ADA’dan ayrılma vakti... Kafamda düşünce bulutları, Lice’den gelen karakol haberi ile ayrılıyorum bugün buralardan. Ülkemin en batı ucundan, en doğu ucuna uzanıyor düşüncelerim. İçim acıyor olanları okudukça. Bu şiddet ne zaman duracak? Yaşamak için tek yolun barış ve demokrasi olduğunu ne zaman hatırlayacağız? Provokasyon ne zaman bitecek? Ya da şiddet dolu konuşmaların sonu ne zaman gelecek?
Burası o kadar uzak ki, tüm olan bitenden. Televizyon ya da gazete demeyeyim, ama twitter da olmasa başka bir gezegende gibiyiz. Sükunetle yaşayan, sabah kalktığında ilk işi birbirine selam vermek olan bir gezegen. Hiç ayrılasım yok Bozcaada’dan; kalbi yaralı, düşünce balonu puslu, kafası efkarlı okur.
Hani bilesiniz diye yazıyorum. Yolu belki bir kaç gün de olsa Kuzey Ege’den geçirmek hepimize iyi gelir. Belki... Yeniden güneş açar. Şehre bir film gelir. Veya siz Ada’ya gelmeye...
TASARIM DÜKKANLARI
Aki
Nerede kalmıştık... Ada’da. Biliyor musunuz Bozcaadalılar, Bozcaada’ya Bozcaada demez hiç. Tekerleme gibi olduğunun farkındayım. Ama onların diliyle burası sadece ADA. Yaşayanlar da ADALI. En büyük dert kış aylarında Ada’nın bir mahrumiyet bölgesi olması. Feribot saatleri o kadar azalıyor, kış bazen o kadar sert geçiyor ki... Ama sadece 4 ay. Sonrası bahar, bolluk, bereket yine Ada’da.
Feribot neden pahalı?
Üzerinde fazla nakit taşıyan bir insan değilim. Bazen cebimde 5 TL kalmış olur, onu bile bir taksi ya da bakkalda fark ederim. Bu kez daha bombası oldu. Bozcaada’ya doğru giderken, Burhaniye’de bir benzin istasyonunda farlarımın yanmadığını fark ettim. İlk iş Burhaniye Sanayi Sitesi bulundu. Orada en yetkin elektrikçiye gidildi ve Ali Usta 10 dakikada yanmış ampulleri yenisi ile değiştirdi. Yola cepteki 80-90 TL’den kalan 50 TL ile devam edildi. Bir yandan da “neyime yetmeyecek şimdi para çekmekle uğraşma 14.00 feribotuna yetiş” kafasındayım. 15 dakika kala feribota yetişince bir de ne göreyim. Kendini ve arabanı Geyikli’den koyup 20 dakika sonra Bozcaada’dan aldığın feribot tam 58 TL! Üstelik, kredi kartı geçmiyor. Dönüşte vereyim feribotu kaçırıcam diyorum, adam dinlemiyor. Yıldırım gibi Geyikli’ye gidildi, para çekildi ve ucu ucuna feribota yetişildi. Yahu Adalı olsan ya da Bozcaada’ya aşık olsan ayda 3 kere gitmeye kalksan 180 TL sadece feribot parası. Ayıptır! Günahtır!
Ayazma, Akvaryum ve koylar
Geçtiğimiz yıllarda Ada’daki en büyük favori plajım Habbele Koyu’ndaki Mitos’tu. Geçen yıl kapandı. Yenisinin açılmasını ümitle bekliyoruz. Habbele ve Akvaryum, halen adada denize girebileceğiniz en güzel noktalar. Kendi koylarınızı keşfetmek ya da yaz aylarında kalabalık da olsa Ayazma’da serinlemek, ömre bedel. 2 şezlong bir şemsiye için sadece 15 TL ödüyorsunuz. Çeşme’deki rant yiyicilere duyurulur!
YENİ OTEL
CUMA sabahı vardım adaya. Genzimde yediğimiz gazların kokusu. Hayat devam eder mi? Nasıl devam eder? Arkadaşlarımın, eşimin dostumun yediği cop darbelerinin acısı diner mi? İzleri silinse bile, bu zulmün hafızalardaki izi silinir mi? Her şeye rağmen yaşamak ve ayakta kalmak hayat. Biliyorum, hiç bir şey geçmeyecek. Ve hiç bir şey 31 Mayıs sabahından önceki gibi olmayacak. Ne medya, ne insanlık...
“Sahillere bahar geldi” yazı dizisi işte bu halet-i ruhiye ile başlıyor bugün.
Unutmak, unutturmak için değil. Biraz olsun nefes almak için. İnsan olduğumuzu, bu memleketin evladı olduğumuzu, Ege’nin her bir köşesinin kardeşçe, bir arada ve barış içinde yaşanan bir memleket toprağı olduğunu bir kez daha görmek, göstermek için.
Ve Bozcaada. Hükmü kendine geçen cumhuriyet. Alabildiğine saatsiz. Alabildiğine çıkarsız. Komşunun komşuya muhtaç yaşadığı, en cılız fidenin bile özenle korunduğu, bir parmak arası, bir yırtık tişörtle bir ömür geçirebileceklerin adası.
Denize doğan çocukların, telli duvaklı, davullu zurnalı köy düğünlerinin, göstermeye değil, görmeye gelenlerin; kendi halindeliğin başkenti. Saltanata değil, sadeliğe övgü Bozcaada yine bu yaz.
GEÇTİĞİMİZ hafta önce müthiş bir haberle uyandım. Hastası olduğum, dünyanın en önemli mimari gurularından, Londra’da yaşayan, Office For Metropolitan Architecture’ın kurucusu, İranlı kadın mimar Zaha Hadid; EXPO 2020 için yapılacak kompleksi tasarlayacaktı.
Boru değil. Dünyanın en önemli mimarlarından biri diyorum. Hong Kong’daki Tepe Kulübü’nün, Galler’deki Cardiff Körfezi Opera Binası’nın, İspanya Zaragoza’daki dünyaca ünlü köprü projesinin, Almanya’daki BMW merkez binasının vs. vs. ödüllü mimarı.
Bu şu demek...
Eğer Zaha Hadid; sizin kentinize gelip kamusal bir proje tasarlıyorsa, bu projenin ünü kısa sürede tüm dünyaya yayılır ve siz geleceğe bir sanat eseri bırakırsınız. Bu kadar net.
Tam sevinçle bu haberi yazmaya koyuldum ki; dün sabah saatlerinde DHA’dan Utku Bolulu’nun haberi bomba tesiri yarattı bünyede.
OSMANLI’nın muhteşem zamanlarıdır.
Kanunî Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi’ye gönderir.
Mektupta “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?” der.
Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; “Neme lazım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez.
“Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?” diye düşünür.
SOSYAL medyası olmayan “teknolojiyle küs, dünyayla barışık” okur için hemen söyleyeyim; yukarıdaki başlık, bir facebook terimi. Nişanlanıp da bir türlü evlenemeyen, evlenip de bir türlü boşanamayan, aldatıp da bir türlü uslanamayan, sevip de bir türlü kavuşamayan, kavuşup da bir türlü ayrılamayan, ayrılıp da bir türlü unutamayan “baĞzı” çiftler bu kalıbı yazıyor ilişki durumlarına.
Tıpkı, her ülke bir facebook profili olsa, Türkiye’nin ilişki durumunda yazacağı gibi ilişkilerimiz. Evvela, birbirimizle. Avrupa Birliği’yle. Amerika’yla. Parayla. Borsayla. Gençlerle. Yaşlılarla. Azınlıklarla. Polisle. TOMA’yla. Açıklarla. Kapalılarla. Parklarla. Ağaçlarla. Fikirlerle. Vicdanlarla.
Ayrılamıyoruz. Barışamıyoruz da. En önemlisi sevişemiyoruz. Birbirimizi sevemiyoruz. Sevdiğimizi söyleyemiyoruz. Ya da sevilmediğimizi kabullenemiyor, iki ayrı dünyanın insanı olduğumuzu olgunlukla karşılayamıyoruz.
Başka bir yöne gidiyor dünya. Göremiyoruz.
Bilanço ağır...
Maldan, kırılan camdan, zarar gören TOMA’dan bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Çünkü, Gezi’nin bilançosu çok daha ağır.
Çünkü biliyorum ki, ne kadar çok ülke, kültür görürsek; din – dil – inanç gözetmeksizin bir arada yaşamayı öğrenme çabamız o kadar derinleşecek.
Varlığından geçtiğimiz hafta haberdar olduğum AVRUPA GEZGİNLERİ de bu cesur girişimlerden biri. Halk Oyunları eğitmeni İsmail Kasap ve nişanlısının önce kendi arkadaşlarından ve çevrelerinden, 4 yılın sonunda da giderek profesyonelleşip Avrupa’yı otobüsle arşınlamaya hevesli gezginlerden oluşturdukları çılgın bir ekip.
Türkiye’den sadece 1 otobüs (40 kişi) yola çıkıp ya 14 günlük turlarla, tüm Avrupa’yı otobüsle dolaşıyorlar. Kimi zaman otobüste yol halindeyken geceleyip, programa göre de 2’şer 3’er gecelik konaklamalarla mütevazi, ama temiz otellerde kalıyorlar. Ve tüm bunlar için 14 günlük bir Avrupa turunun (yaklaşık 1500 EU) yarı fiyatını (900 EU) ödüyorlar.
Bugüne kadar katılan ve bir AVRUPA GEZGİNİ olanlar arasında kimler yok ki?
Öğrenciler, öğretmenler, ev hanımları, beyaz yakalılar, yöneticiler, sporcular, mühendisler...
Bir çoğu, yahu otobüsle o kadar yol gidilir mi? Olur mu olmaz mı derken; birbirinden eğlenceli anılarla dönmüşler gezilerden. Sayfada bir kaç AVRUPA GEZGİNLERİ turuna katılmış gezginlerden görüşleri de özellikle öğrenip yazdım sizin için.
Bu yaz ki turların tarihleri ise şöyle:
ÇARŞAMBA günü o kadar bunaldım, o kadar sıkıldım ki, ruhum bizi 17 gündür kapattıkları o görünmez kafesten kafasını uzatmak istedim. Atladım benim yakışıklıya, vurdum kendimi yollara.
Burhaniye’den başlayan yolculuğum; Edremit, Ayvacık, Küçükkuyu ve nihayetinde Çanakkale’de Egeli okurlarla yaptığım sokak röportajları ile sürdü. Dünyanın en aydınlık insanları ile tanıştım. Güler yüzlü ve hala bu umudu korumaya çalışan. Ülkesine, geleceğine dair umutlar taşıyan, endişelenen, kimisinin İstanbul geçmişi var, orada okumuş, çalışmış; kimisi hayatında İstanbul’u görmemiş.
Ama ne olursa olsun, Gezi Parkı’nın PARK olarak kalmasını; bundan böyle kimsenin kişisel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmemesini istiyorlar.
Yarına umutla bakmak istiyorlar. Tıpkı sizin gibi. Bizim gibi. Hepimiz gibi.
Pelin - Christian Bastide / Burhaniye
Pelin ve eşi Christian geçtiğimiz yıla kadar Fransa’da yaşayan; varını yoğunu Türkiye’de bir cennet otel yaratmak için harcayan, bu ülkeye aşık bir çift. Burhaniye’de Edremit Körfezi’ne bakan, 10 odalı, Fransız bahçeli çok ama çok güzel bir otelleri (Teomida); Teoman ve İda adında iki şahane çocukları var. Olayların başladığı ilk günden bu yana hem yabancı basından, hem de olabildiği kadarı ile Türk medyasından gözlerini ayırmamışlar. Şöyle diyor Pelin ve Christian; “Bu güzel ülkeden tek beklentimiz demokrasi. Hayatın, birlikte yaşayabilmenin tek şartı bu. Bu ve benzeri olaylar Fransa’da da sıkça yaşansa da sonuç demokrasi ve karşılıklı müzakereler ile geliyor. Hükümetin, en azından bundan sonrası için, bu konuda gençlerden ve halktan yana olacağına tüm kalbimizle inanmak istiyoruz.”