En öfkeli, en mutsuz, en kaygılı anlarımda koynuna başımı soktuğum, sakin limanlarında nefes aldığım, sonra ha gayret yoluma devam ettiğim... Hele Uluslararası İzmir Festivali, resmen koca bir şehri sevme sebebim! İzmir’e koşa koşa gitme sebebim...
Festival, Joshua Bell ile başladı daha ne olsun...
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından düzenlenen 30. Uluslararası İzmir Festivali, 17 Mayıs gecesi, dünyaca ünlü keman virtüözü Joshua Bell’in konseriyle başladı. Kent halkının sanatsal beğenisinin yükselmesinde önemli bir rol oynayan, nitelikli programlarıyla kendi seyircisini yetiştiren Festival, otuzuncu yılını çok değerli sanatçı ve müzisyenlerle kutluyor.
“One stage”e gel
Ege Üniversitesi Devlet Klasik Türk Musikisi Konservatuvarı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı, 25 Mayıs Çarşamba günü “One Stage” projesi ile ilk kez aynı sahnede buluşacak. Saat 21:30’da AASSM’de yapılacak konserde her iki kurumun tarafından Festival için bestelenen eserler değerli icracıları tarafından seslendirilecek. Konser halka açık, davetiyeler AASSM’deki İKSEV gişesinden alınabilecek.
Paco Pena ile yeniden
Elif, (biz ismine Elif diyelim) İzmir’in bir köyünde, annesi, iki abisi ve babası ile yaşayan 6 yaşında minicik bir kız çocuğu. Ufak bir tarlaları var, anne ve iki abi, var gücüyle çalışıyor, baba daha çok kahvede. Buraya adar anormal bir durum yok. Anormal hatta korkunç olan, Elif’in baba bildiği adamın aslında üvey babası olması ve Elif 6 yaşına bastığı yıl, o küçücük kıza cinsel tacize başlaması. Korkunç olan Elif’in bunu hiç kimseye söyleyememesi ve üvey babasını, baba bilmeye devam etmesi.
Tam 9 yıl. Kapı arkasında, anne tarladayken, fırsat bulduğu her anda. (Bunları yazarken bile kusmak istiyorum, küçücük yavrucağın halini varın siz düşünün). Bu arada kahrolası öyle lanet, pis bir baba ki, öz oğulları bile adamın karşısında tir tir titriyor ve anne 9 yıl boyunca Elif adamdan aksi olduğu için korkuyor sanıyor. Ta ki, o geceye kadar. Elif 15 yaşına bastığı yaz, bir gün okuldan geliyor ve o korkunç olay yaşanıyor. Dünyanın en pislik, en alçak adamı, herkese öz kızım dediği Elif’e tecavüz ediyor. Korkunç bir şekilde. Ve küçücük kızın üzerinde kalp krizi geçirip ölüyor. Elif çığlık çığlığa evden fırlıyor, aklını kaçırıyor, köyün sokaklarında deliler gibi koşuyor, bir çalı dibinde yarı baygın buluyorlar Elif’i. Adam mezara, Elif Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne. Yaklaşık 1 ay sonra çıkıyor Elif. Anne kızını alıp İstanbul’a göç ediyor Ah diyor anlasaydım, bir anlasaydım kendi ellerimle öldürürdüm o deyusu. Tarlayı satıp adamın oğullarını bir akraba yanına koyup İstanbul’da bir akraba yanına sığınıyor. Her gün temizliğe gitmeye başlıyor. Anne kız yeni bir hayata başlıyor. Elif okuyor, zaman içinde iyileşiyor. 2 yıllık muhasebe bölümünü bile bitiriyor ve işe giriyor.
Her şey bitti sanıyorsunuz değil mi? Ben de öyle sanmıştım. Ama bitmiyor. Günlerden bir gün üvey abilerden biri çıkıp geliyor. Hasta ve İstanbul’da ameliyat olması lazım anne onu eve alıyor. Derken Elif eve geliyor ve aradan geçen 10 yılda üvey abi, üvey babaya fizik olarak o kadar benzemiş ki, saçları dökülmüş, kilo almış ve Elif o adamı yıllar sonra sanki karşısında görüyor. Bütün anılar tetikleniyor ve Elif büyük bir kriz eşliğinde hastaneye kaldırılıyor. Hastane konuşarak tedavi yerine elektro şok yöntemini seçtiği için 7 kez elektro şok veriliyor Elif’e. 3 ay hastanede kaldığı için işinden oluyor ve eve döndüğünün ertesi günü intihara kalkışıyor.
Anne’m; bütün anneler güzeldir derdin ya doğru olduğunu, annesi gitmiş pek çok çocukla tanıştığımda öğrendim. Kimisi 9, kimisi 39, kimisi 16 yaşındaydı, hatta biri vardı, tam 63 yaşındaydı... Hepimiz annesiz çocuklardık, babası ölenler (büyümüşse) öksüz olmuyorlarmış da annesi gidenler 30’larında bile olsa yetim kalıyorlarmış anne...
Sen ne güzel bir hayat yaşadın anne. Önce babama, sonra ablama sonra bana sahip oldun. Ne acılar çektin anne, kimse bilmez, kendine sakladın. Bizim için de en zoru, seni saklamaktı anne, her şey gitti, bir kokun kaldı. Sahi o koku, ne zaman gider anne?
Ben seni hayatım boyunca “ev hanımı” sanmıştım
Ne büyük yanılgı! Bir annenin, aynı anda hem “doktor” (her hastalandığımda), hem “öğretmen” (bana zorla coğrafya çalıştırdığında), hem “psikolog” (başımı binbir dertle her göğsüne yasladığımda), hem “avukat” (birisi hakkımı yediğinde), hem “dedektif” (sigara içip içmediğimi, hatta madde bağımlısı olup olmadığımı türlü numaralarla kontrol ettiğinde) anlayamadım anne, sen gidince anladım. Üstelik bir kampusü bile olmayan, dünyanın en zor bölümünden mezunmuşsun sen, annelik okulundan...
Bir anne gidince, hiç bir şey eskisi gibi olmuyormuş. Sen daha hastanedeyken başladı dünya eskisi gibi olmamaya. Yoğun bakımın önünde, arabanın içinde beklediğimiz o gecelerde belliydi, dünyanın artık eskisi kadar güllük gülistanlık olmayacağı. Hep kaynayan çaydanlığın feri sönmüştü ve sen gidiyordun. Sensiz içtiğimiz her çayın önceleri zehir gibi, sonra sonra buruk bir tadı olacaktı ve biz henüz bunu bilmiyorduk.
Ardından ruh hastası IŞİD Sultanahmet’te bombanın pinini çekince doğal olarak Almanlar gelmemeye başladı, ama daha da önemlisi 11 Alman vatandaşı hayatını kaybedince, kahrolduk. ‘Varsın gelmesinler’ dedim içimden, bari onlar güvende olsun.
Gelmesinler de kim gelecek? Milyonlarca insan bu işten ekmek yiyor. İç turizm canlansın, otel fiyatları insin, restoranlar el birliği yapsın ulaşılabilir mönüler hazırlasın desen; tık yok! (Ege’nin canım minik köylerine lafım yok, onlar zaten kendi yağı ile kavrulupduru nicedir).
Sonuç böyleyken, geçtiğimiz günlerde bir istatistik öğrendim. Güney Koreli turistler; son iki yıldır, kültür turizmi için dünyada en çok Efes’i tercih etmeye başlamış. (keşke İzmir’i pas geçip direkt Efes’e gitmeseler)
Daha da önemlisi; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre geçen yıl 201 bin Güney Koreli turist İstanbul, İzmir, Konya, Trabzon, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kapodokya bölgesi, Kastamonu, Ankara, Denizli (Pamukkale) ve Antalya’da kültür, tarih, eko, yayla ve arkoloji turuna çıkmış
Ben de size bu yazıyı süzgeçten geçirerek, Ege rotalarını da ekleyerek küçük bir yolluk paket hazırladım bu hafta. Herkes üzerine kendi rotasını da eklesin diye. Çıkın, koşun, dağlara bayırlara vurun. Berbat, soğuk, gri, acımasız, kan ve göz yaşı dolu bir tünelden geçtik, belki bahar iyi gelir hepimize!
ADRENALİN DOLU YAMAÇ PARAŞÜTÜ; BABADAĞ
Adrenalin tutkunuysanız ve hala Türkiye’nin yamaç paraşütü mabedine gitmediyseniz çok şey kaçırıyorsunuz. Baharda ısınan havayla birlikte deneyimli yamaç paraşütü eğitmenleriyle, kendinizi 2 bin metreden aşağıya bırakın ve Ölüdeniz manzarasının tadını çıkarın. Hava şartlarına göre yarım saatle bir saat arasında Belcekız Plajı’na iniyorsunuz. Yazın ilk sıcağını ve doğanın uyanışını havadan seyretmek harika. (Not: Benim hayat boyunca yaptığım en güzel 3 şeyden biri Babadağ’dan yamaç paraşütü ile atlamak oldu, detayları hz google’a ‘bahar akıncı yamaç paraşütü’ yazarak aratabilirsiniz.)
BİR RÜYA ADASI; CUNDA
2. Kapı gıcırtısı: Zeybek de deriz arkadaşlar arası. Kadını ayrı güzel oynar, erkeği ayrı. Hele bir de o dizi yere vurma hadisesi yok mu, Biscolata erkeği gelse, önünde diz çökse gözün görmez; hayır illa ‘Efe’ olacak, zeybek oynayacak.
3. Balkon sefası: İşten gelirsin, balkonu yıkarsın, ayakların çıplak çıkarsın, arka odanın da camını açar, badeleri masaya ufak ufak dizersin, yan balkona laf atar, bir yandan da kömürlü düzeneğin üzerindeki derya kuzularını yellersin. Sefa demek az kalır, ayıp olmasın diye kendini tutarsın.
4. Hallederiz mezhebi, geç otur sokak: “Dünyada sağlık olsun, geri kalan her şeyi hallederiz” mezhebinin başkentine hoş geldin. Acelen mi vardı, toplantıya mı yetişmen lazım, sen geç hele şöyle, bi şekil hallederiz. Misal; metro merdiveninde sol şeritte dikilen amcaya geçebilir miyim diye soran üniversiteli gence amcanın cevabı; “acelen ne evladım hepimiz aynı yere gidiyoruz.” (Kal gelen çocuk sessizce bekler.)
5. Cibez, İstanbul’da bir semt adıdır: Radika, şevketi bostan, arapsaçı, turpotu, cibez, İstanbul’da olsa olsa semt adı; Ege’de sofranın baş tacıdır. Otların adını bilmeyen, kavurmayan, çiğden zeytinyağı sarımsak gezdirilmiş mezeyle demlenmeyen adama kız vermezler Ege’de.
İkincisi de festival! Zannetmeyin ki, bir başıma koşuyorum bu ikisinin peşinden. Benim gibi ne kadar gezgin varsa dünyada herkes haldır haldır nerede en enteresan müzesi (bknz oyuncak müzesi, bknz hermitaj müzesi, bknz mutfak sanatları müzesi) onun peşinde! Nerede var enteresan bir festival, dünyanın dört bir yanından insan, bir bakmışsın aylar önceden bilet peşinde! (bknz Torino Çikolata Festivali, bknz Ravello Müzik Festivali, bknz La Tomatina Domates Festivali).
Artık kimse 50 kişi toplanıp “tur”a gitmiyor
Yeni nesil gezgin popülasyonu, 50 kişilik klasik tur anlayışını çoktan terk ettiği gibi, şehirde iki tur atıp bir cafede yayılma anlayışını da çoktan terk etti, biline.
İşte tam da bu yüzden, bugün son gününe giren Alaçatı Ot Festivali; nisan ayının son haftası başlayacak Urla Enginar Festivali, son derece önemli. Hepsinden önemlisi de Yarımada Projesi...
Şiraz, İran’ın, hatta Ortadoğu’nun kültür başkentlerinden biri. Son 5 yıldır belki de en çok görmek istediğim destinasyon. 5 yıl önce Belçika’da tanıştığım İspanyol bir gezginin, Şiraz’a gidip Instagram üzerinden fotoğraflarını paylaşmaya başladığı günden beri, deli gönlümün başköşesinde. Derken önüme bir fırsatla, sekiz seyahat yazarı, fotoğrafçı, yani sırt çantalı gezgin arkadaşımla kendimi Şiraz yollarında buluyorum. Kafamda deli sorularla...
KAPALI KAPILAR ARDINDAKİ İRAN’A ‘HOŞ GELDİNİZ’
Grubun beşi kız; dördü erkek. Kızların hepsinde, “Ülkeye rahatça girebilecek miyiz? Çarşafsız gezebilecek miyiz? Kızlı-erkekli sokağa çıkabilecek miyiz” endişesi. Türkiye’den Şiraz’a uçan şimdilik tek havayolu şirketi THY. Önce onlarla iletişime geçiyoruz. Bize bu konuda hiçbir endişe taşımamamız gerektiğini belirten bir mail ile geri dönüyorlar. Bir de büyük sürpriz: Gruba yardımcı olması için İranlı bir kadın rehber ile anlaşmışlar ve tüm seyahatimiz boyunca bize müthiş bir rehber, Azam Sorghali yardımcı oluyor. İstanbul’dan yaklaşık dört saat süren uçak yolculuğunun ardından bir gece vakti iniyoruz Şiraz’a. Hiçbir sorun yaşamadan vizesiz gümrükten geçerek, şehrin ünlü otellerinden biri olan ‘Chamran’a yerleşiyoruz. Ertesi sabah erkenden ilk durağımız, şehre inanılmaz eserler kazandıran Kerim Han’ın kalesi...