Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün tanımına göre, Kanser; genel anlamda, ‘vücudumuzun çeşitli bölgelerindeki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla oluşan 100’den fazla hastalık grubu’na verilen ad. Çok çeşitli kanser tipleri olmasına karşın, hepsi anormal hücrelerin kontrol dışı çoğalmasıyla başlıyor. Tedavi edilmez ise ciddi rahatsızlıklara, hattâ ölüme neden olabiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü verileri; 2012 yılında tüm dünyada tahminen 14,1 milyon yeni kanser vakası geliştiğini, kanser artış hızının bu şekilde devam etmesi durumunda ise dünya nüfusundaki artışa ve yaşlanmaya bağlı olarak 2025 yılında toplam 19,3 milyon yeni kanser vakası gelişeceğini gösteriyor.
Kansere bağlı ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan akciğer kanseri, tüm dünyada toplam kanser sayısı içerisinde en sık görülen kanser türü. 20. Yüzyılın başında nadir bir hastalık olan akciğer kanseri, 1950’lerden itibaren özellikle sigara kullanımının artmasıyla birlikte tüm dünyada toplum sağlığını tehdit eden önemli bir hastalık haline gelmiş bulunuyor.
17 Kasım, akciğer kanserinin farkındalığını arttırmak, akciğer kanserli hastalar ile yakınlarını desteklemek ve akciğer kanseriyle mücadele etmek için alınması gereken önlemler hakkında toplumu bilgilendirmek amacıyla her yıl “Dünya Akciğer Kanseri Farkındalık Günü” olarak anılıyor. Geçtiğimiz günlerde, bu özel gün kapsamında açıklamalarda bulunan Bezmialem Vakıf Üniversitesi Dragos Hastanesi Göğüs Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Sedat Ziyade, akciğer kanserinin hem kadın hem de erkeklerde kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer aldığını ve hastalığın görülme sıklığının yaşla birlikte arttığını söylüyor. Dr. Ziyade’ye göre, bu hastalığın ispatlanmış en önemli ve tek risk faktörü sigara. Akciğer kanseri hastalarının yaklaşık %90’ı sigara kullanıyor. Yine Prof. Ziyade’ye göre, akciğer kanseri görülme riski sigara kullananlarda 24-36 kat daha fazla.
Akciğer kanseri, benim yaşayarak öğrendiğim bir hastalık. Daha önceki yazılarımın bazılarında da ifade etmiş olduğum gibi, sevgili eşimi akciğer kanseri nedeniyle kaybettim ben. 2010 yılının son aylarında hızla kilo veren eşim, Aralık ayının ilerleyen günlerinde vücudundaki ağrılardan şikâyet etmeye başladı. Günlük yaşamımda bazı işler için kendisinin desteğinden yararlandığım için, bu ağrıların ağır kaldırmaktan kaynaklanan sorunlar olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden önce, her gün gündüzleri bizimle olan yardımcımız Aysel Hanım’ dan geceleri de bizimle kalmasını rica ettik. Aysel Hanım bu ricamızı ikiletmeden kabul etti ve daha o gün bizimle birlikte yaşamaya başladı. Ancak, sonraki günlerde de eşimin ağrılarında hiçbir azalma olmadı. Ayrıca bir süredir hiç geçmeyen bir öksürüğü vardı. Ama ne yazık ki doktora gitmekten hiç hoşlanmadığı için, her iki konuda da herhangi bir uzman görüşüne başvurmadı.
İçimden bir ses, bu ağrıların benimle hiçbir ilgisi olmadığını söylüyordu. Bu yüzden eşimle inatlaştım ve onu zoraki bir şekilde kendi fizik tedavi doktoruma göndermeyi başardım. İlk muayeneden sonra istenen tomografi sonuçları hiç de iç açıcı değildi; kemikteki ağrıların metastaz kaynaklı olduğu tespit edilmişti. Eşim teşhis için hastaneye yatırıldı. Önce bağırsaklarına bakıldı, zira ilk şüphelendikleri durum bağırsak kanseriydi. Bağırsaklarda hiç bir hastalığa rastlanmayınca rahat bir nefes aldık, ancak bu uzun sürmedi. Ertesi gün yapılan tetkiklerde, eşimin rahatsızlığının kaynağının akciğer kanseri olduğu belirlendi; yani akciğer kanseri kemiklere metastaz yapmıştı.
Eşim hemen yılbaşında kemoterapi tedavisine başladı, ancak ne yazık ki hastalığı ilerlemeye devam etti ve 4, 5 ay gibi kısa bir süre sonra 14 Mayıs 2011’de biricik hayat arkadaşımı kaybettim. Eşim hayatı boyunca sigara içti. Bir kez, 11 ay süreyle sigarayı bırakmış olsa da, eş dostun ikramı ile ‘bir tane içmekten bir şey olmaz’ diyerek yeniden sigara tiryakisi oldu. Ömrüm boyunca ona hep sigarayı bırakması için yalvardım, ancak ne yazık ki sözümü geçiremedim. Çünkü sigara içmekten, benim hiçbir zaman anlamadığım ve anlayamayacağım bir zevk alıyordu.
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization/WHO) ve Çocuklarda Zatürre ile Mücadele Global Komisyonu adlı uluslararası örgüt tarafından dünya genelinde Zatürre (Pnömoni) hastalığı ile mücadeleye dikkat çekmek amacıyla her yıl 12 Kasım “Dünya Zatürre Günü” olarak anılıyor.
Zatürre akciğeri etkileyen bir solunum yolu enfeksiyonu. Sağlıklı kişilerde akciğer hava ile dolu küçük keseciklerden oluşurken, zatürreli kişilerde bu kesecikler iltihaplı sıvı ile doluyor. Solunum ağrılı, oksijen alımı ise sınırlı oluyor. Zatürre -aşısı ve tedavisi mümkün bir hastalık olmasına karşın- Dünya Sağlık Örgütü'nün 2019 raporuna göre tüm dünyada ölüm sebepleri arasında iskemik kalp hastalıkları, akut inme ve KOAH'tan sonra 4. sırada yer alıyor. Hastalık, enfeksiyon kaynaklı ölümler içinde ise ilk sırada. 2016'da 3 milyon kişi pnömoni nedeniyle hayatını kaybetmiş bulunuyor.
Pnömoni, halk arasında bilinen tabiriyle zatürre, akciğer dokusunun iltihaplanmasından kaynaklanıyor. Bakteriler başta olmak üzere çeşitli mikroorganizmalara bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bazı pnömoni türlerinde hasta kişiden sağlam kişilere bulaşma riski bulunuyor. Ancak hastalık çoğunlukla hastanın kendi ağız, boğaz veya sindirim kanalında bulunan mikropların akciğere ulaşması ile meydana geliyor. Normal durumda hastalığa neden olmayacak bu mikroplar, vücut savunması düşmüş kişilerde pnömoni oluşturuyor.
Solunum yolu enfeksiyonlarında belirtilerin erken fark edilmesi ve erken tedavi hastalığın seyrini doğrudan etkiliyor. Üç gün boyunca devam eden 38 derecenin üstünde ateş, öksürük, balgam, göğüs ağrısı, nefes darlığı bu hastalığın ana belirtileri. Bakteri, virüs ve mantarlar zatürreye neden olabiliyor. Özellikle çocuklarda, 65 yaş üstü yaşlılarda, kronik bir hastalığa sahip olanlarda (böbrek, şeker, kalp veya akciğer hastalığı gibi), sigara kullananlarda, bağışıklık sistemini baskılayan bir hastalık veya ilaç kullanımı sırasında daha sık görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde Dünya Zatürre Günü kapsamında bazı açıklamalarda bulunan Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatmanur Okyaltırık; sağlıklı beslenme, hijyenik önlemler, sigara alışkanlığının sonlandırılması, zatürre ve grip aşıları ile zatürrenin sıklığının ve ölüm oranının azaltılabileceğini ifade ediyor.
1945 yılında Oxford-İngiltere’de dünyaya gelen Jacqueline Du Pré, aktif olarak sahnede yalnızca 12 sene performans göstermiş olmasına karşın gelmiş geçmiş en başarılı çellistler arasında yer alıyor.
Bir piyano öğretmeninin kızı olan Jacqueline dört yaşındayken radyoda duyduğu bir çello konserinden çok etkilendi. Beş yaşında ilk çellosuna kavuşan Jacqueline altı yaşında “London Cello School” da derslere başladı. Yedi yaşında ilk konserini veren dahi çocuk on yaşında “Suggia-Celle Prize” ödülünü kazandı. 1960 yılında da meşhur “Guildhall School” u altın madalya alarak birincilikle bitirdi.
Kariyerinde hızlı adımlarla yükselen Jacqueline dünyanın en ünlü konser salonlarında ard arda konserler verdi. Jacqueline 1966 yılının Noel’inde tanıştığı piyanist ve orkestra şefi Daniel Barenboim ile ertesi yıl evlendi.
1971’de Jacqueline’in parmaklarında hissizleşme başladı ve giderek bütün vücuduna yayıldı. Jacqueline Du Pré ve eşi Daniel Barenboim, bu rahatsızlık nedeniyle, Şubat 1973’te New York Philharmonic ile birlikte verecekleri dört konserin üçünü çok zor gerçekleştirebildiler, dördüncü konseri ise iptal etmek zorunda kaldılar. Jacqueline’e Ekim 1973’te “Multiple Sclerosis” (MS) teşhisi konuldu.
Türkiye'de okuma kültürünün geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması yolunda çalışmalar yapan Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Konda Araştırma Şirketi’ne yaptırmış olduğu araştırma, Türk halkının ‘aslında okuduğunu’ gösteriyor.
Saha çalışmaları 14-15 Eylül 2019 tarihlerinde gerçekleştirilen söz konusu araştırmanın sonuçları, Türk insanının % 42,3’ünün kitap okuduğunu ve bu kesimin % 85’inin beşten fazla kitabı bulunduğunu gösteriyor. Kitap okuyanların üçte biri 24 yaşın altında, dörtte biri ise öğrenci. Eskiden kitap okumuş olduğunu söyleyenlerin % 67’si 33 yaşın üstünde. Bu kesimin yarısı son üç ayda hiç kitap okumamış, üçte biri de sadece bir kitap okumuş.
Kitap okuyanlar okuyacakları kitabı sırası ile; konusuna, arkadaş tavsiyesine, türüne, yazarına ya da hakkında yazılanlara göre seçtiklerini söylüyorlar. Tercih edilen kitap türleri arasında roman, öykü, şiir gibi kurgu kitaplar % 42’lik bir oranla ilk sırayı alıyor. Bunu
% 34’lük bir oranla dini kitaplar takip ediyor. Kurgu kitaplar arasında ise; sırasıyla en fazla tarihi, macera/polisiye, romantik/duygusal ve psikolojik konular tercih ediliyor. Kurgu dışı kitaplarda ise yine sırasıyla; tarih, kişisel gelişim, psikoloji, mizah, bilim, sanat, felsefe ve coğrafya konuları öne çıkıyor.
Araştırma sonuçları kitap satın almayanların oranının % 34 olduğunu gösteriyor. Kitap alanların % 28’i küçük bağımsız kitap evlerinden, % 24’ü zincir kitap evlerinden, % 18’i internetten, % 14’ü ise sahaflardan almayı tercih ediyor. Toplumun dörtte biri ayda bir kez ya da daha fazla kitap okuyor. Türkiye’de % 7’lik bir kesimin evinde hiç kitap bulunmazken, % 8’lik bir kesimin evinde 100’den fazla kitap bulunuyor.
Türkiye’de son üç ayda ortalama 2.7 adet kitap okunmuş. Kitap okuyanların son üç ayda okudukları ortalama kitap sayısı ise 4.2. Türkiye genelinde en fazla kitap okuyan kişiler 15-24 yaş arasında. Bu grubun okuduğu kitap sayısı yaklaşık 4. Bunu, % 3’ü geçen bir oranla 25-32 yaş grubu takip ediyor. Bu grupta kadınlara düşen kitap sayısı ortalama 2.5 adet iken, erkeklere düşen kitap sayısı ortalama 2.5 adedi biraz geçiyor.
Okunan kitap sayısı eğitim durumuna göre de farklılık gösteriyor. Üniversite eğitimi görmüş 25-32 yaş aralığındaki bireylerin okuduğu kitap sayısı yaklaşık 4.5 adet iken, bu rakam lise mezunlarında 2’ye düşüyor. 25-32 yaş aralığındaki okuyucuların çoğunluğunu, yaklaşık 8 adet kitap ile öğrenciler oluşturuyor.
Söz konusu araştırma sosyal medya kullanımı oranlarını da gösteriyor. Araştırma sonuçları; WhatsApp, İnstagram, YouTube ve Twitter’ı tercih edenlerin 15-24 yaş aralığında yoğunlaştığını gösteriyor. 25-32 yaş aralığındaki kişiler ise en fazla Facebook kullanıyorlar. En fazla kitap okuyanlar Twitter kullanıcıları arasında. 25-32 yaş aralığındaki Twitter kullanıcıları üç ayda ortalama 4.9 adet, 15-24 yaş aralığındaki Twitter kullanıcıları ise üç ayda 4 adet kitap okumuşlar. Dünyada gençlerin sosyal medya kullanımı artarken okuma oranı düşüyor. Ancak Türkiye’de sosyal medyayı yoğun kullanan gençlerin okuması da artıyor. Kanımca bu durum sosyal bir avantaja dönüştürülebilir.
“Tek Sağlık”; bulaşıcı hastalıklara odaklanan, toplum sağlığına insan, hayvan ve çevre ilişkileri bağlamında bakan bir yaklaşım. Bugün tüm dünyada bilimsel otoritelerce gündeme getirilen “Tek Sağlık Konsepti”, hastalık epidemiyoloji* bağlamında insanlara bilinç kazandırmayı ve halk sağlığının kalitesini iyileştirmek için koruyucu stratejiler geliştirmeyi amaçlıyor.
Hayvan sağlığının global önemi ve insan ile hayvan sağlığı arasındaki doğrudan bağlantı insan hastalıklarının çoğunun hayvan kaynaklı olduğu gerçeğini destekliyor. “Tek Sağlık”; hayvanlardan insanlara bulaşabilen, yalnızca veteriner hekimleri, tıp doktorlarını ve diğer sağlık personelini değil, aynı zamanda hayvanlardan insanlara bulaşabilen ve halk sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalıkların kontrolünü de içeren bir kavram.
Yerel, ülkesel ve global olarak çalışan değişik disiplinlerin işbirliği sonucunda giderek önem kazanan “Tek Dünya Tek Sağlık” yaklaşımı; 2007 yılında Amerikan Veteriner Hekimleri Birliği ile Amerikan Tabipleri Birliği tarafından kabul edilmiş, Avrupa Veteriner Hekimleri Federasyonu tarafından da benimsenmiş bulunuyor. Artık tüm dünyada kabul görmüş olan “Tek Sağlık” yaklaşımının temeli hayvan, insan ve çevre sağlığı alanında çalışan tüm meslek gruplarının işbirliği içinde olmasına dayanıyor. Bir süreden beri de 3 Kasım tarihi her yıl “Dünya Tek Sağlık Günü” olarak anılıyor.
İnsanlar ve hayvanların doğanın vazgeçilmez parçaları olduğunu unutmamalıyız. İnsan nüfusunun önemli bir kısmı; meslekleri gereği, yaşadıkları yerlerin coğrafi konumu ya da ülkelerin kültürlerine göre değişik aralıklarla hayvanlarla veya hayvansal ürünlerle yakın temasta bulunuyorlar. Kentsel yaşamda evde beslenen evcil hayvanlar ile kırsal kesimde büyükbaş veya küçükbaş hayvanlar insanlarla iç içe yaşıyorlar. Hayvansal gıdaların elde edilmesi, hazırlanması, paketlenmesi, depolanması ve dağıtılmasına kadar insan unsuru ön plana çıkıyor. Zira süt ve süt ürünleri, et ve et ürünleri yaşamamız için vazgeçilemez gıdalar.
Zoonotik hastalıklar ülkemizde ve tüm dünyada yaygın olarak görülen bir hastalık grubunun adı. Zoonoz hastalık da denilen bu hastalıklar Dünya Sağlık Örgütü tarafından, doğal koşullarda insanların ve hayvanların birbirine bulaşan hastalığı olarak tanımlanıyor. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi Zoonoz hastalığında hem insanlar hem de hayvanlar birbirlerine hastalık bulaştırabiliyor. Zoonozlar bir taraftan hayvan sağlığını etkileyerek hayvan ölümlerine ve ekonomik kayıplara yol açarken, diğer taraftan da insanlarda hastalığa sebep vererek önemli bir halk sağlığı sorunu oluşturuyor.
Sağlık Bakanlığı “Tek Sağlık” yaklaşımı doğrultusunda, Tarım ve Orman Bakanlığı ile birlikte, multidisipliner bir çalışmayı hedefleyen “Türkiye Zoonotik Hastalıklar Milli Komitesi Protokolü”nü hazırlamış ve yürürlüğe koymuş bulunuyor. Türkiye Zoonotik Hastalıklar Milli
Komitesi öncülüğünde, konusunda uzman akademisyenler ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların uzman temsilcilerinden oluşan Zoonotik Hastalıklar Alt Kurulları oluşturulmuş, bu alt kurullar çalışmalarını tamamlamış ve “Türkiye Zoonotik Hastalıklar Eylem Planı, 2019-2023” ortaya konulmuş durumda.
Bu yıl da 3 Kasım Dünya Tek Sağlık Günü, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çeşitli etkinliklerle anıldı. Bu özel gün vesilesiyle bir duyuru yayınlayan Aydın Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Cemil Şahin; “Tıp bir bütündür, tıbbın bölünmesi, ayrılması ve parçalanması dünya sağlığını ciddi anlamda uçuruma sürükler. Nesillerimize daha sağlıklı bir dünya bırakmak istiyorsak bunun teminatı ve sigortası ‘Tek Tıp Tek Sağlık’ kavramının radikal anlamda hayata geçirilmesidir.” diyerek dile getirdi konu ile ilgili düşüncelerini.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye kitap okuma oranında dünyada 86’ncı sırada, yoksul Afrika ülkeleri ile aynı kategoride bulunuyor. Türkiye İstatistik Kurumu’ na (TÜİK) göre, Türk halkının ihtiyaç listesinin 235’inci sırasında yer alıyor. Yapılan araştırmalara göre ise Türkiye’de sadece 100 kişiden dördü kitap okuyor.
Geçen yıl gerçekleştirilen Türkiye’nin kitap okuma alışkanlıkları ve yayınevi verilerine ilişkin bir araştırma Türkiye’de kişi başına yaklaşık sekiz kitap düştüğünü, Türk insanının kitap okuma eylemine günde sadece yedi dakika ayırdığını gösteriyor.
Bu tabloyu değiştirmek isteyen Türkiye Yayıncılar Birliği Türkiye’de okuma kültürünün geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması yolundaki ilk adımı attı ve bu amaca hizmet edecek bir platform kurulmasına öncülük etti. Ve sivil toplumla ve kamuyla ortaklıklar ve ağlar kurarak faaliyetini sürdürecek olan “OKUYAY Platformu” (Okuma Kültürünü Yaygınlaştırma Platformu) hayata geçirildi.
T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı tarafından yürütülmekte olan Ortaklıklar ve Ağlar Hibe Programı kapsamında hibe almaya hak kazanan OKUYAY Platformu,
15 Ocak 2019 tarihinde resmi olarak çalışmalarına başladı. Platform, okuma kültürünü desteklemeye çalışan sivil toplum kuruluşlarına, aktivistlere ve gönüllülere destek vererek Türkiye ve Avrupa’daki iyi örnekleri Türkiye geneline yaymayı hedefliyor.
OKUYAY Platformu çalışmalarını Türk Kütüphaneciler Derneği (TKD), Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV), Kadıköy Belediyesi ve Kingston Üniversitesi (Birleşik Krallık) ortaklığıyla yürütüyor. Türkiye’ nin seçilen dört bölgesinde çocukları, ebeveynleri, öğretmenleri, kamu kuruluşlarını, kütüphaneleri ve sivil toplumu yayıncılık paydaşları ile bir araya getirerek pilot uygulamalar yapıyor. Platform ayrıca, İstanbul Taksim’deki çalışma ofisinde düzenlenen toplantılar ve etkinliklerle, okuma kültürünü geliştirmeye destek olabilecek STK, aktivist ve gönüllüleri bir araya getiriyor.
Çalışmaları 15 Ocak 2019 tarihinde başlamış olan 24 ay süreli proje, yedi kişilik bir ekip tarafından yürütülüyor.
2000 yılında kurulan, Türkiye Yayıncılar Birliği’ nin de üyeleri arasında yer aldığı, EURead Avrupa’da okuma kültürünün yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için çalışmalarda bulunuyor. 18 ülkeden 23 sivil toplum kuruluşunun üye olduğu kurumun halen yürütmekte olduğu en önemli kampanya, “Europe Reads” (Avrupa Okuyor). Bu kampanyayla üye ülkelerde okuma konusundaki farkındalığı arttırmayı hedefleyen EURead, aynı zamanda Avrupa Birliği Parlamentosunun dikkatini okuma kültürü konusuna çekmeyi ve bu alanda çalışmalar yapılmasını sağlamayı amaçlıyor.
Diyarbakır/ Sur merkezli bir sivil toplum örgütü olan Rengarenk Umutlar Derneği, çocuklar için, çocuk hakları temelinde, çocukluklarını ‘çocuk’ gibi yaşayabildikleri, tüm hak ve hizmetlere eşit bir şekilde ulaşabildikleri bir çocuk dünyası kurmayı düşleyen bir grup aktivist tarafından kurulmuş bulunuyor.
Dernek kurucuları, çocuklara yalnız olmadıklarını anımsatmak ve tüm zorluklara rağmen yaşamın içinde güçlü durmanın mümkün olduğunu göstermek amacı ile yola çıkmışlardı. Onların ilham veren hikayesini Sabancı Vakfının Ekim Zamanı Toplantısı’nda hayranlıkla dinledim.
Dernek, Sur’un dört mahallesinden 4-18 yaş aralığındaki 150 çocuğu sanat, kültür, spor ve eğitimle buluşturuyor. Onlara çocukluklarını özgürce yaşayabilmeleri için bir fırsat sunuyor. Bütün çocuklara ulaşabilmenin yolunu gösteren sihirli bir formül bulunmadığının farkında olan dernek yöneticileri; onların ihtiyaçlarını doğru tespit edebilmek için önce çocukları yaş dönemlerine göre grupluyorlar, ardından her bir yaş aralığına hitap edecek farklı eğitim içerikleri hazırlıyorlar. “Yaşam Becerileri Eğitimi” denilen bu programda; güvenli ilişki, bedenin mahremiyeti, şiddetsiz iletişim, toplumsal cinsiyet ve sağlıklı çevre gibi konulara yer veriliyor. Bu eğitim çocuklara, fizik ya da matematik notları kaç olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin, hayatlarını kurabilme gücü veriyor.
“Rengarenk Umutlar Derneği” çocuklarla çalışacak gönüllüleri özel bir eğitimden geçiriyor. Ve böylece Sur’un çocukları için tasarlanmış bulunan özel, heyecanlı bir yolculuk başlıyor. Anlatmayı, dinlemeyi, bir sorunu arkadaşlarıyla bir arada çözebilmeyi, ne istediğini suçluluk duymadan ortaya koymayı, ihtiyaçları karşılanamadığı zamanlarda ise bu durumla barışık kalabilmeyi keşfediyorlar.
Bodrum, bildiğiniz gibi, ülkemizin en gözde tatil beldelerinden biri. 31 Aralık 2018 tarihi itibariyle nüfusu yaklaşık 172 bin olan Bodrum’da yaşayan kişi sayısı yaz aylarında
1 milyona ulaşıyor.
Sonbaharda, okulların açılmasına yakın tarihte Bodrum’un nüfusu yeniden azalırken, sokaklarda başıboş dolaşan evcil hayvanların sayıları ise artıyor. Zira ebeveynlerin çocuklarının gönlünü hoş etmek için sahiplendikleri hayvanlar, tatil beldesini terk etmelerinden önce sokağa bırakılıyor. Ev ortamında yaşamaya alışan kedi ve köpekler ise zorlu bir yaşam mücadelesi başlıyor.
Oysaki yapılan araştırmalar, evcil hayvan beslemenin yaşamın hem süresi hem de kalitesi üzerinde önemli etkiler yarattığını gösteriyor. Üstelik hayvan beslemek ruh sağlığımıza da iyi geliyor. Amerikan Kalp Cemiyeti evcil hayvan, özellikle de köpek sahibi olmanın kalp damar hastalıklarının riskini azaltan faktörlerden biri olabileceğini açıklamış bulunuyor. Fakat yine aynı cemiyetin bildirdiğine göre, hastalık riskini azaltmak için bir gereklilik olmamalı evcil hayvan beslemek. Hayvanları gerçekten seviyor ve sorumluluk almayı kabul ediyorsak sahiplenmeliyiz onları. Ancak o zaman bu dört ayaklı dostlarımızla keyif ve sağlık dolu bir hayat paylaşabiliriz.
4 Ekim tarihi, Dünya Hayvanları Koruma Federasyonu tarafından 1931 yılında Hayvanları Koruma Günü ilân edilmiş bulunuyor. Bu özel günde konu ile ilgili bir duyuru yapan Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Esen, yapılan birçok araştırmanın hayvan beslemenin ruh sağlığına iyi geldiğini ortaya çıkardığını söylüyor. Son yapılan araştırmaların ise, hayvan beslemenin sadece ruh sağlığımıza değil kalp ve damar rahatsızlıklarına da iyi geldiğini belirtiyor.