Hadi! Herkes sofraya

“Anıların son kullanma tarihi var mıdır? Hatıralar kutulansaydı onların da son kullanma tarihleri olur muydu? Eğer öyleyse asırlar boyu bozulmamalarını isterdim.” (Wong Kar-Wai, Chunking Express)

Haberin Devamı

İftar sofraları “anılara seyahat eden bir tren yolculuğu” gibidir. Trenin geçtiği yerlerde gördüğünüz her manzaranın içine girdiğiniz gibi, yemek pişirdiğinizde de geçmişe gider, büyüklerinizin pişirme yöntemini gözünüzde canlandırır ve içlerine gömülürsünüz. Sevdiğiniz bir yemeği yerken hissettiklerinizi tarif etmenizi istesem, yapacağınız ilk şey “hafızanızı yoklamak” olacaktır. Anneanne, babaanne elleri değmiş geleneksel yemeklerin kokusunu hatırlarsınız, aklınız çocukluğunuza gitmiştir. O kadar güzeldir ki yemeğin lezzeti, gittiğiniz çocukluğunuzda kalmak, tadına doyasıya varmak ve o anlara sıkıca sarılmak istersiniz. Anılarıyla birlikte sevdiğiniz yemekler geçti gözünüzün önünden değil mi? Şu an mutluluk salgıladığınız kesin, hatta ‘ağzınız sulandı’ bile diyebilirim. Yediğinden haz almanın sonsuz huzurunu içinizde hissettiğinizde hayatın anlamının aslında “yemek yemek” kadar basit olduğunu düşünmeye başlarsınız. Zaman durur ve yemekle aranızda kurduğunuz bağı ağzınızda çevirdiğiniz her lokmasında duyumsarken, bütün dünyanız önünüzdeki tabakta canlanan anılara dönüşür. Asıl canlanan özleminizdir... Özlediğiniz o naif anların ruhunuza nasıl da güçlü işlediğinin farkına varırsınız. Kutulayıp tavan arasına sıkıştırdığınız hatıralarınızın yaydığı kokular iştahınızı kabartır. Kutuları açıp didiklersiniz... Şimdi hayatta olmayan büyüklerinizin sözleri yankılanır:
“Hadi herkes sofraya...”

Haberin Devamı

Hadi Herkes sofraya

ÇİÇEK GİBİ LOKANTA

Laf icabı demiyorum, hakikatten çiçek gibi bir lokanta “Çiçek Lokantası...” Kapıdan içeri girdiğiniz anda çiçeğin kokusunu alıyorsunuz. Tezgâha dizilmiş nefis geleneksel yemeklerin arkasında gururla duran, jilet gibi giyinmiş ustaların yüzlerine oturttukları “çiçek” gülümsemesi size de bulaşıyor. Sizi karşılayıp masaya oturtan garsonların yüzünde de o çiçek var. Oturduğunuz masalardaki bembeyaz örtülerin duruşu “çiçek çiçek”, güven veriyor. İştahınız daha da kabarıyor, siparişini verdiğiniz yemeklerin tadına varmak için sabırsızlanıyorsunuz. Açık kalp ameliyatından sonra yattığım hastanede kardeşim Nezo’nun “Çiçek”ten getireceği haşlama suyu veya bamya çorbasını ben de sabırsızca bekliyordum. Geldiğinde yüzüm çiçekleniyor, her kaşıkta güçleniyor ve adeta iyileşiyordum. Son gittiğimde çiçek kardeşler Önder ve Cengiz ile lokantanın sevgili müdürü Faruk Özer ağırladı. Kuzu tandır, iç pilav ve yanında komposto yedim ama nasıl anlatsam ki? “Çiçek gibiydi" desem anlarsınız. “Çiçek” bulaşıcı zaten, gidin size de bulaşsın.

Haberin Devamı

Hadi Herkes sofraya

ANNE İLE KIZI ‘PATİLE’

“Patile” aslında Elazığ’a has bir tür gözlemeye deniyor. Sanat Tarihi öğretmeni sevgili Semahat Sanaç, yirmi yıl önce Birlik Mahallesi’nde “Patile”yi kurduğunda, pişirdiği bu Elazığ usulü gözlemelerin lezzetiyle tanındı. Zamanla dükkânını büyüten Semahat hocam, menüsüne ilaveten koyduğu Elazığ usulü içli köfte ile artık iyice meşhur olmuştu. Duyanlar duymayanlara söyleyince Patile’ye gelip yiyenler bir daha yemeğe geldi ve her geldiğinde tadına doyamadı. Bu hevesle menüsünü genişleten Semahat hocanın mutfağında çalışan kadınların geleneksel yöntemler ve maharetli elleriyle açtıkları mantısı, börekleri, zeytinyağlıları, kurabiyeleri ve tatlıları da dile düştü, kulaktan kulağa yayıldı. Sevgili kızı Serra Sanaç, Ümitköy Mahallesi’ne “Patile” açınca, patileler anne ve kızı ile iki oldu. İftar için farklı seçenekler sunuyorlar ama ben son gittiğimde yine Elazığ usulü içli köfte ve ardından yine Elazığlı “Dolanger”e gömüldüm. Patile’deki her şey müptela olmaya uygun, tavsiye ederim.

Haberin Devamı

Hadi Herkes sofraya

HMBRGR’DE RAMAZAN PİDESİ

“Ne alaka” dediğinizi duyuyorum, haklısınız da. İlk duyduğumda benim de ilk sorum şu oldu: “Hamburgercinin Ramazan pidesiyle ne işi olur ki?” İşin aslı şöyle...
Ümitköy Galleria’nın karşı çaprazında bulunan “Hmbrgr” isimli hamburgercinin sahibi Volkan Ersu, Malatya’dan, Ankara’ya göç eden deprem mağduru iki kardeş fırıncıya kucak açmış. Fırıncı kardeşler, depremden sonra Ankara-Sincan’da yaşayan kardeşlerinin yanına gelip yerleşmiş. Anne, baba, çoluk çocuk... 20 kişi üç odalı bir evde yaşıyorlar. Bunu duyan sevgili Volkan Ersu, hamburger dükkânının arkasında kendi AR-GE çalışmaları için kurdukları odunla ısınan taş fırını bu iki kardeş fırıncıya tahsis ederek “ramazan boyunca pide yapmalarını” önermiş. Hamburgerciye gidip pidelerin tadına bakınca “Sevgili Volkan, ne de iyi yapmış bu kardeşleri gün yüzüne çıkarmış” dedim kendi kendime. “Tahinli pide”ye bayıldım, efsane olacak nitelikte. Malatya yağlısı ile ramazan pidesi de şahane. Haydi “Hmbrgr”ye pide almaya.

Yazarın Tüm Yazıları