Hepimizin bildiği gibi istediği halde çocuk sahibi olamayan çiftlere “infertil” deniyor. Bu tanıma uygunluk için düzenli ve korunmasız ilişkiye rağmen 1 yıl içinde gebelik elde edememek şartı konuyor. Bu süre, 35 yaşından genç kadınlar için olup, kadın yaşı daha büyük ise sözkonusu süre 6 ay olarak kabul ediliyor.
Gebelik için tedavi öncesi neler yapılmalı? Çocuk sahibi olmak için doktora ne zaman başvurmalı? Gebelik öncesi hangi aşılar yapılmalı? Hangi testler yapılmalı? Nelere dikkat edilmeli?” gibi soruların cevabını Özel Tınaztepe Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nden Doç. Dr. Erdal Aktan ile konuştuk.
BİRLİKTE DEĞERLENDİRME
Infertil çiftlerin klinikte birlikte değerlendirilmesinin ardından gerçekleşen tedavi basamaklarında tüp bebek yönteminin en üstte yer aldığına dikkat çeken Aktan, şöyle anlattı:
“Bir seferde birden fazla yumurta toplanmasının nedeni tüm yumurtaların kaliteli olmasının beklenmemesidir. Böylece bazı yumurtalar başaramasa bile transfere kadar başarıyla gelebilen yumurta/embriyo sürecinin olasılığını artırmak mümkün olmaktadır. Yumurtalar toplandığı gün, bir laboratuvar kabında spermlerle yan yana getirilerek ya da mikroenjeksiyon işlemi kullanılarak döllenirler. Birkaç gün içinde elde edilen embriyolardan ise kadın yaşına göre bir seferde bir ya da iki tanesi rahim içine transfer edilerek işlem tamamlanır. Uygulama başına tüp bebek yöntemi ile gebelik elde edilme oranı ortalama yüzde 40 civarındadır.”
TEK FARKI LABORATUVAR
Infertile çiftlerin “yumurtalık rezervi ve yumurtlamak fonksiyonları”, “erkek faktörü” ve “tüpler ve peritona ait yapısal ya da fonksiyonel özellikler” olmak üzere 3 kategoride değerlendirildiğini ve bunun da iki ya da üç vizitte tamamlandığını aktaran Aktan, sözlerini şöyle tamamladı:
Bu nedenle daha 30’lu yaşlara bile varmadan hepimizin gözlerini yavaş yavaş mercek altına almasında fayda var.
Pek çoğumuz kendimizde ve yakınlarımızda rastlamışızdır. Uzmanlar, gözün kirpik dibi iltihabının çok hafife alınmaması gerektiği yönünde uyarıyor.
EN ÖNEMLİ SORUN
Her organda olduğu gibi gözlerde de bazı değişmeler oluyor. Sorunların başında ise ‘Blefarit’ geliyor. Blefarit her yaşta görülebilen göz kapağının uzun süreli, iltihabi hastalığıdır. Kaşkaloğlu Göz Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Ömer Takeş, şöyle anlatıyor;
“Bu rahatsızlık genellikle, cildi yağlı olan, kepek sorunu ya da göz kuruluğu olan kişilerde görülmektedir. Kaşıntı, yanma,batma kızarıklık ve kirpik diplerinde kepeklenme gibi kronik şikayetlere neden olan blefarit hastalığının bazı türlerinde tedavide zorluklar yaşanabilmektedir.
AKAR DA UNUTULMAMALI
Birçok insan oturarak çalışırken, birçoğu da ne yazık ki bilgisayar ve televizyon karşısında saatlerce oturarak ve bir şeyler atıştırarak zamanını geçiriyor. Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden biri olan Ege Üniversitesi’nin rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, düzenlediği ‘Sağlıklı Yaşamın Geleceği Şurası’yla bir ilke imza attı. Dünyada ve Türkiye’de kanser vakalarının artışı başta olmak üzere bir çok kronik hastalığın insanları mağdur ettiğini ifade eden Budak, bu sorunların da devletlerin sağlık giderlerinde ciddi artışa yol açtığını vurguladı. Sağlık giderlerindeki bu artışın önüne geçmek isteyen otoritelerin nasıl bir çözüm bulacaklarını tartıştığını dile getiren Budak, şu bilgileri verdi:
YOĞUN KATILIM
“Türkiye’nin sağlık politikalarına katkıda bulunma, üniversitemizi sağlık alanında dünyanın en iyileri arasında yer alması hedefiyle şurayı yoğun bir katılımla gerçekleştirdik. Şuramız, sağlık alanı özelinde, disiplinler arası çalışmalar yürüten öğretim elemanlarını ve dış paydaşların temsilcilerini bir araya getirdi. Bu şuradan elde edeceğimiz sonuçlarla üniversitemizin sağlık alanındaki değişim gündemine daha fazla odaklanacağız. Türkiye’de üniversitelerin bu şurada olduğu gibi yakın geleceğin konularını ele alıp geniş katılımlı programlar yapmasından büyük mutluluk duyuyorum. Biliyorum ki bu çalışmalar kısa sürede meyvesini verecek.”
RAPOR SUNULACAK
Şuraya Budak’ın liderliğinde 600 Egeli akademisyen katıldı. Katılımcılar bir tam gün boyunca, “Sağlığın Geleceği ve Değişim Gündemi ve Üniversite Araçları”, “İyi Yaşamın Merkezi İzmir, Sağlıklı Yaşamın Öncüsü Ege Üniversitesi” ana başlıklarında beyin fırtınası estirdi. Sonuçlar rapor haline getirilerek Cumhurbaşkanlığı Gıda ve Sağlık Politikaları Kurulu’na sunulacak.
Kronik akciğer hastalıklarının en önemlisi ise hem kişilerin yaşamı hem de sağlık giderleri üzerinde önemli bir yük olması nedeniyle kuşkusuz KOAH dediğimiz kronik tıkayıcı akciğer hastalığı. Adı sigarayla birlikte anılan KOAH’la ilgili merak edilenleri ve risk faktörlerini Atakalp Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Seyhan Dağıstan anlattı:
RİSK FAKTÖRLERİ NELER?
“KOAH’ın en önemli risk faktörleri, sigara, yaş, cinsiyet, genetik, göğüs duvarı deformiteleri ve solunum yolları enfeksiyonları gibi kişisel faktörlerle beraber hava kirliliği, mesleki maruziyetler, sosyoekonomik durum, iklim gibi çevresel faktörlerdir. Ama bir kişisel faktör var ki hem hastalığın oluşmasında hem de seyrinde çok önemli bir yer tutuyor. Bu da sigara ve genel anlamda tütün kullanımı. Sigara sadece KOAH’ta değil, aynı zamanda akciğer kanserinde de en önemli risk faktörü. Yaş, ırk, mesleki maruziyet, radyasyon, geçirilmiş kronik akciğer hastalıkları ve genetik, diğer düşük risk faktörlerini oluştururken, tek başına sigara içimi bu risk faktörlerinin en önemlisi. Bu yüzden akciğer kanseri kötü seyreden, ama aynı zamanda sigara içmemek ile büyük oranda önlenebilir bir hastalık.
KANSERE MEYDAN OKUMAK
Bizler, sigara içen ama aynı zamanda sık sık, ısrarla akciğer grafisi çektirmek isteyip ‘korkacak bir şey yok değil mi?’ diye endişelerini dile getiren hastalarla karşılaşmaktayız. Hem bu kadar korkmak hem de tütün kullanımına devam etmek büyük çelişki. Unutmayalım ki sigara içmek, kansere meydan okumaktır. Bu nedenle sigarayı bırakmalıyız. Ayrıca kış aylarının gelmesiyle birlikte hava kirliliğinde ve solunum yolları enfeksiyonlarında artış beklenmektedir. Bu nedenle kronik akciğer hastalarının içiyorsa sigarayı mutlaka bırakması, hava kirliliğinin arttığı akşam saatlerinde sokağa çıkmaması, hastalıklarının alevlenmesine yol açacak solunum yolları enfeksiyonlarına karşı grip ve zatürre aşılarını yaptırmaları öneriliyor. Bazen basit bir öksürük de ciddi bir hastalığın habericisi olabilmektedir. Sonuçta erken tanı için yakınmalarımızı hafife almamamız gerekiyor.”
Mimar babasının gördüğü rüya sonucunda dönemin en ünlü tıp okulu olan Asklepios’ta eğitim alan, Roma İmparatoru Marcus Aurelius’a ve gladyatörlere doktorluk yapan ve 7 yıl sonra dönerek Bayraklı Smyrna Meydanı’nda kendi adına bir hastane açan Galen, aynı zamanda travma cerrahisinin de babası kabul ediliyor. Yüzyıllar once damarlarda hava değil kan dolaştığını belirleyen, sesle ilgili sinirlerin tanımlamasını yapan ve omurilik yaralanmasının sonuçları ile beyin sapının fonksiyonlarını ilk kez tanımlayan hekim olan Galen’in kitapları yüzlerce yıl tıp öğreniminde okutuldu.
TINAZTEPE ÜNİVERSİTESİ
“Özel Tınaztepe Galen Hastanesi de İzmirli hekim ve bilim insanı Galen’in izinden gitmek istiyor. O yüzden adını Galen’den alıyor” diyen Özel Tınaztepe Galen Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Gökhan Akbulut, hastanenin bütün branşlarda hizmet verdiğini ifade ederek, şu bilgileri paylaştı: “Gelişmiş bir fizik tedavi ünitesi, son teknolojiye sahip ameliyathane, yoğun bakımlar ve radyoloji ünitesine sahip olan Tınaztepe Galen Hastanesi, 3 boyutlu görüntü sunabilen BT anjiyografi ünitesi ve çok az radyasyon yayan dijital mamografi ünitesine de sahip. Tınaztepe Galen Hastanesi, Tınaztepe Üniversitesi Hastanesi olma yolunda ilerliyor. Branşların bir kısmı, Tınaztepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim verecek akademik kadrolardan oluşuyor. Hastanenin hedefi 2020’de branşların tamamında akademisyen kadrolara yer vermek. Birkaç ay içinde 3. basamak yoğun bakım, girişimsel radyoloji, onkoloji, radyasyon onkolojisi, PET CT, robotik cerrahi gibi ileri teknoloji gerektiren sağlık hizmetlerini verecek düzeye ulaşmayı hedefliyoruz.”
Bu amaçla göreve başladığından bu yana İzmir’deki tüm kamu hastanelerini en az bir kez ziyaret etmiş. Bunun yanında ilçe sağlık müdürlüklerini, aile sağlığı merkezlerini, acil sağlık hizmeti istasyonlarını da sık sık ziyaret ediyor. Kolay değil; yaklaşık 34 bin sağlık çalışanının, hastaların ve hasta yakınlarının taleplerini dinliyor, notlar alıyor, yönetim ekibiyle birlikte çözüm fikirlerinin ve faaliyetlerinin takibini yapıyor. Toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi, sağlık hizmetlerinin etkili, verimli ve hakkaniyete uygun bir şekilde sunulması için çalıştıklarını ifade eden Öztop, İzmir’in ve Ege Bölgesi’nin sağlık hizmetlerine yönelik ‘makro planlama’ya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor. Geleceğe odaklanan makro planlama çalışmaları, elde edilen verilere ve analizlere göre ekip çalışması şeklinde yürütülüyor. Ekip çalışmasının çok önemli olduğunu dile getiren Öztop, çalışmaları şöyle anlatıyor:
HAFTA HAFTA YAKIN TAKİP
“Şehir Hastanesi planlama çalışmaları, hassas ve bir denge içerisinde yürütülüyor. 2020’nin ikinci yarısında açılması planlanan İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi, hızla yükseliyor, çalışmalar süratle devam ediyor. Bir taraftan hastane binası tamamlanırken, İzmir İl Sağlık Müdürlüğü tarafından da sağlık hizmeti sunumuna ilişkin planlamalar, toplantılar, saha ziyaretleri aralıksız sürüyor. Çalışmalar hassas ve bir denge içerisinde yürütülüyor. Öncelikli amaç, Bayraklı Şehir Hastanesi ile İzmir’e ve Ege Bölgesi’ne bir değer kazandırmak. Tabii, bunun yanında da mevcut sağlık tesislerinden daha verimli ve efektif yararlanılmasını sağlamak. Tam da bu noktada gelecek yıllara yönelik ‘makro sağlık planlaması’ hazırlanıyor. Mevcut sağlık tesislerinin özelikleri ve birbirlerine uzaklıkları, ilçelere göre son 10 yıllık nüfus artış hızı, sağlık tesislerinin güncel hasta yoğunluğu, tıbbi cihaz donanımları, özellikli sağlık hizmeti sunumları dikkate alınıyor.”
İZMİR, SAĞLIKTA
ÖNCÜ BİR KENT
İZMİR’in sağlık alanında yeni ve ilk uygulamalara öncülük yaptığını dile getiren İl Sağlık Müdürü Op. Dr. Mehmet Burak Öztop, bu başarının her zaman ekip çalışmasından kaynaklandığına inanıyor. İzmir’in sağlığını marka haline getirmek amacıyla haftalık üst yönetim toplantıları yapıldığını, sahada yaşanan sorunlara bu toplantılarda çözüm üretilip haftalık takibinin yapıldığını vurguluyor Öztop. Odağına insanı alan, hele ki insanın en temel ihtiyacı olan sağlık için yürütülen çalışmaların çok kıymetli olduğunu vurgulayan Öztop ve ekibi, 6 ayda çok iyi bir sinerji yakalamış. Temennimiz bunun artarak devam etmesi. Sağlık hizmeti sunumunda, hem çalışan hem de hizmet alan açısından memnuniyetin artması.
Test için de en uygun zamanın doğumdan sonraki 24-48 saat arası olduğuna dikkat çeken Sivri, şu bilgileri verdi:
“Fenilketonüri, kalıtsal bir metabolik hastalık. Bu hastalıkla doğan çocuklar proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin isimli bir amino asidi metabolize edemez, sonuçta kanda ve diğer vücut sıvılarında artmış olan fenilalanin ve onun artıkları çocuğun gelişmekte olan beynini harap eder ve ileri derecede zihinsel yetersizliği olmasına, sinir sistemini ilgilendiren daha birçok belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur. Tarama testi için en uygun zaman, doğumdan sonraki 24-48 saatleri arasıdır. Çünkü, bu zamanda çocuğun bir şekilde beslenip fenilalanin miktarının yükselmesi gerekiyor. Her 20-25 kişiden birinin genetik yapısında bu hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması, hastalığın sık görülmesine neden oluyor. Türkiye’de her 100 kişiden 4’ü bu hastalık açısından taşıyıcı durumunda. Fenilketonüri hastalığı ile doğan bebeğe, beyni etkilenmeden, erkenden tanı konması çok önemli. Yenidoğan döneminde tanı konmuş, tedavisi çok iyi uygulanmış hastalar tamamen normal zeka düzeyine ulaşır.”
SINIRSIZ YAŞA
KAMPANYASI
PKU Aile Derneği Başkanı Deniz Atakay, 2005 yılında kurulan derneğin, doğumsal metabolizma bozukluklarına sahip çocuklarımızın yaşamlarını kolaylaştırmaya ve toplumsal anlamda dikkat çekmeye çalıştığını söyledi. Hedeflerini, “Erken tanı ile hayat boyu zekalarını korumak için özel düşük proteinli gıdalarla beslenmek zorunda kalan bireylerin, sosyal yaşamda da karşılaştıkları sorunları çözmek ve bu yaşamların savunucuları olarak farklı projeler üretmek” olarak açıklayan Atakay, şöyle dedi: “Bu hedef kapsamında gerçekleştirdiğimiz ve halen sürmekte olan ‘Sınırsız Yaşa’ kampanyamızda amacımız, yaşam boyu süren bir hastalık olan PKU konusunda farkındalığı artırmak ve bu hastalıkla yaşayan herkesi yasa koyuculardan sağlık uzmanlarına ve yetişkinlere yönelik yaygın hizmetlere daha iyi bir erişim fırsatı sağlamalarını talep etme konusunda desteklemektir.”
O nedenle koruyucu tedbirler almak gerekiyor. Mide kanseri kadınlarda meme, erkeklerde akciğer kanserinden sonra en sık görülen onkolojik hastalık çeşidi. Dünyada en çok raslanan ölümcül kanserlerden. Peki mide kanserinin belirtileri nelerdir?
Dahiliye ve Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. İlkay Şimşek, şöyle anlattı:
SESSİZ VE DERİNDEN
“Genellikle sessiz ve sinsi bir şekilde gelişen mide kanserinin henüz belirti vermeden erken dönemde yakalanması, çoğu zaman kontrol amaçlı yapılan endeskopiler sayesinde olmaktadır. Bazen ülser veya gastrit benzeri şikayetlere neden olabilirken, erken doyma, bulantı, iştahsızlık, kilo kaybı, kansızlık, karın ağrısı, kanama veya yutma sırasında takılma hissi gibi şikayetler mutlaka araştırılmalıdır. Sebebi birçok nedene bağlanırsa da fazla tuzlu besinler ve taze meyve sebze alım eksikliği, en önemlisi ‘helikobacter pyloni’ denen bir bakteri hastalığının en önemli sebebi olarak gösterilir.
KLİNİK BELİRTİLER
Hastalarda başlangıçta belirgin klinik bulgu yoktur. Ancak tümör büyüyüp ilerledikçe ilaçlarla geçmeyen sırta ve bele vuran mide ağrısı, bulantı, kusma, kabizlık, koyu kahve renkli kanama veya siyah renkli dışkılama alarm verici özelliklerdir. Metastazların verdiği belirtiler dikkati çeker.
NASIL KORUNMALI?