Kendi bedeninden zevk almayı bilen kadınlar seksi bir şekilde yönetir, gerek zihniyle gerek partnerini yönlendirerek zevki yakalar ve o zevke sarılır. Kadının seksten zevk aldığını gören erkek o seksten daha da zevk alır. Ancak madalyonun diğer yüzü, kendi bedeninden zevk almasını bilmeyen kadınlardır.
Yetiştirilme şekli, ailenin baskısı gibi cinselliğe bakış açısını şekillendiren tüm unsurlar kadına cinsellikte baskı yaratır. Çoğu eğitimli, kariyer sahibi kadın bile cinsel organıyla ilgili yeterli bilgiye sahip değildir. Bu bilgisizlik, deneyimsizlik ve baskılar kadını cinsel isteksiz ya da seksten zevk almıyor gibi gösterir. Bu noktada erkek partnere birçok görev düşer.
Cinsellik dışında kadın ilişki içinde kendini değersiz ve önemsiz hissediyorsa cinsellikten de zevk alması zordur. İlişki içinde erkek eşini onaylamalı, takdir etmeli ve sevdiğini, onun için değerli olduğunu çeşitli şekillerde eşine hissettirmelidir. Kadın ilişki içinde kendini seks için kullanılıyor gibi hissetmemelidir.
Kadın gün içinde gerek evde gerek iş hayatında yoruluyorsa, çocukların ve evin yükü onun üstündeyse tükenir. Tükenen bir kadın sevişmeyi üst noktaya taşıyamaz, gün içinde ve tek amacı dinlenmek olur. Yorgun ve tükenmiş bir kadından cinsel istek beklenmesi de adaletsiz bir durumdur. Erkek eşinin yükünü tüm iyi niyeti ve sevgisiyle hafifletmelidir. Ona ev işlerinde, çocukların bakımında destek olunmalı ki kadın da kendine zaman ayırabilsin, eşi için hazırlanıp cinselliği sağlıklı bir şekilde düşünebilsin.
Seks, boşalma, orgazm olma gibi hazları yaşamanın süreci vardır. Haz alma durumu çiftlerin bedenlerinin uyumuna, birbirlerine alışmalarına, birbirlerini tanımalarına bağlıdır ve uyum da zamanla, çiftlerin birbirine yeterli değeri vermesiyle yakalanır.
Uzman Psikolog&Cinsel Terapist Beril Papuççuer Öztürk
Sertleşme sorununun görülme sıklığı yaşla birlikte artar ancak yaşlanmanın kaçınılmaz sonucu değildir. Yaşlanmaya bağlı diğer sorunlar sıklığı artırır. Sıklık oranları coğrafi bölge, ırk, etnik köken, sosyo-ekonomik ve kültürel değişkenlere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Sertleşme sorununun çok faktörlü yapısı tedavi yaklaşımının da multidisipliner olmasını gerektirir. Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin çoğu, organik bir neden olduğu düşünüldüğünden, en azından psikolojik bileşenlerin ön planda olabileceği akla getirilmediğinden, bir üroloğa gönderilir. Psikolojik nedenler ağırlıkta ise organik sebeplere dayandırarak çözüm aramak, işi oldukça zorlaştıracaktır.
Kaygı - anksiyete: Erkeğin cinsel ilişki sürecinde performansı ile ilgili endişe duyması, erkekliği ile ilgili şüpheler içine girmesi ile kendini strese sokması, kendinde bilinçsiz kaygı yaratması halidir.
Depresyon: Sertleşme sorununda en çok görülen nedenlerden biridir. Bazen erkek duygularını inkar ederek depresyonda olmadığını söyleyebilir. Başka bir cinsel işlev bozukluğunun eşlik etmesi sertleşme sorununa zemin de hazırlayabilir.
Bilinçdışı cinsel çatışmalar: Cinsel konularla ilgili birçok şey olabilir. Çocukluğundan bu yana yetiştirilme tarzı, cinselliğe karşı aşırı tutucu ailelerden gelme, baskın anne karakterine saplanıp kalma, bilinçdışı vajina korkusu, kişinin inandığı mitler gibi birçok konu çatışmalara eşlik edebilir ve sertleşme sorunu olarak erkeğin karşısına çıkabilir.
Sinir sistemi hastalıkları veya hasarları: Beyin-inme, tümör, travma, parkinson hastalığı, bunama, omurilik-travma, multipl skleroz, prostat veya rektum ameliyatları sayılabilir.
Depresyon, psikiyatri literatüründe rahatsızlık ya da hastalıktan ziyade bozukluk olarak nitelendirilir. Depresyonda olduğunuzu bir miktar ön değerlendirme yapmak isterseniz aşağıdaki belirtilerden bir kümeye sahip olmanız gerekir:
Ancak bu belirtiler her insanda zaman zaman olabilir. Bu yüzden hemen depresyonda olunduğu kanaatine varılmamalıdır. Belli bir sıklık, şiddet ve yoğunluğu aşıyorsa, kişinin hayatını bozmaya başlıyorsa, kendine ve çevresine zarar veriyorsa kişinin depresyonda olduğu söylenebilir. Bu tanıyı psikiyatristler ve bu konuda çalışan uzmanlar koymalıdır.
Depresyonun yaşam boyu görülme sıklığı kadınlarda % 20, erkeklerde %10 dur.
Evet, genetik yatkınlık olabilir ancak biyolojik etkenler, çevresel etkenler, yaşam olayları, her türlü kayıp da etkenler arasındadır. Bazı insanlar deprsyona daha yatkın olabilir. Ruhsal özellikler, beyin yapısı aileye benzeyebilir. Ailesinde depresyon ya da intihar öyküleri olanlar, erken yaşam olayları yaşayanlar, örneğin 12 yaşa kadar ebeveyn kaybı olanlar yatkınlığı yüksek olanlardır. Kişilik özellikleri de yatkınlığı artırabilir, aşırı sorumluluk sahibi olma, aşırı kaygı, aşırı mükemmeliyetçiler, aşırı olumsuz düşünenler, evhamlı olan kişiler depresyona yatkındır.
Cinsel içerikli filmler izlemek (porno vb.) bir yere kadar eşlerin cinselliğine renk katabilir. Görsel uyaran etkisi beynin cinsel dürtülerden sorumlu kısmını çok hızlı harekete geçireceğinden çifti olumlu yönde etkileyecektir. Porno izlemenin ilişkiye renk ve canlılık kattığı söylenebilir. Porno filmlerin onlarca kategorisi ve çeşidi vardır. Bu yüzden ne izlendiği ve ne seçildiği önemlidir. Eğer şiddet, aşırılık içeren filmler tercih edilirse olumsuz etkileri olabilir.
Porno filmlerde kadının zevk vermesi gereken ve ne olursa olsun zevk alan bir şekilde gösterildiği çoğunlukla rastlanılan temadır. Abartılı erkek cinsel organları, çok düzgün kadın ve erkek vücutları, dakikalarca ve aralıksız süren penis ereksiyonu ve vajinaya giriş çıkışı, üst üste orgazm yaşayan kadınlar gibi görüntüler vardır. Bu görüntüleri izleyen çiftlerde şu durumların yaşanmaya başladığı görülür:
Çiftlerin yaşaması gereken birbirine yeterli zamanı ayırma, uygun ortamı sağlama ve birbirlerinin bedenlerine emek vermektir. Bedenlerini ve birbirlerini tanımayı bir eyleme dönüştürmeleri gerekir. Sonuçta orgazm ya da boşalma hedef olmaktan çıkarılmalı, sevişmeye ve zevk almaya odaklanılmalıdır. Çiftlerin erotik filmler izleyerek ilişkilerine fantezi katmaları doğal olabilir, doğru yayınlar izleyerek bilmediklerini görsel olarak öğrenme de gerçekleştirilebilirler ama bu durum yani porno izleyerek seks yapma sıradan bir durum haline gelmemelidir, cinsel ilişkinin ve birlikte yatakta vakit geçirmenin önüne geçmemelidir. Eşlerin birbirinden oradaki gerçek dışı ya da partnerinin kabul edemeyeceği şeyleri istemesine ve yapmayınca da kırılmasına, soğumasına sebep haline getirilmemelidir.
Cinsel yaşam ve fanteziler kişiye özgüdür, nihayetinde bunları çift beraber belirlemeli ve geliştirmelidir. Çiftler, cinsel anlamda yetersiz ya da bilgisiz olduklarını düşünüyorlarsa ilk başvuracakları yer kesinlikle porno filmler olmamalıdır. Bunun yerine öncelikli başvuracakları yerler cinsel yaşam ansiklopedileri- kitapları, eğitici video ve yayınlar ya da cinsel terapistler olmalıdır. Cinsel bilgisizliğin yanı sıra yanlış edinilmiş bilgiler ve mitler de çiftlerin cinsel yaşamlarını olumsuz etkiler. Çiftler isteklerini, beklentilerini, ne istemediklerini, neyi nasıl istediklerini aralarında çok rahat konuşabilir ve birbirlerine gösterebilir hale gelmedirler. Çiftlerin orgazm yolu aslında bir öğrenme, alışma ve geliştirme sürecidir. Birbirlerinin bedenlerini öğrendikçe daha çok zevk alır, zevk aldıkça da zevk verir hale gelirler.
Özetle, eşlerin cinsel yaşamında porno, renk katan fantezilerinden biri olduğu sürece işlevseldir. İki taraf da izlemek istiyorsa ve rahatsızlık duyulmuyorsa ilişkiye katkı sağlar. Eğer çift beraber değil de izleyen tek bir taraf olursa, bu, çiftin cinsel yaşamını günden güne olumsuz etkilediği gibi tek başına izleyen tarafta da olumsuz bir döngü başlaması riski çok yüksektir.
Uzman Psikolog&Cinsel Terapist Beril Pabuççuer Öztürk
Cinsel istek ya da isteksizlik, kişilerin ruh durumuyla yakından ilişkilidir. En çok bahsi geçen değişim zamanları bahar aylarını kapsar. Bahar aylarında farklı hastalıklara yakalanma yatkınlığı arttıkça ruhsal sıkıntılara da yatkınlık da artar.
İlkbahar dönemi doğanın canlanması olarak kabul edilir. Gece gündüz zaman farklılıkları ve küresel mevsim değişimlerinin etkileri ruhsal durumumuzu, düşünce sistemimizle birlikte olaylara bakış açımızı da etkiler. Hepimiz bu zamanlarda gün içinde hem kışı hem yazı hem de baharı yaşarız ve haliyle psikolojimiz de etkilenir, bu da depresif belirtilere zemini hızlandırır. Bu etkilenmeler; yataktan kalkmada zorluk, aşırı uyku hali, gün içerisinde ayılamama, sürekli yorgun hissetme, isteksizlik, gerginlik, moral bozukluğu, iştahta değişkenlik, kaygıda artış, aşırı telaş hali, sinirlilik, dikkat sorunları, huzursuzluk, enerji kaybı gibi birçok etkiyi kapsar. Tüm bunlara bağlı olarak kişilere göre değişkenlik gösteren cinsel istekte azalma ya da cinsel dürtüde artış olabilmektedir.
Melatonin ve seratonin hormonları mevsimsel değişimlerden etkilenmektedir. Çünkü bu iki hormon uyku, uyanıklık, enerji, mutluluk ya da mutsuzlukla ilişkilidir. Bu da ruh halimizi ve dolayısıyla cinsel isteğimizde de etkilidir.
Güneş ışığının ve ılık havanın doğal afrodizyak olduğu söylenir. Özellikle kuzey iklimlerinde Haziran ayının cinsel isteğin ve romantik ilişkilerin en yoğun yaşanan ay olarak değerlendirildiği görülür. Amerika'da bir üniversitede, öğrencilerin cinsel deneyimlerini en yoğun yaşadıkları zamanın Haziran ayı olduğu görülmüştür. Bu aylarda cinsel istek ve dürtülerde artış olduğu araştırma ile desteklenmiştir. Kuzeyde Haziran aylarının ülkemizde bahar ayları ile denk geldiği dikkate de alınmalıdır.
Bahar ve yaz aylarında cinsel istek ön plana çıkar çünkü bu mevsimlerde kişiler kendilerini daha canlı, daha enerjik daha bakımlı hissederler. Spor yapmaya, bakımlarını artırmaya başlarlar. Spor vb. aktivelerle kan akışı hızlandıkça cinsel enerji ve istek artar.
Bahar ve yaz ayları tatili çağrıştırır, bu da dolaylı olarak zihindeki gerginliği alır, cinselliği düşünme ve cinsel istek olarak bize döner. Yine taze meyve ve sebzelerin tüketilmesinin başlamasıyla da doğal afrodizyakları bilinçli ya da bilinçsiz tüketerek cinselliği kendimize çağırmaya başlarız.
Tüm bunlardan “Cinsel istek sadece bahar ve yaz aylarında olur” gibi bir netice çıkarılmamalıdır. Cinsellik ve cinsel istek her mevsimde vardır ve yaşanır. Yukarıda yazılanlar, araştırmalar ve daha yoğun görüldüğü dönemler olarak değerlendirilmelidir.
Seks için en önemli 3 unsur; uygun partner, uygun zaman ve uygun ortamdır. Bu 3’lüden birinin eksikliği seksten alınan hazzı ve keyfi olumsuz etkiler.
Seks için ortamın stresli ve gergin olmaması gerekir. Örneğin evde başka misafir ya da kalanlar varsa (ki bu kişiler aileden birileri ise) durum daha gerginlik yaratıcı olabilir. Ancak seks çiftin yaşaması gereken doğal bir ihtiyaç ve gerekliliktir. Bu yüzden bu durumu engel görmek yerine ılımlı düşüncelerle kendilerini ve birbirlerini empoze etmeleri daha doğru olacaktır. Çift kendini rahat hissetmelidir, rahat hissetmeyecekleri her şey (sürekli çalan telefon, rahatsız edici görüntü ya da ses cihazları) iyi bir seks için ortamdan uzaklaştırmalıdır.
Uzman Psikolojik Danışman Beril Papuççuer Öztürk
Bir ilişkiyi bitirmek zordur. Bir şekilde bu durumdan korkulur, kaçınılır. Bazen ilişkiyi bitiren taraf oluruz bazen de yüzümüze söylenen ya da bize bildirilen taraf. Bizler süreç içinde ne çeşit duygular yaşayacağımız konusunda çoğunlukla hazırlıksız oluruz. Bir ilişki bittiğinde yaşadığımız duygulara doğru ya da yanlış duygulardır diyemeyiz. Biz sadece onları kendimizce yaşarız ve geçer.
Bunun bize olduğuna ve bu ilişkinin bittiğine asla inanmayız ve inkar ederiz.
Genelde karşımızdakini suçlar ve ona öfke kusar, çok kızarız çünkü o bizim dünyamızı alt üst etmiştir.
Bazen yaşadığımız bu duyguların yoğunluğundan korkarız. Bir daha asla sevemeyecek ve sevilmeyecekmişiz gibi düşünürüz bu da bizi kaygılandırır. Kaybettiklerimizin geri gelmeyeceğinden korkarız ama yine de böyle davranmaya devam ederiz.
‘Ben nerde yanlış yaptım.’ Diye kendimizi suçlarız. İlişkiyi baştan sona tekrar tekrar gözden geçiririz. ‘Eğer böyle yapmasaydım, şöyle davranmasaydım böyle olmazdı.’ Gibi düşüncelerle hatayı kendimizde ararız, buluruz.
Sürekli ağlarız, bazen bu sonsuzmuş gibi gelebilir. Çok büyük bir kayıp yaşamışçasına çok acı çekeriz.
İlişkiyi bitiren taraf bizsek bundan dolayı suçluluk yaşarız. Sevgilimizi ya da partnerimizi kırmak istemeyiz ama daha fazla da bitmiş bir ilişkide olmak istemeyiz.
Nerede ve kim olduğumuzu unutabiliriz. Ailemizle olan ilişkilerimiz zayıflayabilir, düzensizleşir. Duruş biçimimiz bile değişebilir.
Modern toplumlarda insan cinselliği üzerindeki baskılar sadece dar anlamda kısıtlayıcı yönde değildir. Görünüşte özgür bir cinselliğe karşı olmayan bazı tutum ve davranışlar da doyurucu bir cinsel yaşamı engelleyebilir. Kadın ve erkekleri cinsel ilişkilerinde değişmez rollere iten kısıtlayıcı bir cinsellik anlayışı, özellikle son yılların cinsel özgürleşmesiyle birlikte etkisini gösterir.
Cinsel tutukluğa yol açan etkenlerden biri, reddedilme korkusudur. Bazı erkekler, eşleriyle birlikteyken penislerinin hemen sertleşmeyeceğinden veya orgazmlarını tutamayacaklarından endişelenirler. Bazıları da eşlerine yeterince zevk verecek cinsel teknikleri iyi bilmedikleri için tasalanırlar. Kadınlar da cinsel ilişkide kötü bir performans gösterdiklerinden, sözgelimi eşleri kadar kolay orgazm olamadıkları için onları tatmin edememekten çekinirler. Bazıları ise fiziksel görünüşlerinin yeterince çekici olmadığını, göğüslerinin çok küçük, bacaklarının fazla kısa vb. olduğun düşünür. Kişinin kendini cinsel hazza bırakacağı yerde bu türden bir gerilim içine girmesi, sürekli olarak kendini yargılaması, cinsel arzuyu öldürür. Birbirini seven, birbirine önem veren ama çok deneyimli olmayan iki eşin ilk gecelerinden karışık, tatsız duygularla ayrılmalarının nedeni de tamamen bu türden bir performans kaygısıdır. Oysa doyurucu bir cinsellikte önemli olan, şu ya da bu tekniğin uygulanması, vücudun şu ya da bu noktasının çekici olup olmaması değil, iki eşin de kendilerini içlerinden gelen isteklere bırakabilmeleridir.
Son yılların cinsel özgürleşme hareketinin çeşitli etkileri olmuştur. Bir yandan utangaçlık gibi daha eski cinsel sınırlanmaların etkisini azaltmış ama bir yandan da cinselliğin standartlaşmasına, kalıplaşmasına yol açmıştır. İçinde yaşadığımız yarışmacı toplumlar, sevişmeyi çok belirli cinsel birleşme tekniklerine indirgemekte ve bu teknikleri en ustaca uygulayan kişileri de ideal dişi veya erkek ilan etmektedir. “ Kadınları tatmin etme teknikleri”, “cinsel teknikler” vb. isimlerle çıkan yüzlerce yayın bu standartlaşmanın göstergesidir.
Bu kalıplaşmanın cinsellik üzerindeki etkisi üç noktada toplanabilir:
1. İlişkide erkek insiyatifinin abartılması: Kendisinden hep aktif bir rol beklenen, sevişmeyi başlatması ve baskın durumda olması istenen bir erkek, hep aynı “performans” düzeyini tutturamadığını görünce, kendi cinsel gücünden kuşkuya kapılabilir. Hele ki cinsellikle ilgili iç çatışmalar ve sıkıntılar taşıyorsa, bu kuşku giderek büsbütün cinsel ilişkiden soğuma haline gelebilir. Sonuçta cinsel tepkimelerini ya bütünüyle ya da kısmen yitirebilir; bilinen deyimiyle iktidarsızlaşabilir. İlişkide insiyatifi ele almanın kadınca olmadığına inandırılmış bir kadın da, sevişme sırasında kendini fazlaca sınırladığında aynı sorunla karşılaşır; bu yapay pasiflik onu öyle doyumsuz bırakır ki, cinsel ilişkiden hiçbir zevk almaz olur ve giderek soğuklaşır.
2. Modern cinselliğin saplantısı: Sevişmenin diğer biçim ve yönlerini ihmal etme pahasına “ çiftleşme”nin aşırı vurgulanmasıdır. Sadece erkek ve kadın üreme organlarının birleşmesine indirgenmiş bir cinsellik bedenin diğer erojen bölgelerinin duyarlılığının yok olmasına yol açabilir ki bu da cinsel hazzın sınırlanmasına ve doyum olanağının azalmasına neden olur.
3. Modern cinsellikte orgazm: Mutlak bir zorunluluk olarak görülür. Cinsel ilişkiye mutlaka orgazma ulaşma düşüncesiyle yaklaşılması, sevişmeyi başlı başına bir amaç olmaktan çıkarıp bir başka amaca, orgazma erişmenin en kısa yolu haline getirir. Bu da sevişme ve cinsel haz süresini kısalttığı gibi erken boşalma gibi sorunlara da neden olur. Başka bir deyişle, cinsellik bir “iş” haline gelmekte, kişisel başarı ya da başarısızlığın ölçüleceği bir sınav alanına dönüşmektedir.
Cinsel ilişkinin böyle standartlaştırılması, belli reçetelere bağlanması, insanların cinsel tepkilerinin zayıflamasına ve isteklerinin azalmasına neden olur. Bu nedenle modern cinsel terapistler, eşlerin sevişme sırasında daha değişik yöntemler uygulamasını, orgazm olmak için kendilerini zorlamamalarını hatta bir süre orgazmdan kaçınıp sadece aşk oyunlarıyla yetinmelerini önermektedirler.