firdevs Kul ve Op. Dr. Fuat Özerkan da dahil oldu. EMOT, 1991 yılında İzmir’in ilk özel dal hastanesi ve Türkiye’deki ilk El ve Mikrocerrahi Özel Dal Hastanesi olarak sağlıklı bir yaşam için kapılarını açtı. 1993’te Doç. Dr. İbrahim Kaplan ve Doç. Dr. Yalçın Ademoğlu da ekibe katılarak hastanenin gücünü arttırdı.
Kurucuların çoğunluğu, hastanenin aynı zamanda çalışanları ile kuruluşa destek veren hocalarla dostlar oldu. Bu girişimler ve desteklerle EMOT, bölgenin önde gelen acil mikrocerrahi ve travmatoloji merkezine dönüştü. Ellektif olgular ile yılda ortalama 3 bin ameliyat ve 10 bin poliklinik sayısına ulaştı.
EMOT’UN FELSEFESİ
Hasta tedavisi dışında bilimsel araştırmalar ve sürekli meslek içi eğitim, etik ilkelere bağlılık EMOT’un felsefesini oluşturuyor. İlk günden bu yana, felsefesinden taviz vermeden büyümeyi sürdüren EMOT, aynı zamanda genç meslektaşlarına ve fizyoterapi öğrencilerine eğitim vermek için kapılarını hep açık tutuyor.
Geride kalan 25 yıl içinde 50 bin ameliyat, 150 bin poliklinik hizmeti verdiklerini dile getiren kurucu ortaklardan Prof. Dr. Sait Ada, şunları söyledi:
EKİP ÇALIŞMASI ÖNEMLİ
Ekinezya, Kore ginsengi, çörek otu, zerdeçal (Hint safranı), zencefil, sarımsak, Güney Afrika sardunyasını ‘mucize bitkiler’ olarak niteleyen geleneksel ve tamamlayıcı tıp hekimi, fitoterapist Dr. Serdar Özgüç, tüm tıbbi biktilerin hekim kontrolünde kullanılması gerektiği uyarısında bulunarak, şu bilgileri veriyor:
EKİNEZYA: Asırlardır Kızılderili bitkisi olarak biliniyor. ‘Soğuk algınlığı savaşçısı’ olarak Avrupa ve Amerika’da gıda takviyesi olarak kullanılıyor. Tıbbi kullanımı 1938’de Almanya’da başladı. Sonbahar ve ilkbaharda kürler şeklinde kısa süreli bağışıklık sistemini uyarıcı olarak kullanılıyor. Papatya gibi çiçeklere alerjisi olanlar kullanmamalı.
KORE GİNSENGİ: Bağışıklık sistemini uyarması dışında kan şekeri seviyesinin kontrolüne yardımcı oluyor ve güçlü bir antioksidan. Bağırsak florasını koruyucu ve beyne giden kan akımını artırıcı özellikleri bulunuyor. Özellikle 50 yaş üzeri ve geriatri hastaları için uygun. Ama kronik yüksek tansiyonu olan kişiler, meme kanseri ve memenin fibrokistik hastalığı olanlar kullanmamalı. 3 aydan fazla kullanımı önerilmiyor.
ÇÖREK OTU: Tıp tarihinin en ünlü kitaplarından biri olan ‘El-Kanun fı’t Tıb’ ya da Latinceye çevrilmiş adıyla ‘Canon of Medicinae’nın yazarı İbn-i Sina, çörek otunun metabolizmayı uyardığını, uyuşukluğu ve halsizliği engellediğini savunuyor. Çörek otuyla ilgili en önemli sözlerden biri peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Çörek otunu kullanın, ölümden başka her şeye devadır” sözü. Çörek otu, yangı giderici, antioksidan, hücre çoğalma aktivitesini önleyici özelliklere sahip. Bu nedenle farklı kanser tedavilerinin kemoterapisine destek olarak da kullanılarak bağışıklık sistemini aktive ediyor.
ZERDAÇAL: Bağışıklık sistemini güçlü bir şekilde uyarması dışında, antiviral, yangı giderici ve karaciğeri koruyucu özellikleri bulunuyor. Zerdeçalın tümör hücrelerinin bertaraf edilmesinde önemli rol oynadığı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış durumda.
ZENCEFİL: Bulantı, yangı giderici ve antioksidan özelliği olan, bağışıklık sistemini uyaran bir bitki. Vücutta birçok sistem üzerine olumlu etkileri bulunuyor.