Elif Gamze Bozo adını ilk kez, 2011 yılında, Engelsiz Sanat Derneği’nin “Yorgan Altında Kimse Kalmasın Hareketi” ile duymuştuk. Elif Gamze, bu hareket kapsamında gerçekleştirilen “Yorgan” adlı fotoğraf sergisi için modellik yapan engellilerden biriydi. Bu sergi; ailesi tarafından yorgan altında saklanmayan, doğduğu evde bir günah değil de gerçek bir birey olarak algılanan, sosyal ve profesyonel yaşamda başarılı gençlerin estetik fotoğraflarından oluşuyordu. Fotoğraf sergisinde yer alan engelli bireylerin hayat hikâyeleri, izole bir yaşam süren diğer engelli bireylere ve ailelerine model oluşturacak nitelikteydi.
“Yorgan Altında Kimse Kalmasın Hareketi” kapsamında yürütülen faaliyetlerin diğer sivil toplum çalışmaları için örnek teşkil etmesi amaçlanmış ve hiç bir “duygu sömürüsü” teması işlenmemişti. Hedef; toplumun bilinç düzeyinin arttırılması ve engellilik algısının doğru yönde oluşturulması idi. Bu hareketin belki de en önemli başarısı, yorgan altından çıkıp kendine ve hayata dair çıkış yapmak isteyen engelli bireylerin seslerini duyurabilecekleri bir platforma kavuşmaları oldu.
Elif Gamze Bozo, 26 Aralık 1984’te Ankara’da, “cam kemik” hastası olarak dünyaya geldi. Ailesinin büyük mücadelesi sonunda kabul edildiği ilkokul yıllarını Osmaniye’de geçirdi. Ortaokul döneminde Ankara’ya yerleşti. Sağlık nedenlerinden dolayı okul hayatına Açık Lise’de devam etti. Eğitimini Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde tamamladı. 2008 yılında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde fotoğraf sanatı eğitimi aldı. 2011 yılında da Anadolu Üniversitesi’nde Etkili Konuşma ve Diksiyon eğitimi gördü.
Cam kemik hastalığı (Osteogenezis Imperfekta), kemik yapısında da bulunan tip1 kollajenin yapı bozukluğu ile ortaya çıkan bir hastalık. Bu hastalıkta kemiklerde kolay ve sık kırılmanın yanısıra, mavi sklera, diş bozuklukları ve işitme bozuklukları da birlikte görülebiliyor. Cam kemik hastalığı ailevi geçiş gösterdiği gibi, anne ve babanın genetik yapısı normal olduğu halde anne rahminde oluşan mutasyonlar sonucunda da ortaya çıkabiliyor. Ailevi geçişte anne ve babadan biri hastalığa sahipse, çocuktaki hastalık riski yüzde elli. Bu hastalığın ağırlık derecesine göre dört farklı tipi bulunuyor. Ağır olgularda doğumda özellikle kaburga kemiklerinde kırıklar nedeniyle solunum yetmezliği oluşuyor ve bu hastalar kaybedilebiliyor.
Hastalığın daha hafif tiplerinde ise, kol ve bacak kemikleri düşme ve basit çarpmalar sonucunda kolayca kırılıyor. Cam kemik hastalığının en hafif şeklinde ise boy kısalığı ve kemik yoğunluğunda düşüklük gözleniyor, kırıklara ise nadiren rastlanıyor. Bu hastalıkta tekrarlayan kırıklar kollarda ve bacaklarda kalıcı şekil bozukluklarına yol açabiliyor. Bu şekil bozuklukları sonucu kişi ayakta duramaz, yürüyemez hale geliyor.
Bugünkü köşemi, okurlarımdan gelen istek üzerine, engel oranının %90 ve üzerinde olduğu durumlarda ÖTV indirimli araç alımında izlenecek yollar hakkında bilgi paylaşmak amacıyla değerlendirmek istiyorum.
Öncelikle akılda tutulması en önemli noktaları sıralayalım:
a)Adına araç alınacak kişi 18 yaşın altında ise noterden anne ve baba birlikte muvafakat belgesi imzalarlar. Araç satışında da aynı işlem gerekmektedir. Eğer anne baba boşanmış ise; velayet kimin üzerinde ise zihinsel engelli çocuğu için araç alımında tüm işlemleri o yapar. Diğer ebeveynin iznine gerek yoktur.
b)Adına araç alınacak kişi 18 yaşın üzerinde bedensel engelli ise kendi adına işlem yapabilir. Arzu ederse kendisi adına alım satım yapmak üzere başka birine noterden vekalet verebilir.
Kadın cinayetlerinin simgesi haline gelen Özgecan’ın vahşice öldürülmesinin üzerinden bir yıl geçti.
Cinayetin failleri ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmış olsa da, ülkemizde işlenen kadın cinayetlerinde henüz hiçbir azalma yok.
Umut Vakfı’nın kadın cinayetleri ile ilgili raporuna göre; 2015 yılının ilk 10 ayında cinayete kurban giden kadın sayısı 346.
Bu cinayetlerin 268’i tabanca, tüfek, bıçak gibi silahlarla işlendi.
Hepimizin bildiği gibi, Türkiyede bir engelli olarak yaşamak oldukça zor.
Erişim sorununun, her anlamda, hâlâ çözülememiş olması bu zorluğun en büyük nedenlerinden biri. Ve bu zorluğu yaşayanlar yalnızca engelliler değil; yakınları da onlarla birlikte aşmak zorunda karşılarına çıkan engelleri.
Bana göre, önemli olan soruna nasıl yaklaştığımız. Bardağın yalnızca boş tarafına değil, dolu tarafına da bakmaya çalışmalıyız.
Karamsarlığı değil, umudu ve mutluluğu seçebilmeliyiz.
Bana sorarsanız Türkiye' nin en büyük sorunlarından biri ötekileştirme. Güçlünün güçsüzü, zenginin fakiri, eğitimlinin cahili, engeli olmayanın engelliyi, Kürt’ün Türk’ü ya da Türk’ün Kürt’ü, ibadet edenin etmeyeni dışladığı bir ülkede hiçbir zaman tam bir bütünlük olamaz. İşte bu yüzden, yeni Türkiye yolundaki en büyük adım ötekileştirmenin ötesine geçilebildiği anda atılmış olacak.
Temelleri 2010 yılında atılan Yön Sanat Atölyesi Ankara’nın Altındağ, Çinçin, Şentepe gibi semtlerinde yaşayan ötekileştirilmiş gençleri yaşamın içine katmak adına yola koyulmuş. Atölye, yaşadıkları mahallelerde dışlanmış ve çoğu suça karışmış engelli gençleri topluma kazandırmaya çalışıyor. Birçok ilke imza atan atölyenin 9-13 yaş zihinsel engelli halk oyunları ekibi olduğu gibi tiyatro topluluğu da bulunuyor.
Yön Sanat Atölyesi’nin 2010 -2011 sezonunda sahneye koyduğu, Sayın Harun Güzeloğlu’nun yazıp yönettiği “Sınırda” adlı oyun Sınır’ın iki farklı yakasından iki çocuğun arkadaşlığını konu alıyor: “İki çocuk arkadaş olmak isterse, kim durdurabilir onları? Ortadaki dikenli tellere bakıp, nedenini bir türlü bulamayan bu çocukların, aynı toprağı sulayan nehrin öte yanına neden geçemediklerini anlayabilmek için sordukları sorulara alabildikleri tek yanıtsa; Yasak! Çocuklar yasaktan anlar mı? Yasaklara masumca uymayarak öğrenmez miyiz hayatı? Kaç çocuk ellenmesi yasak olan sıcak sobaya dokunmamıştır? Kaç çocuk komşusunun elma ağacına tırmanmamıştır? Yasağı çocukça çiğneyen ve ENGELSİZCE dost olan çocukların hikâyesi…”
Yön Sanat Atölyesi’nin 2011-2012 / 2012-2013 sezonlarında sahneye koyduğu, Sayın Yusuf Aksongür’ün yazıp yönettiği, trafik ve aşk konularını tema alan “Azrail Blöf Yapmaz” adlı oyun iyi ve kötüyü çarpıştırarak trafik kurallarının önemini vurguluyor. Tamamı engelli bireylerden oluşan 12 kişilik kadro ile ortaya çıkartılan bu oyun, engelli bireylere fırsat verildiğinde neler yapabileceklerini de gözler önüne seriyor.
24 Ağustos 2015 tarihinde yayınlanan “Bana Benzeyen Oyuncak” başlıklı yazımda, “engelliliğin oyuncak dünyasında da olumlu biçimde temsil edilmesi gereğini vurgulamak, oyuncak üreticilerine daha kapsayıcı oyuncaklara talep olduğunu göstermek” amacıyla bir girişim başlatan üç anneden söz etmiştim sizlere.
Engelli çocuk sahibi bu üç anneyi destekleyen ilk uluslararası firma Playmobil olmuştu. Ben yazıyı yazdığım sıralarda girişim Lego firmasını hedef almış ve change.org’da bir imza kampanyası başlatmış durumdaydı. Amaç, tekerlekli sandalyeyi ve engelliliği oyuncak hastane setlerinin ötesine taşımaktı. Talepleri ise şöyleydi: “Lütfen oyuncaklarınızda engellilik durumunu olumlu bir şekilde yansıtarak nesiller boyu çocukların insanlar arasındaki farklılıklara daha iyi yaklaşarak büyümelerine katkıda bulunun.”
Kampanya başarıya ulaştı ve Lego firması engelli bir mini figür içeren ilk setini üreterek geçen hafta Nürnberg Uluslararası Oyuncak Fuarı’nda sergiledi. Lego’nun Şehir serisinde parklar temasında yer verdiği bu figürlerin gerisi de umarız gelir.
Geçtiğimiz Pazar günkü köşemi yazamadığım için özür diliyorum sizlerden.
Cumartesi akşamı aniden başlayan bir karın ağrısı Pazar günü acilen hastaneye gitmeme neden oldu.
Bir önceki ameliyatımı olduğum Koç Üniversitesi Hastanesi’ne gitmeyi tercih ettim.
Ambulans hastaneye vardığında Acil Servis görevlileri hazırlıklı bir biçimde beni bekliyorlardı.
Hayatımda çok önemli rol oynayan birini daha sonsuzluğa uğurluyorum bugün. Acım tarifsiz...
Geçici bir dünyada yaşıyoruz. Günü geldiğinde hepimiz aynı yere doğru yola çıkıyoruz. Bu geçici dünyadaki zaman dilimini farklı farklı dolduruyoruz her birimiz. Bugün ebediyete uğurladığımız, Türkiye İş Bankası'nın efsane ismi Cahit Kocaömer söz konusu zaman dilimine çok şey sığdırmış, sayısız yararlı işe imza atmış ve adını unutulmaz kılmış bir büyüğüm.
Şişecam’da çalıştığım yıllarda, Yönetim Kurulu Başkanımız olarak göreve geldiği zaman tanıdım kendisini. O güne kadar onun hakkında bildiklerim 1947 yılından beri Türkiye İş Bankası’da görev yaptığı, Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi Mensupları Sendikası’nın (TİBAŞ) Kurucu Başkanı ve 1961-1975 arasında da Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası’nın (BASİSEN) Başkanı olduğuydu. Ben o yıllarda Yönetim Kurulu ve İcra Kurulu sekreteri olarak görev yapmaktaydım. Kas hastalığım oldukça ilerlemiş durumdaydı. Güçlükle yürüyor, oturduğum yerden zorlukla kalkıyordum. Daha göreve geldiği ilk gün sanki hiçbir engelim yokmuş gibi yaklaştı bana. Sanırım sadece yüzümü ve aklımı görmüştü.
Zaman içinde ast üst ilişkisi dışında bir de baba kız ilişkisi gelişti aramızda. Ve bir gün bana 22 yaşında kaybettiği ilk oğlundan söz etti. Kafası zehir gibi çalışan ancak 22 yıllık ömrünün tamamını yatağa bağlı olarak geçiren oğlu derin izler bırakmıştı onda. Birlikte çalıştığımız yıllar içinde hemen her gün bir şeyler paylaştı benimle oğluyla ilgili. Sonra bir gün, “Ben galiba seni O’nun yerine koydum,” dedi bana. Benim için büyük bir lütuftu bu.