Çağımızın en önemli sağlık sorunu olan kanser dünya genelinde artmaya devam ediyor. Dünyada her yıl giderek daha fazla kişinin ölümüne sebep olan kanser; yaş, cinsiyet, din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın tüm insanları etkiliyor. Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde, 2040 yılında 29,5 milyon yeni vakanın ortaya çıkması bekleniyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bir alt kuruluşu olan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (International Agency for Research on Cancer- IARC) tarafından 15 Aralık 2020’de küresel kanser yüküne ilişkin en son tahminler yayınlandı. Çevrimiçi erişilebilmekte olan GLOBOCAN (IARC Küresel Kanser Gözlem Evi’nin bir parçası) 2020 veri tabanı, 185 ülkede 36 belli kanser türü ve 2020 yılı için birleştirilmiş tüm kanser türleri için sıklık ve yaşam kaybı oranı tahminlerini içeriyor. Bu veriler ışığında, küresel kanser yükünün 2020 yılında 19,3 milyon yeni vakaya ve 10 milyon yaşam kaybına yükseldiği bildiriliyor.
Dünyada her beş kişiden biri yaşamı boyunca bir kez kansere yakalanıyor. Her 8 erkekten ve her 11 kadından biri kanser nedeniyle yaşamını yitiriyor. Kanser teşhisi konduktan sonraki beş yıl içinde hayatta olan toplam kanser hastası sayısının ise, dünya genelinde (5 yıllık prevalans*) 50,6 milyon olduğu tahmin ediliyor.
Yeni tanı konulan kanser vakalarının %60’ından, kansere bağlı ölümlerin ise %70’inden fazlasından sorumlu olan 10 kanser türü bulunuyor. Dünya genelinde meydana gelen en yaygın kanser, kadın meme kanseri (yeni vakaların %11,7’si). Bunu sırasıyla akciğer kanseri (%11,4), kolorektal kanser (%10), prostat kanseri (%7,3) ve mide kanseri (%5,6) takip ediyor. Kanser nedeniyle meydana gelen ölümlerin başta gelen sebebi ise akciğer kanseri (toplam kansere bağlı ölümlerin %18’i).
Dünyada erkekler arasında en sık görülen kanser türü olan akciğer kanseri, kadınlarda üçüncü sırada yer alıyor. Akciğer kanseri dünya çapında ve ülkemizde kanserden kaynaklanan ölümlerin en yaygın nedeni. Sigara kullanımı ise akciğer kanserinin en sık görülen sebebi. Günlük içilen sigara sayısı, sigara içme süresi, sigaraya başlama yaşı, dumanı derin çekme ve alınan nikotin oranına bağlı olarak kanser gelişme riski artıyor. Sigara dumanında
4 binden fazla kimyasal ve 70’den fazla kanser oluşumuna neden olan madde bulunduğu biliniyor. Sigara dumanına pasif olarak maruz kalınması da akciğer kanseri riskini artırıyor. Kendileri sigara içmedikleri halde evde veya iş yerlerinde pasif olarak dumana maruz kalan kişilerde akciğer kanseri gelişme riski %20-30 oranında artıyor. Sigaranın bırakılması durumunda akciğer kanseri olasılığı zamanla azalıyor ve sigara bırakıldıktan 10-20 yıl sonra hiç içmemişlerin düzeyine yaklaşıyor.
Akciğer kanserini en sık rastlanan belirtiler;
Geçmeyen veya giderek kötüleşen öksürük
1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti olan Wuhan’da bir virüs salgını ortaya çıktı. Yeni Corona Virüs Hastalığı’ nın (Covid-19) neden olduğu, dünya geneline yayılan bu salgının Türkiye'deki ilk tespiti Sağlık Bakanlığı tarafından 11 Mart 2020 tarihinde açıklandı. Ve o günden sonra hayatımız neredeyse tümden değişti…
Covid-19 ile birlikte bütün dünyanın davranış kalıpları değiştiği gibi çalışan davranışı da farklılaştı. İnsan kaynakları uygulamalarında teknolojiden daha çok yararlanılmaya başlandı. Zorunlu olarak başlayan evden çalışma ve hibrit modelleri kalıcı hale geldi. Sonuçta, çalışanlarda artık daha anlamlı bir iş ortamında; kendilerine, insana ve çevreye değer veren şirketlerde çalışma isteği doğdu.
Bu durum her çalışanın talebi değilse de talebi olanların zor bulunan yetenekli çalışanlar olması, insan kaynakları yönetiminde zihniyet değişikliğine sebep oluyor. Bunu dikkate alan İşletme ve İletişim Birimleri Enstitüsü Kurucusu Prof. Dr. Ali Atıf Bir, bu zihniyet değişikliğini gerçekleştirmek için yapılacakları belirlemek ve yapanları tartışmak üzere, insanı odağa alan bir “zirve” gerçekleştirmeyi planlıyor.
2015 yılında Bahçeşehir Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra yüksek lisans ve doktora derslerini yarı zamanlı hoca olarak vermeyi sürdüren Ali Atıf Bir, bir yandan da AABİR Yayıncılık AŞ’ni kurmuş. Yayınevinde, “The Kitap” markasıyla, iş dünyası kitapları ve diğer sosyal bilim alanlarında ağırlıklı çeviri kitaplar yayınlanmaya başlanmış. Daha sonra da yayın yelpazesi “The Roman” ve “The Çocuk” markaları eklenerek genişletilmiş. Artık bilinen yayınevleri arasına girmiş olan AABİR Yayıncılık, şu anda 300 kitaba ulaşmış durumda.
Ali Atıf Bir’in 2019 yılında yayınevi kampüsü içinde 400 metrekarelik bir alanda kurduğu beş sınıf, iki toplantı odası ve bir fokus grup araştırma odasından oluşan İşletme ve İletişim Birimleri Enstitüsü, Mart 2020’de başlayan Covid-19 salgını nedeniyle tam olarak işletmeye alınamamış. Ve Dijital Pazarlama, Finans, İstatistik, Araştırma, İnsan Kaynakları ve Liderlik konularında online eğitimlere başlanmış. Türkiye’de normalleşme sürecinin başlangıç tarihi olan Mayıs 2021’den itibaren ise derslere tam kapasite ile online ve offline olarak devam ediliyor. Prof. Ali Atıf Bir, bu bilgileri benimle geçtiğimiz Pazartesi günü gerçekleştirdiğimiz söyleşide paylaştı. İletişim ve Medya, Pazarlama ve Reklam, Araştırma/Veri Analizi, Yönetim ve Liderlik konularında gerçek bir uzman olan Prof. Bir, kırk yıla yakın bir süredir ulusal ve global markalara marka ve reklam yönetimi danışmanlığı yapan bir akademisyen olarak öğrendiği en önemli şeyin, “iyi yönetilmeyen şirketlerin iyi iletişim yapamayacağı” olduğunu; “iyi iletişim danışmanlığı” vermeyi de bu nedenle seçtiğini söylüyor.
İşletme ve İletişim Birimleri Enstitüsü tarafından 24-28 Ocak 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan “Human Week Webinar” etkinliğinde; bütüncül bir yaklaşım ile insan kaynakları, psikoloji, sosyoloji ve iletişim alanlarının da perspektifiyle “çalışan deneyimi” nin yakın gelecekte nasıl şekilleneceği ve insan kaynaklarının hangi rollerde görev alacağı tartışılacak.
Bu yıl ilki gerçekleştirilecek olan etkinliğin 24 Ocak 2022’ deki açılış oturumunda 26 yaşındaki ünlü TEDx konuşmacısı -Geleceğin Becerileri isimli kitabın yazarı- Pölönen ile blog yazılarıyla iş dünyasının gündemine önemli katkılar yapan Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker geleceğin insan becerileri üzerinde konuşacaklar. Webinar’a katkı verecek olan diğer konuşmacılar ise Change’den Tom Marsicano, Talent Strategy Group’tan Marc Effron, Human Library’den Ronni Abergel, Veneficus’tan Toby Bresford, HR Trend Institute’tan Tom Haak, Yıldız Holding’den Bahattin Aydın, UiPath’den Tansu Yeğen, The Alexander Partnership’ten Hande Yaşargil, HR Curator’dan Dave Millner, tüm dünyada en çok satanlar listesinde olan İletişim ve Karar kitaplarının yazarları Mikael Krogerus ve Roman Tschappeler, Prof. Dr. Murat Aksoy, Prof Dr. Deniz Taşçı, Prof. Dr. Mustafa Çetiner, Prof. Dr. Derya Unutmaz, Prof. Dr. Haluk Gürgen, İdil Türkmenoğlu, Dr. Mustafa Altındağ, Kibar Holding İK Başkan Yardımcısı Şennur Kuru, Doğuş Teknoloji İnsan Kaynakları Direktörü Aslı Barış, Borusan İnsan Kaynakları ve Kurumsal İletişim Başkanı Nursel Ölmez, Deloitte’den Cem Sezgin, Allianz Avustralya İç İletişim Yöneticisi Özlem Özer Kurt, Human Library Kurucusu Ronni Abergel, Hakan Bilgin ve Geveze lâkabıyla tanınan ünlü radyocu Jozi Zalma.
Zirve’ ye katkı verecek olan bu isimler beş gün boyunca yeni insan yönetimi döneminde insan kaynaklarında yapay zekâ uygulamaları, eleman seçimi, liderlik, motivasyon, iç iletişim ve performans yönetimi konularındaki konuşmalarıyla farklı bakış açılarını farklı örneklerle sunacaklar izleyicilere. Söz koşu “zirve”, hem Türkiye’den hem de dünyadan katılımcılara açık olarak yürütülecek.
Günümüzde Otizm Spektrum Bozukluğu sebebinin ne olduğu bilinmemekle birlikte genetik temelli olduğuna ilişkin bazı bulgular mevcut. Ancak hangi gen ya da genlerin sorunlu olduğu henüz bilinmiyor. Çevresel faktörlerin de Otizme yol açabileceğine dair görüşler de bulunuyor.
Otizmde erken teşhis büyük önem taşıyor. Eğer çocuk;
Otizm açısından değerlendirme yapılması gerekiyor. Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık %50’sinde Otizmin belirtileri kontrol altına alınabiliyor ve çocukta büyük ilerleme kaydedilebiliyor. Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control Prevention)’nin verilerine göre 2006 yılında her 150 çocuktan 1’inin otizm tanısı aldığı tahmin edilirken, son bilgiye göre her 54 çocuktan 1’inin otizm tanısı aldığı tahmin ediliyor. Ülkemizde Otizm tanısı, çocuk ruh hastalıkları uzmanları ve çocuk nörologları tarafından konuluyor.
Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı; “Otizm Spektrum Bozukluğu” olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitim ile topluma kazandırılmasına öncülük edilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması amacıyla kâr amacı gütmeyen ve kamu yararını gözeten bir sağlık ve eğitim vakfı olarak 15 Nisan 2003 tarihinde kurulmuş bulunuyor. Vakıf, Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) tanısı alan çocuklar, gençler ve aileleri; ayrıca, kaynaştırma ortamlarında hizmet alan diğer özel eğitim gerektiren çocuklar, gençler ve aileler için:
amacı ile yürütüyor çalışmalarını.
Tohum Otizm Vakfı otizmli bireylerin yararına her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve büyük ilgi gören alışveriş şenliği için bu yıl güçlerini Le Bedesten ile birleştiriyor. “Tohum Otizm Vakfı x Le Bedesten Yılbaşı Alışveriş Şenliği” 1-2-3 Aralık tarihlerinde Mandarin Oriental Bosphorus İstanbul’da ziyaretçileri ile buluşacak. 100’ün üzerinde seçkin marka Tohum Otizm Vakfı’nın çalışmalarını desteklemek için şenlikte yer alacak.
Dileyen herkesin giriş ücretini ödeyerek ziyaret edebileceği Tohum Otizm Vakfı x Le Bedesten Yılbaşı Şenliği’nde ziyaretçiler yılbaşı öncesi sevdikleri için hediyeler alırken aynı zamanda otizmli çocukların eğitimine katkıda bulunarak onları da sevindirecekler. Etkinlik giriş ücreti ve katılımcı firmalardan sağlanan gelirin tamamı Tohum Otizm Vakfı’nın projelerine ve eğitim bursuna ihtiyaç duyan otizmli çocuklara aktarılacak.
Ben, şahsen, bütçem elverdiği oranda bu seneki yılbaşı hediyelerimi Tohum Otizm Vakfı x Le Bedesten Yılbaşı Şenliği’nden seçmeye çalışacağım. Böylelikle hediyelerim bir anlam da kazanmış olacak…
İki hafta önce dünyanın en önemli uluslararası zirvelerinden birinde şaşırtıcı bir durum yaşandı. 31 Ekim-12 Kasım tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 26. İklim Değişikliği Konferansı’nın ilk gününe bir erişilebilirlik krizi damga vurdu.
İsrail Enerji Bakanı Karine Elharrar toplantının yapıldığı alana tekerlekli sandalyesi ile erişemediği için ilk günkü oturumlara katılamadı. Diplomatik bir kriz yaratmanın eşiğine gelen bu durum Çevre Bakanı George Eustice, Dışişleri Bakanı James Cleverly ve Başbakan Boris Johnson’ın özür dilemeleri ve gerekli düzenlemelerin yapılmasıyla giderildi neyse ki. Elharrar başına gelenin bir sonraki BM konferansının erişilebilir olmasının garanti altına alınması açısından iyi bir deneyim olduğunu vurguladı.
Yaşlı ve engelli hakları konusunda uzman olan Karine Elharrar kas hastası. Kendisi yıllarca Bar-Ilan Üniversitesi’nde engelli hakları kliniğini yönetmiş. Ülkesinin Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışmalar sürdüren Engelli Hakları Komisyonu’nda görev alıyor. 44 yaşında başarılı bir avukat ve siyasetçi olan Elharrar’ın kariyerine bakıldığında tekerlekli sandalye kullanıyor olmasının ne mesleğinde ilerlemesine ne de engelli haklarına yönelik çalışmalar yapmasına engel olmadığı kolaylıkla görülebiliyor.
Karine Elharrar, Enerji Bakanlığı görevini 13 Haziran’da üstlenmişti. Ertesi gün, yani 14 Haziran’da, 14. Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye Taraf Olan Devletler Konferansı’nın başladığından haberi var mıydı bilmiyorum. Bu sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2006 yılında kabul edilerek 2008’de yürürlüğe girdi. Sözleşmenin 40. Maddesi uyarınca taraf devletler her sene toplanarak sözleşmenin uygulamalarını değerlendiriyorlar.
Bu sene 14. kez toplanan konferansın odağında Covid-19 salgını kapsamında engelli bireylerin gereksinimleri, hakları ve salgının sosyo-ekonomik etkileri vardı. Silahlı çatışma ve insani acil durumlarda engellilerin haklarının korunması, bağımsız yaşam ve topluma dahil edilme, eğitim hakkı ve COVID-19 boyunca kapsayıcı eğitim ve erişilebilirlik karşısındaki zorluklar olmak üzere üç tane de alt tema üzerinde duruldu. 2020 yılında Birleşmiş Milletler 75. Dönem Genel Kurul Başkanlığı yapan Volkan Bozkır, yaptığı konuşmada sözleşmeye taraf olan devletlerin gelecekte karşılaşabilecek acil durumlara hazırlıklı olabilmek için bir yandan COVID-19 salgını ile mücadelede karşılaştıkları zorlukların ve eksikliklerin üzerine gitmeleri bir yandan da başarı öykülerinden ders almaları gerektiğini vurguladı. Bozkır, herkes için sürdürülebilir ve eşitlikçi bir gelecek yaratabilmek için uluslararası camianın yapısal dönüşüm fırsatını değerlendirmesi ve bu doğrultuda engelliler de dahil olmak üzere kapsayıcılık ve güçlendirme odaklı bir yön çizilmesi gereğinin altını çizdi.
14. Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye Taraf Olan Devletler Konferansı süresince, üç gün boyunca, dünyanın dört bir yanında engelli haklarının mevcut durumu masaya yatırıldı. Sorunlar dile getirildi, çözümler önerildi. Konferansın öncesinde ve sonrasında sayfalarca rapor sunuldu. Ancak aradan beş ay bile geçmeden engelli bir bakan, Birleşmiş Milletler önderliğinde düzenlenen, dünyanın geleceğini yakından ilgilendiren çok üst düzey bir zirvede katılması gereken toplantıya mekân erişilebilir olmadığı için katılamadı.
Kıssadan hisse: Sözleşmeler, yasalar, yönetmelikler... hepsi çok güzel. Ama uygulamaya geçmedikten, kağıt üzerinde kaldıktan sonra engelleri kaldırmak da mümkün olmuyor. İş dönüyor dolaşıyor, insanda bitiyor.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Geçtiğimiz Pazar günü, yani 7 Kasım’da, 40.000’den fazla kişi Asya’dan Avrupa’ya koştu. Dünyada kıtalar arası koşulan tek maraton olma özelliğini taşıyan N Kolay 43. İstanbul Maratonu’na katılanlar arasında, profesyonel ve amatör atletlerin yanı sıra, “iyilik peşinde koşan” binlerce yurttaşımız da vardı. 6.021 gönüllü koşucu, ben bu satırları yazarken 49.512 bağışçıya ulaşarak elliye yakın sivil toplum kuruluşu için 10.935.504 TL bağış toplanmasına vesile olmuş durumda.
“İstanbul Maratonu” adıyla koşulan bu maraton ilk kez 1979’da gerçekleştirilmiş. Mart 2008’de, ABD’de 1970’lerde başlayan ve kısa sürede dünyaya yayılan yardımseverlik koşusu kavramını Türkiye’de tanıtmak ve yaygınlaştırmak için, “Adım Adım” oluşumu kurulmuş. Oluşumun amacı başta koşu olmak üzere yüzme, bisiklet, dağcılık gibi dayanıklılık gerektiren sporlar aracılığıyla ülkemizin önemli sosyal sorumluluk projelerine maddi kaynak ve tanıtım desteği sağlamak. 2008’den bu yana 103.849 gönüllü koşucu 855.295 bağışçıya ulaşmış ve 103.634.184 TL bağış toplanmış. Daha da önemlisi pek çok önemli toplumsal konuyla ilgili farkındalık sağlanmasına katkıda bulunulmuş.
Bu yılki İstanbul Maratonu’na katılan sivil toplum kuruluşları arasında engelli hakları ile ilgili faaliyet gösteren derneklerden bazılarının projelerini ve koşucuların yarattığı sosyal etkiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Serebral Palsili Çocuklar Derneği – SERÇEV’in Engelsiz Hayat projesi için 46 gönüllü koştu. Amaç; serebral palsili (çoklu engel) bireylerin üretken, kendine yeten, bağımsız ve sağlıklı bireyler olarak topluma kazandırılabilmesi için gerekli olan tekerlekli sandalye, afo, walker, skolyoz sistemi gibi yardımcı cihazlara erişim olanağı sağlamak. Bir serebral palsili bireyin yardımcı cihaz bedeli 5.250 TL olarak belirlenmiş bulunuyor. Bu koşuda hedeflenen meblağ ile 30 bireyin ihtiyacını karşılamak mümkün, koşucular şu ana kadar hedefin üçte birine yaklaşmış durumdalar.
SMA Hastalığı İle Mücadele Derneği’nin SMA Hastalarına Gelecek Adım Adım Gelecek projesi için 80 kişi koştu. Amaç; akciğer içinde sekresyonu olup öksürerek çıkarmakta zorlanan SMA hastalarına, rahat nefes alabilmeleri için evlerinde kullanmaları gereken öksürtme cihazı temin etmek. Bir SMA hastası için öksürtme cihazı bedeli 30.000 TL. Şimdilik üç cihaz için fon birikmiş gibi görünüyor. Bir cihazın maliyeti daha karşılanabilirse, bu koşu için hedefe ulaşılmış olacak.
Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’nin
Çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitap sevgisini artırmak amacıyla, her yıl Kasım ayının ikinci pazartesi günü ile başlayan hafta UNESCO tarafından 1972 yılından bu yana, “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” olarak belirlenmiş bulunuyor.
Bu özel haftanın amaçları; “Çocuklara kitap okuma sevgisi kazandırmak, daha çok ve kaliteli çocuk kitabı yazılmasını ye yayınlanmasını sağlamak, anne-baba ve çocukları kitap almaya yönlendirmek, çocukların evlerinde kitaplık kurmalarını teşvik etmek, ders kitabı dışındaki kitapların da okunmasını sağlamak, kitabı temiz kullanma alışkanlığı kazandırmak, yeni çıkan çocuk kitaplarının takip edilmesini sağlamak, kitap okuma teknikleri, özet çıkarma ve not alma gibi konularda çocuklara rehberlik etmek, çocuklarla yazarların imza günü etkinlikleri ile yüz yüze gelmelerini sağlamak…” olarak özetleniyor.
Dünyada en çok kitap okunan ülkeler arasında ilk sırada yer alan Hindistan'da, her vatandaş haftada ortalama 10 saat 42 dakika kitap okuyor. İkinci sırada yer alan Tayland’da kişi başı haftada ortalama okuma süresi 9 saat 24 dakika; üçüncü sırada yer alan Çin’de ise halk haftada 8 saatini kitap okuyarak geçiriyor. Ancak Türkiye, haftada ortalama 5 saat 54 dakika kitap okuma süresi ile, 23 Nisan 2019 tarihinde yayımlanan bu listenin 18. sırasında yer alıyor.
Miguel de Cervantes’in “Don Kişot” kitabı ile JK Rowling’in yazdığı “Harry Potter” serisi dünyada en çok okunan edebiyat eserleri arasında yer alıyor. Dünyanın en çok okunan diğer kitapları ise, sırasıyla; Charles Dickens’ ın “İki Şehrin Hikayesi”, JRR Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi”, Antoine de Saint-Exupery’nin’ nin “Küçük Prens”, Lewis Carroll’ un “Alis Harikalar Diyarında” ve Agatha Christie’ nin “On Küçük Zenci” adlı eserleri.
Bugün 10 Kasım, Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 83. yıl dönümü. Bu özel günde Büyük Atamız’ ı ve tüm şehitlerimizi büyük bir sevgi, saygı ve minnetle anıyor ve Büyük Önderimiz’ i çocuklara tanıtan kitaplardan da birkaç örnek vermek istiyorum: Yılmaz Özdil tarafından hazırlanan ve 2018’de basılan “On Kitaplık Atatürk Serisi” nde; “Mustafa Kemal Atatürk ve Annesi”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Çocuk”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Doğa”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Hayvan Sevgisi”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Kitap”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Okul”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Sanat”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Sofra”, “Mustafa Kemal Atatürk ve Spor” ile “Mustafa Kemal Atatürk ve Temizlik” adlı kitaplar yer alıyor. Kolektif yazarlar tarafından hazırlanan “Çocuklar İçin Atatürk Seti”, Atamız’ ı çocuklara tanıtmak amacıyla hazırlanmış bir diğer kitap. Kitaptaki çizimler ise Serdar Gökmen’e ait. Süleyman Bulut tarafından derlenerek kaleme alınan “Büyük Atatürk’ ten Küçük Öyküler”, çoğunu ilk kez okuyacağınız onlarca Atatürk öyküsü içeriyor. Kolektif yazarlar tarafından hazırlanan ve ilk basımı 2007 tarihinde gerçekleştirilen “Çocuk ve Atatürk” ise Atatürk'ün hayatını bir masal biçiminde anlatan ve çocuklar için yazılan ilk dizi. Bu dizide Atatürk'ün doğumu, öğrenim hayatı, katıldığı savaşlar, yurt dışı gezileri, devrim ve ilkeleri anlatılıyor.
Benim en sevdiğim çocuk kitaplarından biri de ünlü ozanımız Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın çocuklar için yazdığı bir dostluk öyküsü olan “Balina ile Mandalina”. Yapayalnız bir balina ile yapayalnız bir mandalina korkunç kuzey denizinin ak gecelerinden birinde tanışıyorlar ve buzullar arasında dolaşan koskoca bir hayvan olan balina ile sıcak ülkelerin küçücük bitkisi mandalina arasında benzersiz bir dostluk oluşuyor.
“Kim yalnızsa
o daha çok duyar
Bir önceki yazımda da ifade etmiş olduğum gibi, Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyarete açılan “Dün Bugün İstanbul” sergisi; Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Sanatçı Murat Germen’ in çağrısı ile buluşan ve yolu Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı’ ndan geçmiş 22 sanatçının İstanbul’a dair durum tespitleri içeren çalışmalarını bir araya getiriyor.
Dün Bugün İstanbul sergisinde yer alan isimler; Ahu Akgün, Aslı Narin, Begüm Yamanlar, Beril Ece Güler, Burak Dikilitaş, Canan Erbil, Cemre Yeşil Gönenli, Deniz Ezgi Sürek, Didem Erbaş, Ege Kanar, Eren Sulamacı, Eser Epözdemir, Korhan Karaoysal, Mekânda Adalet Derneği, Neslihan Koyuncu Bali, Nora Bryne, Onur Özen, Örsan Karakuş, Serkan Taycan, Sıla Ünlü İntepe, Sinan Tuncay ve Zeynep Kaynar. Mekâna özel hazırlanan çalışmalar çevre, hayvan popülasyonu, kentsel dönüşüm, toplumsal yaşam, tarihi mekanlar, su kaynakları, ulaşım ve ütopya/distopya kavramlarının da aralarında bulunduğu temalar ışığında kent dinamiklerine dair yorumlar içeriyor. Sergi seçkisi; yağlıboya resim, çizim, enstalasyon, fotoğraf, video ve serigrafi baskıyı içeren geniş bir mecra yelpazesinden oluşuyor.
Serginin fikir babası olan sanatçı Murat Germen, İstanbul denilince akla “istiap haddi” kavramının geldiğini söylüyor. Sanatçı; kapasitesini çoktan doldurmuş, eskiden “taşı toprağı altın” olan bu megapolün, taşı toprağı inşaat molozuna, yağmur ve sel sonrası gelen çamura dönüşmüş olmasına karşın hâlâ bardağı taşıracak damlayı içine alacak kadar esnek olduğunu düşünüyor. Germen bir kültür başkenti olarak algılanmayan, hak ettiği saygıyı görmeyen ve itilip kakılarak hoyratça kullanılan İstanbul’un artık kendisine iyi davranan, esnekliğini istismar etmeyecek, durup düşünecek hemşerisini aradığının altını çiziyor. Ve şöyle sürdürüyor sözlerini: “Suyunu, denizini, florasını, faunasını, kültürel ve mimari mirasını, müziğini, seslerini, mutfağını, azınlığını, marjinalini, kendine haslığına zemin sağlayanı; sahiplenecek, koruyacak, sürdürebilecek, tüketmekten çok üretecek, vasiyetini yerine getirebilecek ve emanete hıyanet etmeyecek nesiller yetiştirmeyi amaç edinmiş bireylerini bekliyor bu kadim şehir!”
Özetle bu sergi; İstanbul’un acil çağrısını ve çığlığını, çeperinden merkezine, altından üstüne, suyundan karasına geniş kapsamlı görsel bir içeriğe çevirerek ileten, yolu Sabancı Üniversitesi’nden geçmiş sanatçıların geniş bir farkındalık yelpazesine yayılan güçlü ve öğretici birlikteliğinden oluşuyor.
Sergide Murat Germen’ in de bir eseri yer alıyor. “Metrûkiyetin Sathî Meşrûiyeti” adını taşıyan bu çalışma İstanbul’un farklı noktalarındaki metruk binaların görüntülerini içeriyor. Eser; ‘metruk’ sıfatının türediği ‘terk etme’ kelimesinden hareketle, söz konusu eylemin Türkiye’nin kültürel, mimari ve siyasi tarihinde sebep olduğu yol ayrımlarına bir bakış sunuyor. Çalışma ağırlıkla zorunluluktan terk edilmiş yapıların fotoğraflarından oluşuyor. Sanatçıya göre siyasi dayatma, ekonomik çıkmaz ya da doğal afet gibi sebeplerden geride bırakılan, geçen sürede metruk hale gelmiş bu mekanlar ile bellek kaybı arasında bir bağ bulunuyor. Sanatçı; kimlik konusunda anlaşmazlık, zıtlaşma ve fikir ayrılıklarının ipuçlarını aramaya yönelik bu yaklaşımı ile aynı zamanda tek yönlü bir gelişim/dönüşüm zorlamasının ve rant uğruna kültürel çoğulculuktan vazgeçmenin tehlikelerine işaret ediyor.
Sergide beni en fazla etkileyen eserlerden biri Örsan Karakuş’un “Haydarpaşa Garı” adını verdiği çalışması oldu. Sanatçı, eserinde, İstanbul’un sürekli odağında olduğu dönüşüme duyarsızlaşmayı şehrin ikonik yapılarından Haydarpaşa Garı üzerinden irdeliyor. Garın farklı dönemlerine ait fotoğrafları bir araya getiren kolaj, aynı zamanda, uzun yıllar yapının merkezinde olduğu bir yaşama ev sahipliği yapan çevre bölgedeki değişimin de tanıklığını sunuyor. Hicaz ve Bağdat’a uzanan demiryolu kapsamında Alman Mimarlar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından Alman Neo-Rönesans üslubunda tasarlanan ve 1909’da hizmete açılan anıtsal yapı, yakın döneme kadar hem şehirler arası hem şehir içi ulaşım ağının en önemli noktalarından biriydi. Aslında Haydarpaşa Garı çok uzun yıllar Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısıydı. Köyden büyük şehre göçen birey, Haydarpaşa’da inip ilk defa denizle ve İstanbul’la karşı karşıya geliyordu.
Haydarpaşa Garı yıllarca İstanbul’un Asya yakasında Gebze’ye uzanan banliyö hattının son durağı işlevini gördü ve şehir hatları iskelesi ile de ulaşımı Avrupa yakasına taşıdı. Günümüzde ise yapının insanlarla teması tamamen sona ermiş durumda. Sanatçı Örsan Karakuş, Gazete Kadıköy’e verdiği bir röportajda; Haydarpaşa’nın İstanbul için ve hatta belki bir adım daha ileri giderek ülke için bir hafıza mekânı olarak düşünülmesi gerektiğini söylüyor. Haydarpaşa için ne hissedeceğimi bilemediğini ifade eden Sanatçı, “Haydarpaşa Garı şu an bir hayalet olarak duruyor ve sanırım önce tekrar temas edilebilir hale gelmesi gerekiyor. Kent hafızasına katkı sağlayacak ve kamuyla tekrar buluşabilecek bir alana dönüşmesi, tekrar dokunulabilir, tecrübe edilebilir olması asıl dileğim.” diyor.
Topluluk olarak sürdürülebilirliği odağına alarak faaliyet gösteren Sabancı Holding, daima, kültür ve sanata destek veren öncü ve örnek projelerin yanında yer alıyor. Holding’ in katkıları ile gerçekleştirilen ve 3 Eylül 2021 tarihinde Sabancı Müzesi’ nde ziyarete açılan “Dün Bugün İstanbul” sergisini 28 Kasım tarihine kadar görebilmek mümkün.
Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Sanatçı Murat Germen’ in çağrısı ile buluşan, yolu Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programından geçmiş 22 sanatçıyı bir araya getiren Sergi, İstanbul’un dünü ve bugününü ortaya koyarken geleceğini de düşünmemizi sağlıyor.
Bu sergiden olabildiğince detaylı olarak söz etmek istiyorum sizlere. Ancak bugün konu ile ilgili olarak kendi açımdan çok önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya ağırlık vereceğim:
Erişilebilir bir sergi, erişilebilir bir İstanbul!
“Dün Bugün İstanbul” sergisi; bu yıl Sabancı Vakfı’nın Fark Yaratanlar Programı’ na seçilen girişimlerden biri olan “Erişilebilir Her Şey” ile “Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi” nin ortak çalışması ve Sabancı Vakfı desteğiyle, görme ve işitme engelli bireyler için erişilebilir bir içerikle hazırlanmış. Tüm bilgi panoları Erişilebilir Her Şey uzmanları tarafından işaret diline çevrilmiş; ayrıca video, yerleştirme ve görsellerin sesli betimlendikleri kayıtlar gerçekleştirilmiş. Bu kapsamda aynı zamanda sergi alanı ve rotasının sesli betimlemeleri de hazırlanmış. Sonuçta, ziyaretçilerin QR kodu kullanarak ulaşabilecekleri tüm bu içeriklerle, sergi erişilebilir bir niteliğe kavuşmuş.
Sergiye eser veren, Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Yüksek Lisans Programı 2017 mezunu Didem Erbaş “İnsana Yuvasından Uzak” adını verdiği yapıtı ile İstanbul’daki evsizlerin ve göçmenlerin sığındığı alanlara atıfta bulunuyor. Sanatçı “Yuvasından Uzak” adını Sigmund Freud'un ‘tekinsiz’ (unheimlich/uncanny) kavramından almış. Bu kavramdan yola çıkarak bir tünel-sığınak modeli olarak tasarlanmış bulunan enstalasyon, borulardan alınmış silikon kalıplarla insan bedeni parçaları metaforu oluşturmayı amaçlıyor. Tünel-sığınak güvensiz barınaklar ve temel ihtiyaçların karşılanması gibi sorunların yanı sıra her şeyini kaybetmiş bir insanın varlığını nasıl sürdürebileceği sorusundan hareketle bir tür geçici alan yaratma çabasını hayata geçiriyor. Ve akla şu soruları getiriyor: Geçici barakalar gibi mekanlarda kişi kendi alanını yaratabilir mi? Birkaç metre karelik bir alanda korunaklı sınırlarını oluşturabilir mi? Anlık, rastlantısal buluntu nesnelerle oluşturulmuş geçici yapıların bıraktığı izlerin coğrafya ile kurduğu geçici bağlantı böylece sorgulanabilir mi?