Paylaş
Sami El Haşimi, Irak’ta savaş çıkmadan önce Bağdat’ta yaşayan, hali vakti yerinde bir elektrik mühendisi... Ama Suriye’de iş bulamıyor.
Bu yüzden çocuklarını ve karısını Suriye’de bırakıp ara ara Irak’a gidiyor para bulmaya, geçici işler yapmaya. Yine böyle Irak’a gittiğinde yolda askeri görünümlü bir cip önünü kesiyor. İçinden çıkan silahlı ve maskeli adamlar ona kimliğini soruyor. O da çıkarıp gösteriyor. Ve anında kafasına bir torba geçirip, onu kaçırıyorlar.
İşkencenin her türü
Gözlerini açtığında kendisini küçücük bir odada işkence görmüş başka adamlarla buluyor. İki yıllık işkence hayatı böyle başlıyor. Diğerleriyle birlikte işkencenin aklına gelebilecek her türlüsüne (tek ayağından tavana asma, vücuduna asit dökme, makata şişe sokma...) maruz kalıyor. Bazen aralarında ölenler oluyor. Ölenleri günlerce alıp götürmüyorlar. O küçücük odada bırakıyorlar.
Tabii karısı ondan hiç haber alamayınca çocukları bırakıp, Irak’a onu aramaya geliyor. Ama nafile. Sonunda bir karakoldan çağırıp, “İşte kocan!” diye kafası kesilmiş, vücudu da tanınmayacak halde bir cesedi gösteriyorlar. Karısı cenazeyi toprağa verip, Suriye’ye dönüyor.
Halbuki El Haşimi o sırada hala işkencede. İki yılın sonlarına doğru bir gün ona benzin içiriyorlar ve öldüğünü zannedip, çırılçıplak mahalle arasında bir çöpe atıyorlar.
Sabah camiden çıkan bir grup insan tam da köpekler başına üşüşmüşken El Haşimi’yi görüp hastaneye kaldırıyor. Ameliyatlar, ameliyatlar ve yine ameliyatlar...
Birazcık toparlanır toparlanmaz soluğu Suriye’de alıyor. Karısı ve çocuklarının oturduğu eve koşuyor. Fakat taşınmışlar. Kimse de bilmiyor nereye taşındıklarını. Mahallenin ortasında yere çöküp başlıyor zangır zangır ağlamaya. Birisi diyor ki şurada Birleşmiş Milletler’in bir ofisi var. Mültecilerle ilgili, onlara sorsana belki biliyorlardır ailenin nerede olduğunu.
BM ofisinde kayıtlar açılıyor. Diyorlar ki “Beyefendi siz ölmüşsünüz karınız ve çocuklarınız da ABD’ye iltica etmiş.”
ABD düşlerken savaş
Durun daha bitmedi. El Haşimi’nin hikayesi gerçekten film gibi. Skype bağlantısı yapıyorlar karısı ve çocuklarıyla. Karısı kamerada onu görüp, sesini duyunca bayılıyor, çocuklar şokta.
Derken El Haşimi de ABD’ye iltica edebilmek için başvuruda bulunuyor. Ancak daha işlemleri sürerken Suriye’de savaş patlıyor. Ve Suriye’de zaten mülteci olan El Haşimi, sığınmacı olarak Türkiye’ye gönderiliyor.
Onunla Türkiye’deki birinci yılında İzmir’de tanıştım. Bir intihar girişiminin ardından kurtarılmış ve İzmir’deki bir sivil toplum örgütü tedavisi için ona yardım elini uzatmıştı.
El Haşimi’yle 3 yıla yakın ara ara görüştüm. Hayatını Al Jazeera kanalı için belgesele dönüştürdüm.
Onunla tanışmamın üzerinden 5 yıl geçti. Ve hala ABD’ye gidemedi.
Türkiye’deki yüz binlerce sığınmacı gibi günlerden bir gün ABD’ye mülteci olarak kabul edilmeyi bekliyor. Bu sırada Türkiye’de “askıda bir hayat” yaşıyor.
Hiçbir güvenceleri yok
Askıda hayat yaşayanların ne çalışma izni var, ne sağlık sigortası, ne eğitim hakkı. Hayırseverlere ve Allah’a emanetler. Ve her yıl aralarından o kadar azı bir Avrupa ülkesi ya da ABD tarafından mülteci olarak kabul ediliyor ki... Neredeyse birkaçı. Çoğunluk bir ömür bekliyor. Günlerden bir gün kabul edilmeyi.
Ama edilmiyorlar.
Ve bütün bir hayatı askıda geçiriyorlar.
El Haşimi birkaç kez daha intiharı denedi. Şükürler olsun beceremedi. Bazen telefon açıyor bana. Halimi hatırımı sormaya. Arıyorum, arıyorum. Söyleyecek tek bir kelime bulamıyorum. Bu koca yeryüzünde ya da gökyüzünde. Öylece susup bekliyorum. Sus, pus yerin dibine girip ılık ılık zemine karışıyorum.
Halbuki birkaç sene evvel böyle miydi ya? Bol keseden cümleler kurardım ona. İddialara girerdim. “Bence” derdim “önümüzdeki bahar kesin kabul edileceksin ABD’ye... Bandolar eşliğinde...” Kaç bahar geçti, kaç kış bu iddiaların üzerine. Yağmurlar yağdı, güneşler açtı. Tek bir teselli kelimesi kalmadı cebimde.
Paylaş