Paylaş
İş merkezleri, rezidanslar, alışveriş merkezleri, metro.
Sonra bir gün bakarsınız. Bir şey eksik. Ne olduğunu anlayamadığınız bir şey.
Ruhla ilgili. Tanımlanamayan. Toplanıp başka kentlere gidilir. Heyetler, toplantılar.
Metrolar gezilir, ticari alışveriş olanakları incelenir. Altyapıya bakılır.
Hızlı trense hızlı tren. Otoyolsa otoyol. İçme suyuysa içme suyu.
E, tamam işte her şeyi yaptık biz diye geçirirsiniz içinizden. Ama ne eksik?
Ustaların “harcı bağlamak” dedikleri bir kavram vardır. Tüm bu yatırımları yaparken içinde eksik bıraktığınız tek bir şey, o harcın birbirine karışmasına ve tutmasına engel olur bazen.
O tek eksik, sanattır.
Sanat; vagonları metrolara, kaldırımları asfalta, asfaltları otobana, rüzgar santrallerini fabrikalara bağlamaz da; insanları insanlara, insanları şehirlere bağlar mucizevi bir şekilde. Neden böyle olduğunu anlayamazsınız.
Kimse de anlayamaz. Yüzyıllardır sürer bu büyü. Bir kente gidip o kente aşık olup sonra neden için için o kenti özlediğinizi açıklayamazsınız kendinize. Mimari mi, köprüler mi, insanlar mı, güneş mi, galeriler mi?..
Ben ve kuşağım, İzmir’i mimari açıdan özleme şansını kaybedeli çok oldu. Kordon’daki o zarif evlere ilk dozer (ya da o tarihte ne varsa) vurulduğu gün yitirdik o şansı biz. Kendilerine salon-salomanje Kordonboyu apartmanlarını hediye eden zihniyet, bizi de estetiği baltalanmış bir kentte yaşamaya mahkum etti.
Bu satırları bana tüm o apartmanların arasında kalmış, 1875’ten beri vakur, 1875’ten beri dimdik ayakta olan bir taş binada gördüklerim düşündürttü. Değirmenlere karşı savaşan bir adamın İzmir’e kazandırdığı yeni bir ruh, bana yeniden umut ışığı oldu. Arkas Sanat Merkezi.
Renoir’la vedalaştım, Zonaro ile karşılaştım
Benim hatam. Arkas Sanat Merkezi’nin ilk sergi açılışında, o çok beğendiğim şehirlerin birinde, burnum kaf dağında, içinden çıktığım cevizin kabuğunu beğenmez bir halde o sergiden bu müzeye koşturup duruyordum.
Yaklaşık 12 bin ziyaretçinin gezdiği ilk Arkas Sanat Merkezi sergisine son anda, o da uzatmalar sayesinde yetiştim. Ve olduğum yere çakıldım kaldım. O zarif mermer yapı, özenle restore edilmiş ve koskoca Renoir gelip İzmir’in baş köşesine kurulmuştu.
“Arkasından bunu aşacak nasıl bir sergi gelir ki” diye düşünürken geçtiğimiz hafta beklenen haber ulaştı. Post Empresyonist eserler sergisi ile başlayan yeni sanat hayatımız bu kez resim dili ve görsel gücü bizim topraklarımızda hayat bulan bir projeyle biraz daha canlandı. İzmir’in ilk oryantalist resim sergisi, önceki gün itibariyle Arkas Sanat Merkezi’nde başladı.
Lucien Arkas bu kez oryantalizm akımı konusunda Türkiye’deki en yetkin isimlerden biri olan eski dostu ve aynı zamanda deniz taşımacılığı alanında da güçlü rakibi Erol Makzume ile bir araya geldi.
Ve dediler ki: “Batı’ya, Batılı’nın hayatına, sanata bakışına duyduğumuz hayranlık kadar Batılı’nın da Doğu’yu yorumlaması, buradaki hayata karşı duyduğu tarifsiz merak ve bu duyguların ekseninde hayata geçirilmiş 100’ü aşkın eser üç ay süre ile bizleri bambaşka bir yolculuğa çıkaracak. Çok değerli koleksiyonlardan bir araya getirdiğimiz eserleri ziyaretçilerin beğenisine sunarken, yine en büyük gayemiz sanatsal alanda üstlendiğimiz sorumluluğu layıkıyla yerine getirebilmek.”
52 oryantalist ressamdan 109 eser
“Batılının Fırçasından Ege’nin Bu Yakası” adlı 150 yıllık zaman dilimini kapsayan sergi, İstanbul’un, İzmir’in ve genelde Osmanlı topraklarının ilham verdiği birbirinden değerli oryantalist sanatçıların başyapıtlarına ev sahipliği yapacak. Dev yapıtların yer aldığı sergi üç ay boyunca ziyaretçilere açık olacak.
Tabloların her biri renk kullanımı, ışık oyunları, tonlamalar, ifadeler ve kompozisyonlar açısından kusursuz. Ama asıl kusursuz olan bu kentte doğup büyüyüp bu kentten kazandığını sadece parası ile değil ruhu ile geri veren bir adam.
Paylaş