“Zamanla ilerleyen hastalık döneminde görme tabakaları zayıflayarak görme merkezi altında yeni damar oluşumları ve kanamalar ortaya çıkar. Bu hastalıktan şüphe duyan kişi, evdeki duvar fayanslarına bakarak kendini test edebilir. Düz çizgilerde eğrilme ve yamulma hissi şüphe uyandırmalıdır. Bununla birlikte, görmedeki bu değişiklikleri saptamak için özel olarak hazırlanmış kareli test kartları mevcut ve göz hekimlerinden edinilebilir. Risk faktörlerine gelirsek... Ailede bulunması, sigara, hipertansiyon, obezite ve yüksek lipid-kolesterol bunlar arasında sayılabilir. Bununla birlikte, hastalığın ileri evresinde bile kişi tamamen körlük yaşamaz, merkezi görme dışındaki görüş alanı ile günlük hayatını idame ettirir. Yaşam tarzı ve beslenme, hastalığın ciddi evrelere ilerleme riski azaltabilir. Sigaranın bırakılması, doktor kontrolünde vitamin takviyesi ile kuru tipten yaş tipe geçiş de önemli. Laser, fotodinamik tedavi (PDT) ve damar gelişimini önleyici tedavi (Anti-VEGF tedavi) gibi seçenekler, tedavide etkin. Kuru tipten yaş tipe geçmiş sarı nokta hastalığı acil tedavi gerektiren bir durum. Yakın zamana kadar bu hastalıkta uygulanan tedaviler yüz güldürücü sonuçlar vermezken, bugün için gelişen teknolojiler ve yeni tedavi şekilleriyle son derece başarılı sonuçlar alınmaktadır. Yaş tip sarı nokta hastalığında tedavide amaç, hastalığa neden olan tabakalar arasındaki istenmeyen damar tomurcuklarının, sıvı sızıntılarının ve kanamaların kurutulmasıdır. Bunun için farklı tedavi seçenekleri mevcut.”
Hatta hatırlanırsa aday olduğumuz EXPO’larda da tema ‘sağlık’ olarak belirlenmişti. İzmir’deki tarihi hastaneleri mercek altına alan Acil Ambulans Hekimleri Derneği Başkanı ve İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Turhan Sofuoğlu, konuyla ilgili önemli bilgiler verdi. İzmir’in 3 bin yıl öncesinden bugüne tıp okulları, tedavi merkezleriyle dünya çapında bilinen bir kent olduğunu kaydeden Sofuoğlu, “Hemen yanı başımızdaki Bergama (Pergamon) Asklepion’u cerrahi ve anatominin babası sayılan Galen’in uzun yıllar hastalara şifa dağıttığı, doğduğu ve öldüğü bir yer. Osmanlı devletinin önemli bir ticari limanı olan İzmir’de ise 17. yüzyıldan itibaren kentte yaşayan gayrimüslimlere ait hastaneler, okullar ve ibadethaneler görülmeye başlanmış” dedi.
ÇOĞUNUN İZİ KALMADI
Bir süredir İzmir’in tarihteki hastaneleriyle ilgili çeşitli kaynaklardan ve Osmanlı arşivlerinden, o yüzyıllarda İzmir’i ziyaret eden gezginlerin anılarından araştırmalar yaptığını kaydeden Dr. Sofuoğlu, şöyle devam etti: “Cumhuriyet öncesi döneme dair 5’i Müslümanlara, 11’i gayrimüslim ve Levantenlere ait toplam 16 hastane ile ilgili kayıtlara, hatta şu anda birçoğunun izinin bile kalmadığı bu hastanelerin harita üzerindeki yerlerine ve o günkü resimlerine ulaştım. Araştırdıkça dünyada belki de hiçbir şehirde olmayan zengin ve ilginç bilgilere ulaştım. İlk hastane Hollandalılar tarafından 1675 yılında Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi arazisi üzerinde kurulmuş. Yine İskoçlara, Fransızlara, İngilizlere, İtalyanlara ve Musevilere ait hastaneler uzun yıllar İzmir’de hizmet vermiş. Şu anda bu hastanelerden çok azı bina olarak ayakta. Bunlardan 3’ü, Konak’taki eski devlet hastanesi (Gurebai Müslümin Hastanesi), Alsancak’taki Fransız Hastanesi ve Karataş Musevi Hastanesi.”
ÖRNEK ÇALIŞMAYA İMZA
Cumhuriyet sonrası da İzmir’de hastane olarak hizmet vermiş ve şu anda isimleri bile bilinmeyen hastaneler olduğunu tespit eden Sofuoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlarla ilgili kitaplar ve araştırma makaleleri bulunmakta. Fakat resimlerine, bulundukları yerlere ve ayrıntıların birçoğuna internetten ulaşılabiliyor. Maalesef Cumhuriyet sonrası kayıtlarımız Osmanlı dönemi kadar iyi korunmamış. Arşivlerdeki birçok belge kayıp veya imha edilmiş. Bütün bu bilgileri bundan 2 yıl önce görsel bir sunum haline getirdim ve zaman zaman paylaşıyorum. Amacım tarihteki sağlık hizmetlerinin açığa çıkarılması ve bu kentte yaşayan başta sağlık çalışanları olmak üzere ilgi duyanlara ulaştırılması. Bu bilgileri bir kitap olarak da yayınlamayı düşünüyorum.”
şifanın mümkün olmadığı terminal dönemde hastayı rahatlatacak, yaşam kalitesini
en yüksek düzeyde tutacak bütüncül bir tedavi yöntemi.
Palyatif bakım hakkında merak edilenleri, uzun zamandır evlerde yoğun bakım kurup palyatif bakım desteği veren anesteziyoloji ve yoğun bakım uzmanı Dr. Serpil Özsezgin anlattı. Kanser, alzheimer, demans, ileri evre KOAH, kalp hastaları ve inmeye bağlı yatağa bağımlı kalan hastalara İstanbul’dan tüm Türkiye’ye palyatif bakım danışmanlığı yapan Özsezgin, yazdığı ‘Herkes İçin Palyatif Bakım Rehberi’ adlı kitabında, palyatif bakımın sadece kanser hastalarında veya yaşamın sonunda uygulanan bir bakım, özellikle de bakım evi bakımı olmadığına dikkat çekti.
VÜCUDUNUZU TANIYIN
“Ruh yaşınız ne kadar genç olursa olsun organlarınızın tam olarak sağlıklı olmadığı anda genç değilsiniz. Siz organlarınızın yaşındasınız” diyen Özsezgin, şöyle devam etti: “Kendi risklerinizi bilmek ve kontrolün sizde olması için bu kitabı okumanız gerekiyor. 90 yaşında tüm dünyayı gezmek istiyorsanız, kaliteli uzun dönem yaşayabilmeniz için öğrenme sürecinden geçmemiz gerekiyor. Doğru bilgiye ulaşarak vücudumuzu tanımamız, fizyolojileri ve patolojileri ayırt edebilmemize olanak sağlıyor.”
Hiçbir şikayet ve hastalık olmasa da düzenli olarak yılda bir kez yaptırılacak check- up ile erken dönemde belirti vermeyen ve sinsice ilerleyen hastalıklar yakalanabiliyor. Çok kısa bir zaman ayırarak yaptırabileceğiniz check-up ile sağlığınızın durumunu, başlangıç aşamasında olan hastalıklarınızı öğrenebilir; erken teşhisle zamanında tedavi olabilirsiniz. Biolab’ın kurucusu Dr. Tuncay Batur, “check-up’ın neden hayat rutinimizde olması gerektiği” hakkında bilgi verdi.
Check-up taramaları profesyonel bir sağlık ekibi tarafından tıbbının en modern laboratuvar ve görüntüleme olanaklarından yararlanılarak gerçekleştirilir. Önlem almanın tedavi etmekten daha kolay olduğu prensibine dayanan check-up; yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen yatırımlardan biridir. Bir anda yapılan ciddi bir harcama gibi görünse de aslında yıllık fiziki muayene az bir değer taşır; akut veya kronik ciddi olaylardan kaynaklanan hastalık, özellikle kanser ve ölümlerin erken teşhis edilerek tedavi edilmesinde önemli bir rol oynar.
1994’TEN BU YANA
‘Tanıda güvence’ ilkesinden yola çıkarak 1994 yılında Mikrobiyoloji Laboratuvarı olarak hizmet vermeye başlayen Biolab, patoloji ve biyokimya birimlerinin de eklenmesi ve yeni şubelerle Laboratuvarlar Grubu kimliğine ulaştı. Laboratuvarımız ilk olarak Alsancak’ta hizmet sunumuna başlamıştır. Hastalarımızın hizmetimize daha kolay ulaşmasını sağlamak amacıyla bünyemize Mavişehir Şubesi’ni de ekleyerek İzmirlilere her yerde yakın ve kaliteli hizmet götürmeye devam etmekteyiz. Biolab Laboratuvarlar Grubu olarak 5 ayrı klinik laboratuvarı, 9 laboratuvar uzman hekimi ve 140 çalışan ile hizmet vermekteyiz. Yıllık 5 milyon adedi geçen test sayımızla bölgenin en yüksek test sayısına sahip laboratuvarıyız.
25 yıl önce Alsancak’ta başlayan hikayemize daha iyi bir geleceğe doğru yol almak adına devam etmekteyiz. Yeni nesil temalı laboratuvarlarımızı; insani, yenilikçi ve teknolojik değerler üzerine konumlandırıyoruz. Bu yeni bir döneme attığımız adımların habercisidir. Ekibimiz ile çıktığımız bu yolculukta farklı konularda ışık tutmaya ve önder olmaya devam edeceğiz.”
Neredeyse 6 ay sürüyor. Şu an grip sezonunun tam ortasında olduğumuzu söyleyebiliriz. Her sene toplumda yaşayan erişkin yaş grubunun yüzde 5-10’u, çocuk yaş grubunun yüzde 20-30’u gribe yakalanıyor. Bu nedenle grip ve gribin oluşturduğu yakınmalar, insanların çoğu tarafından biliniyor. Buna karşın gözardı edilen ya da bilinmeyen ise grip hastalığının seyri sırasında gelişebilecek ve insan hayatını tehdit eder tarzdaki komplikasyonlar...
İşte tüm bu soruların cevaplarını Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağrı Büke anlattı:
BİRİNCİ ÖLÜM NEDENİ
“Normalde gribe yakalanan kişilerin çoğunda hastalığın belirtileri genellikle 5-6 gün içinde hafifler. Hastalığın tamamen normale dönmesi ise 2 haftayı bulabilir. Buna karşın bazı kişilerde hastalık ağırlaşabilir, iyileşeceğine daha da kötüye gidebilir. Hastalık ilerleyip ciddi bir komplikasyon geliştiğinde, ölümle bile sonuçlanabilir. Sonbahar ve kış aylarında en çok ölüm nedeni, gribe bağlı gelişen komplikasyonlardır. İşte bu nedenle her yıl grip sırasında insan hayatını tehdit edebilen komplikasyonlar ile karşı karşıya kalınmasın diye herkes için değil, ancak risk grubundaki kişilere aşı önerilmektedir.
GRİP AŞISI NE SAĞLAR?
BAŞ dönmesi sık karşılaşılan bir sağlık problemi. Bir hastalık değil, ama ciddi sağlıksızlığın işareti. Herkesin farklı baş dönmesi tarifi var. Kimi bunu “ayağının altından bir şeylerin çekilmesi, beyninin içinin boşalması”, kimi de “gözünün kararması, ayakta durmada zorlanma” şeklinde tarif ediyor. Vertigonun ismini son dönemde epey duymuşsunuzdur.
Nasıl tanı konur, tedavi olanakları nedir, hepsini Atakalp Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Muhteşem Gedizlioğlu ile konuştuk.
Baş dönmesinin bir hareket yanılsaması olduğuna dikkat çeken Gedizlioğlu, tıp dilinde “vertigo” olarak adlandırılan, sağ ve sol denge sistemleri arasındaki eşitsizlik sonucunda ortaya çıkan bu rahatsızlıkta iç kulak, denge siniri, denge ile ilişkili beyin sapı çekirdekleri ve beyinciğin etkilenebildiğine dikkat çekti.
Baş dönmesinin iç kulaktan beyinciğe kadar pek çok yapıdan kaynaklanabileceğine işaret eden Gedizlioğlu, “Baş dönmesine dengesizlik, bulantı-kusma, terleme, yüzde solukluk gibi bulgular eşlik edebilir. Bunlar denge sistemleri ile ilişkili bazı çevre yapıların etkilenmesine bağlıdır. Bazen başta hafiflik, bayılacak ya da teknede sallanır gibi olma yakınmalar da baş dönmesi olarak tanımlanır. Hastanın yakınmasının tam olarak ne olduğu ortaya konmalıdır. Dengesizlik de yine baş dönmesi olarak tanımlanabilinir. Dengesizlik esasen baş dönmesi olmayıp, yürüme bozukluğudur. Bunun da öykü ve muayene ile ortaya konması gerekir. Baş dönmesi baş ağrısından sonra hastayı hekime getiren en sık nörolojik yakınmadır. Toplumun yüzde 20-30’unda görülmektedir” bilgisini verdi.
HASTALIK DEĞİL BELİRTİ
Baş dönmesinin kendisinin hastalık değil bir belirti olduğuna dikkat çeken Dr. Muhteşem Gedizlioğlu, öykünün çok önemli olduğunu, tam bir nörolojik muayene yapılması gerektiğini kaydetti.
Akıllı lensler görme bozukluklarına ve göz hastalıklarına çözüm oluyor. Peki akıllı lens nasıl takılır, faydaları nelerdir? Ekol Hastanesi Göz Kliniği’nden Op. Dr. Hülya Bolu Akıllı, lensleri anlattı:
HER HASTAYA UYGULANMIYOR
Son yıllarda göziçi merceklerindeki gelişmeler hız kesmeden devam ediyor. Halk arasında akıllı mercekler olarak bilinen multifokal, yani çok odaklı göz içi lensleri, hastaların uzağı, yakını ve hatta bilgisayar kullanma mesafesi olan ara mesafeyi de gözlüksüz görebilmelerini sağlıyor. Ayrıca bu merceklerin, gözünde astigmatı olan kişilerde astigmatizmayı da ortadan kaldıran torik çeşitleri de mevcut.
Akıllı göz içi mercekleri, özellikle 40-45 yaş üstünde olan, yakın görme için veya hem yakın hem de uzak görme için gözlük takmak zorunda olan ve gözlüklerinden kurtulmak isteyen kişilerde uygulayabiliyoruz. Yine aynı şekilde katarakt nedeniyle ameliyat olacak hastalarda da kişi ameliyattan sonra hiçbir şekilde gözlük kullanmak istemiyorsa, akıllı mercekleri öneriyoruz. Ancak akıllı mercekler ne yazık ki herkese uygun olmayabiliyor. Bunun için hastaların önden detaylı göz muayeneleri ve ayrıntılı, hassas cihazlarla tüm göz ölçümlerinin yapılıp bunların titizlikle incelenmesi gerekiyor.
Akıllı mercekler için uygunluk kriterleri arasında en önemli olanlar; hastaların kornea denilen dış tabakalarının saydam, temiz olması, görme merkezine yakın yerlerde lekelerin olmaması, aynı şekilde göz arkasındaki retina tabakasının temiz olması, kanama, yırtık, sarı nokta hastalığı gibi herhangi bir sorunun olmaması gerekiyor.
Akıllı mercekler tek çeşit değildir. Çok farklı özelliklere sahip lensler vardır. Bunlardan hangisinin, hangi hastaya daha uygun olduğu konusu çok önemli. Öncelikle ameliyatı yapacak cerrahın tüm bunları biliyor olması, hastanın ihtiyaçlarını iyi belirlemesi ve detaylı bilgi vererek ortak bir karara varılması gerekir.
FEMTOSANİYE LAZER NEDİR?
Katarakt nedeniyle veya sadece gözlükten kurtulmak amacıyla lens değişimi yapıp göz içine akıllı lens yerleştireceğimiz hastaların önden yapılacak olan muayeneleri ve hastaya göre mercek çeşidine verilecek karar ne kadar önemliyse, ameliyatın başarılı ve sorunsuz yapılması da o kadar önemli. Bu gibi özellikli akıllı mercek koyacağımız hastaların ameliyatlarını ‘femtosaniye lazer’lerle yapmayı tercih ediyoruz. Göz yapısı tamamen sağlam olan ve akıllı mercek kriterlerine uygun olan hastalarda uyguladığımız akıllı mercekler, hastaların günlük hayatlarında gözlük ihtiyacını kalıcı bir şekilde ortadan kaldırıyor.
Bütün sıkıntıları bitmiş ve ailesi ile artık yokluğun yok olduğu yeni bir hayat onları bekliyordu. İlk işi daha önce bir türlü alamadığı, o çok istedikleri Dalmaçyalı köpek yavrusunu çocukları için satın almak oldu. Büyük ikramiye ile satın alabildiği tek şeyin bu güzel köpek yavrusu olduğunu kim bilebilirdi? Hayaller ve umutların uzun uzun konuşulduğu iki haftalık izinden sonra işine döndüğü ilk pazartesi günü, iş yerinde kalp krizinden hayata gözlerini yumdu.
Bu yılbaşı kendiniz için aldığınız piyango biletinizin, ödülü çok kıymetli olan ‘sağlıklı yaşam’ olsun. “En Büyük İkramiye Sağlık” diyen Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr . Özlem Arıcan Özlük, şunları söylüyor;
“Bütün bilgi akışı ve tedavi seçenekleri içinde kalp krizlerinden ölümü engellemek için en etkili yöntemin, kalp hastalıklarının gelişmesini önlemek olduğu kanaatindeyim. Hayatımızda sağlıklı kalmak adına yapacağımız küçük dokunuşlar, kalbimiz için büyük yatırımlar olarak bize dönüş yapacaktır. Üstelik bunu yapmanın hiçbir maliyeti yoktur.
ATILACAK TEMEL ADIMLAR
Kalp hastalıklarını önlemek için atacağımız temel adımlar; hareket etmek, uygun kiloda olmak, sigara içmemek ve uyku kalitemizi düzgün tutmaktır. Haftada 5 gün yapacağımız 30 dakikalık yürüyüşler ile kilo kontrolü daha kolay sağlanmakta, stresimiz azalmakta ve kalbimiz bu egzersiz ile güçlü ve sağlıklı kalmaktadır. Yapılan bir çok araştırmada yürüyüşler açık havada, özellikle yeşil alanlar (park, bahçe) ve mavi alanlarda (deniz, akarsu kenarı gibi) yapıldığı taktirde stres üzerine olumlu etkisinin daha fazla olduğunu göstermiştir Ruh ve bedenin sağlıklı kalması için vücudumuzu hareket ettirmemiz ve modern olarak adlandırılan zorlu yaşamlarımızda bunu mutlaka en azından kalbimiz için yapmamız gerekmektedir.
KONTROLLERİNİZİ YAPTIRIN