Paylaş
Öldüğünde yıllardan 1948, annemin yaşı da 2’ymiş. 6 çocuğuyla genç yaşta dul kalan dedemi, 6 ay sonra yolda yürürken eşek arısı sokmuş. Ensesinden. Şaka değil, bak. Meğer bünyesi alerjikmiş, hemen oracıkta hayatını kaybetmiş. Düşünsene, annem daha 2.5 yaşında. Artık ne kucağına yan gelip yatacağı şefkatli bir annesi, ne de omzuna tırmanacağı dağ gibi bir babası var yanıbaşında.
Adet olduğu üzere anneler gününde, annesiz büyüyen annemi ziyarete Akçay’a gittik Cem’le. Annemin hatırladığı şöyle tek bir sahne var annesiyle ilgili yıllardır zihninde. Kaz Dağları’nın eteğindeki derelerde yayılmışken biz, ilk kez anlattı torunu Cem’e de: “Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Ve her nasılsa ben bahçedeyim. Yağan karı yerlerden toplayıp yemeye çalışıyordum. Tak tak diye cama vurdu bir el. Baktım camın arkasında kızgın kızgın, sakın yapma dercesine bana işaret parmağını sallayan annem.”
Bu, annemin annesiyle ilgili üstelik cam gibi hatırladığını iddia ettiği var olan tek kare. Pencerenin arkasından uyaran ve kızgın kızgın bakan bir anne. Tek sahne. “Bu bir anı değil, rüya” diye, yıllarca az mı direttim anneme. Bir insan 2 yaşının anılarını kökünden söküp getirip, dikebilir mi günümüze? İmkanı yok hatırlamaz da hatırlamaz işte! Ama annemin ta Balkanlar’dan getirdiği öyle inatçı bir damarı var ki ey okur. Karşısına, bu konuya açıklık getirebilecek değil Freud ya da Jung, sıra sıra dağlar gelse, inadına dayanamayıp iskambil kağıtları gibi patır patır yıkılır.
SESSİZ VE BURUK
Yeğenlerim Toygar ve Eyser de güzeller güzeli anneleri Banu’yu gencecik yaşta kaybettiler. O yüzden bizim evlerimizde anneler günü sessiz ve buruk geçer. Oğlum Cem doğduktan ve biz Banu’yu kaybettikten sonra bir daha diretmedim anneme. O anlattığın bence bir rüya diye. Hatta kızdım kendime: Ne hain bir evlatmışsın yahu sen! Annenin o annesine tutunduğu tek bir cılız dalı nasıl biçmeye çalışırsın kökünden?
Üstelik kızmış ve kaşları da çatık olursa olsun. Bırak da annen, o tek karelik resimdeki annesine tutunsun. Çünkü 70 yaşına gelsen de ihtiyacın olur bir anne fikrine, sevgisine ya da resmine. Yazmış birisi ve yayılmış internette. “Yıllarca çocuk yapmaya çalışan ama bir türlü yapamayan kadınlar, çocuklarına anneden daha iyi annelik yapan babalar, evlatlarını kaybeden analar, analarını kaybeden evlatlar, bugün asıl sizin de gününüz” diye. Aman ne haklı, ne haklı demişim okurken kendi kendime.
Kendinden hüzünlü bu anneler gününde.
HASTANEDE NASIL
KARIŞIR BEBEKLER?
Okudunuz mu o haberi? İstanbul’daki bir hastanede karışan Adıyamanlı ve Trabzonlu bebeklerin hakkındakini. Doğum esnasında karışmışlar. Aradan 4 yıl geçmiş. Trabzon’daki çift boşanırken, koca karısından şüphelenmiş. Yapılan DNA testi sonucunda çocuğun ne kendisinden ne de karısından olmadığı belirlenmiş. Hoppalaaaa!
Dönmüşler geriye. Dört yıl önce doğum yaptıkları hastaneye. Ve anlaşılmış ki bebekleri Adıyamanlı bir çiftin bebeğiyle karışmış. Açılan dava sonucunda artık 4 yaşına gelmiş çocukların biyolojik ailelerine geri verilmesi kararlaştırılmış.
Aman aman bu olacak şey midir? İnsanı isyan ettirir. Yerlerinde olsan çıldırırsın. Bir yanda 4 yıl boyunca çocuğun diye sevip büyüttüğün yavrun. Öte tarafta hiç tanımadığın birilerinin nasıl büyüttüğünü, büyütürken nasıl davrandığını bilmediğin ama işte asıl biyolojik oğlun. Çok geç. Sadece birini değil artık ikisini de kimselere bırakmak istemezsin. Değiş tokuş yapın demişler. Al karpuzu, ver kavunu gibi.
Psikologlar eşliğinde anlatılacakmış 4 yaşındaki çocuklara. Nasıl anlayacak bu çocuklar, kazık kadar ben bile anlayamazken. Çiğne çiğne, yutamazken.
Al kendini vur dağlara. Şu hastanenin yaptığı şeye bak. Olacak iş mi ya?
Paylaş