“Engelli Çocuk Hakları Ağı (EÇHA)”, sivil toplum kuruluşları tarafından engelli çocukların haklarını görünür kılmak amacıyla oluşturulmuş bulunuyor. EÇHA, engelli çocuğa her türlü şiddeti, ihmali, ayrımcılığı ve engelli çocuğun istismarını, mevzuattan kaynaklı yoksunlukları ve hak ihlallerini tespit etmede ve önlemede gösterge temelli ve kanıta dayalı izleme ve savunu rolünü güçlendirmek, iyi uygulama örneklerini paylaşmak ve çözüm önerileri geliştirmek hedefi doğrultusunda yürütüyor çalışmalarını.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiği tarih olan 20 Kasım (1989) Dünya Çocuk Hakları Günü olarak benimseniyor. Bu özel günde çocukların insan haklarına dikkat çekiliyor, çocuk politikaları gündeme getiriliyor ve çocuklara karşı her türlü şiddet ve ayrımcılıkla mücadele çağrısı yapılıyor. 19 Kasım ise, 2000 yılından beri Dünya Çocuğa Yönelik Cinsel İstismarı Önleme Günü olarak adlandırılıyor ve tüm çocuklar için istismardan korunma hakkını vurgulayan uluslararası zemini oluşturuyor.
EÇHA bu özel günlerde çocukların insan haklarına dikkat çekmek, her türlü ihmal ve istismardan korunmaları için alınması gereken koruyucu ve destekleyici önlemleri hatırlatmak, politikaların iyileştirilmesi için stratejiler önermek amacıyla; 18 Kasım’ da çevrimiçi bir panel düzenledi. Avrupa Birliği tarafından finanse edilen "Engelli Çocuk Hakları Ağı'nın Güçlendirilmesi" Projesi kapsamında gerçekleştirilen panele, çocuk hakları alanında çalışan sivil toplum örgütleri ve kurumlardan uzmanlar konuşmacı ve kolaylaştırıcı olarak katıldı. Paneli 120’den fazla kişi izledi.
Çocuk istismarının önlenmesinde kamu-sivil toplum diyaloğunun vaka ve dava örnekleriyle ele alındığı ilk oturumda Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Örgütü (ÇAÇAv.) ve Çocuklara Karşı Cinsel Sömürüye Son Derneği’ni (ECPAT Türkiye) temsilen Avukat Şahin Antakyalıoğlu, Diyarbakır Barosu’ndan Avukat Ege Avcı’nın kolaylaştırıcılığında bilgi ve deneyimlerini aktardı.
“Engelli Çocuklara Karşı Cinsel İstismara Hukuki Bir Bakış” oturumunda İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi’nden Deniz Yazgan Şenay, Eksi 25 Derneği’nden Yasemin Tümkaya Karakaya’nın sorularını yanıtladı. Yazgan cinsel istismara maruz bırakılan engelli çocukların, özellikle de zihinsel engelli çocukların, muayene ve sosyal inceleme süreçlerinde daha çok hak ihlaline uğradığına değindi.
“Uluslararası Sözleşmeler Bağlamında Türkiye’de Çocuk Koruma Yaklaşımı” oturumunda UNICEF Türkiye’den Çocuk Koruma Uzmanı Ekin Bozkurt, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Romani Godi’den Gökdal Yıldırım’ın konuğu olduğu ve küresel bir savunuculuk imkânı olarak uluslararası insan hakları mekanizmalarından yararlanma yollarını anlattı.
Panele Çocuğa Karşı Şiddetin Önlenmesi Ortaklık Ağı adına katılan Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden Ceren Suntekin EÇHA’ dan Selen Doğan’ın sorularını yanıtladığı “Çocuğa Karşı Cinsel İstismarı Nasıl Ele Almalıyız?” oturumunda istismarı besleyen mitlere işaret ederek; medya, eğitim sistemi ve toplumda yerleşik çocuk algısının bu mitleri beslediğini söyledi. Suntekin, “Cinselliğin tabu olduğu bir kültürde yaşıyoruz; çocuğun haklarını unutuyoruz.” dedi.
“Yetişkinler Engelli Çocuğa Karşı İstismarı Nasıl Anlar ve Bunu Çocuğa Nasıl Anlatır?”
Kanser, beraberinde getirdiği sağlık sorunlarının yanı sıra, maddi ve manevi yönden uzun süreli mücadele gerektiren bir hastalık. Dünyada her yıl yaklaşık 18-20 milyon kişinin yakalandığı ve 10 milyona yakın kişinin ölümüne neden olan bu hastalık; yaş, cinsiyet, dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın tüm insanları etkiliyor. Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde, 2040 yılında yaklaşık 30 milyon yeni vakanın ortaya çıkması bekleniyor.
Günümüz dünyasında en sık görülen kanser türlerinin başında akciğer kanseri geliyor. Bu nedenle, Kasım ayı tüm dünyada “Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı” olarak kabul ediliyor.
Kansere bağlı ölümler içerisinde akciğer kanseri yılda 1,69 milyon kayıp ile tüm dünyada ilk sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, tüm kanser ölümlerinin % 25’ini oluşturuyor. En önemli risk faktörü olan tütün kullanımı dünya çapındaki kanser ölümlerinin % 22’sinden, akciğer kanserinden kaynaklı ölümlerin ise % 71’inden sorumlu.
Sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı akciğer kanserine yol açan en önemli neden. Verilere göre akciğer kanseri hastalarının sadece % 10’undan azı hayatında hiç sigara içmemiş kişilerden oluşuyor. Yapılan çalışmalar ülkemizde görülen akciğer kanserinin
% 90’ının sigara kullanımına bağlı olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Bir kez akciğer kanseri olan kişinin tekrar ikinci akciğer kanseri olma riski, hiç kanser olmamış kişiye oranla daha fazla. Akciğer kanseri tanısı konduktan sonra sigara içmeyi bırakmak, ikinci bir akciğer kanserinin gelişmesini önleyebiliyor. Ağır sigara içen bir kişide risk % 30’lara çıkarken, hiç sigara içmeyen bir kişinin akciğer kanserine yakalanma riski % 1’den daha düşük kalıyor.
Mevcut çalışmalar dünya genelinde erkekler arasında en sık görülen kanser türünün akciğer kanseri olduğunu gösteriyor. Kadınlar arasında ise akciğer kanseri üçüncü sırada yer alıyor ve önemini koruyor.
Akciğer kanseri, yapısal olarak normal akciğer dokusundan olan hücrelerin ihtiyaç ve kontrol dışı çoğalarak akciğer içinde bir kitle (tümör) oluşturmasından kaynaklanıyor. Oluşan kitle öncelikle bulunduğu ortamda büyüyor, daha ileriki aşamalarda ise çevre dokulara veya dolaşım yoluyla daha uzak bölgelere yayılarak (karaciğer, kemik, beyin vb. gibi) tahribata yol açıyor. Bu yayılmaya metastaz adı veriliyor.
Akciğer kanserinin neden olduğu doku ve şikayetlerin oluşumu birkaç yıl alıyor ve hastalık ileri evreye gelinceye kadar fark edilmeyebiliyor.
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) İcra Direktörü Fatih Birol’ a göre, dünyada bu kez “küresel bir enerji krizi” yaşanıyor. Bu defaki kriz 1970’lerdeki iki enerji krizinden farklı. Columbia Üniversitesi’nden Enerji Ekonomisti Jason Bordof küresel enerji mimarisi için “Tamamen bütünleşmiş sistem içinde, bir yerde ortaya çıkan sorun hemen başka bir yerde hissedilebiliyor. Kriz dünyanın hemen tüm bölgelerini etkiledi.” diyor.
Özellikle de gelişmekte olan ülkeler ve Afrika’da durum çok kritik. Afrika’da, pandemi öncesine kıyasla, şimdi ek olarak 25 milyondan daha fazla insan elektrikten yoksun kalmış durumda.
Bu seferki enerji krizi yalnızca gaz ve petrole ilişkin bir kriz değil. Bu kriz, küresel olmanın yanı sıra, gıda taşıma ve üretim maliyetlerini artırarak zincirin son noktasındaki tüketicinin (hane halkının) yüzleşmek zorunda kaldığı fiyatları yükseltiyor.
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Verimliliği ve Çevre Dairesi Başkanlığı “İşte, Evde, Yolda Enerji Verimliliği” başlıklı bir kitapçık yayımladı. Kitapçık; aydınlatmada, ısıtma ve soğutmada, ulaşımda, evde ve işte enerji verimliliği konusunda bilgiler içeriyor.
* Duvarları açık renk boyamak,
* Doğal aydınlatma için pasif güneş olanaklarından faydalanmak,
* Yüksek enerji sınıfı etiketli verimli ampulleri (led) tercih etmek,
* Koridor, toplantı odası ve tuvaletlerde harekete duyarlı ışıklandırma kullanmak,
Diyabet, vücudumuzdaki pankreas adlı salgı bezinin yeterli miktarda insülin hormonu üretmemesi ya da ürettiği insülin hormonunun etkili bir şekilde kullanılamaması durumunda gelişen ve ömür boyu süren bir hastalık. Diyabet hastalarının yarısına yakını (yüzde 45’i), en azından ilk 5-7 yıl içinde hastalığının farkında olmuyor. Diyabet geç fark edildiğinde ve iyi tedavi edilmediğinde ise erken yaşta ölümlere yol açıyor.
Diyabeti olmayan bir bireyin kan şekeri düzeyinin açlık halinde 120 mg/dl’ nin, tokluk halinde (yemeğe başladıktan iki saat sonra) ise 140 mg/dl’ nin üstüne çıkmaması gerekiyor. Açlıkta veya toklukta ölçülen kan şekeri düzeyinin bu değerlerin üzerinde olması diyabetin varlığını gösteriyor. *
Diyabet; tüm dünyada hızla artış gösteren ve bulaşıcı olmayan, kronik bir hastalık. Dünya genelinde körlüğün, böbrek yetmezliğinin, travmaya bağlı olmayan bacak kayıplarının, kalp krizi ve inmelerin en çok rastlanan nedeni diyabet. Türkiye Avrupa’da diyabetin en sık görüldüğü ülke konumunda. Artış bu şekilde devam ederse Türkiye’nin 2045 yılında dünyada erişkin toplumda en fazla diyabetlinin yaşadığı ilk on ülke arasına gireceği öngörülüyor. 2045’te Dünya yüzündeki diyabet hastası sayısının ise 629 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor.
Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) tarafından Diyabet Prevalansı hakkında yayımlanan güncel veriler, Türkiye’de 20-79 yaş aralığında yaklaşık 7 milyon diyabet hastası olduğunu ve bu rakamın toplam yetişkin nüfusun yaklaşık % 15’ine denk geldiğini gösteriyor. Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Uzmanı Prof. Dr. Şükrü Hatun da Türkiye’de 28-30 bin diyabetli çocuk olduğunu söylüyor.
Tip 1 Diyabet insülin hormonlarının eksikliği sonucu ortaya çıkıyor. Sıklıkla çocukluk ve gençlik yaşlarında başladığı için “Juvenile Diyabet” olarak da adlandırılıyor. Tip-1 Diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç ardından zedelenmesi sonucunda meydana geliyor. Hastalar mutlak veya göreceli bir insülin yetersizliği yaşadıklarından, insülin hormonunu ömür boyu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle, Tip 1 Diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendiriliyor. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının % 10’unu Tip-1 diyabetliler oluşturuyor.
Tip 2 Diyabet ise her yerde, herkeste ve her yaşta teşhis edilebilir bir rahatsızlık. Ailesinde diyabetli olanlarda, aşırı kilolu insanlarda, dört kilodan daha ağır bebek doğuran kadınlarda ve stres altında yaşayan kişilerde görülme riski daha yüksek. Ayrıca; pankreasın kronik iltihabı, pankreas tümörleri ve ameliyatları ile hipertiroidi, akromegali gibi bazı hormon hastalıkları Tip-2 Diyabete yol açabiliyor. Ayrıca, Tip 2 Diyabet ile obezite arasında doğrudan ilişki bulunuyor. Tip 2 diyabete sahip hastaların %80’ini aşırı kilolular oluşturuyor. Bel yağlanmasına sebep olan insülin direnci aynı zamanda Tip 2 Diyabete de sebep olabiliyor.
Eğer bir kişinin kan şekeri düzeyi normalden yüksek ancak diyabet tanısı koymaya yeterli yükseklikte değilse, o kişi;
Latince bir kelime olan Vertigo “baş dönmesi” anlamına geliyor. Kökeni ‘vertere’ yani ‘dönmek’ olup, hastanın kendisinin veya çevresinin döndüğünü hissettiği durumları tanımlamak amacıyla kullanılan tıbbi bir terim. Vertigo, yaygın kullanımın aksine başlı başına bir hastalık değil; baş ağrısı ya da kulak çınlaması gibi bir semptom, yani hastalık belirtisi.
Baş dönmesini yaşamayan tam anlayamaz. Ben hayatım boyunca birçok kez yaşadım bu semptomu. Son on günden beri de mücadele etmeye çalışıyorum yine aynı semptomla. Zira vertigo, kişinin yaşam kalitesini alt üst edebiliyor.
Vertigo semptomunun altında yatan birçok hastalık olabiliyor. Dış, orta ve iç kulak hastalıklarının yanı sıra merkezi sinir sistemi, kalp ve damar sistemi ya da metabolizma ile ilgili hastalıklar da vertigo tablosu ortaya çıkarabiliyor.
Toplumdan her 100 kişiden 5 ila 10’ unda görülen vertigo günlük hayat aktivitelerinin yapılmasına olanak tanımıyor ve bu nedenle gerek polikliniklere gerekse acil servislere vertigo şikâyeti ile başvuran hasta sayısı önemli rakamlara ulaşıyor. Vertigonun altında yatan patolojinin ortaya çıkarılması ise multidisipliner bir yaklaşım ve kapsamlı tetkikler gerektiriyor.
Vertigo “Periferik” ve “Santral” olarak ikiye ayrılıyor. Periferik vertigo iç kulak kaynaklı bir rahatsızlık. Genellikle denge kristallerinin yerinden çıkmasına bağlı olarak oluşuyor. Hastalarda denge kaybı, baş dönmesi gibi şikayetler ön planda geliyor ancak bazı vakalarda bulantı, kusma ve bayılma da görülebiliyor. Santral vertigo ise beyin ve beyincik hastalıklarından kaynaklanan bir rahatsızlık. Bu durumda baş dönmesi ve denge kaybı şikayetlerine çift görme, baş ağrısı, düşme, bayılma, uyuşma ve inme gibi sorunlar eşlik edebiliyor.
Vertigoya neden olan hastalıklar arasında ilk sırada kulak ile ilgili rahatsızlıklar yer alıyor. İç kulak kristallerinin yerinden oynaması olarak tanımlanabilen pozisyonel vertigo (BPPV: Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo), iç kulaktaki denge organından beyine sinyal taşıyan denge sinirinin iltihaplanması sonucunda sonucu ortaya çıkan vestibüler nörit, iç kulak su basıncının artması şeklinde tanımlanan Meniere hastalığı ve benzerlerinde ilk bulgu “vertigo” -yani baş dönmesi- oluyor.
Vertigonun baş hareketleri ile ortaya çıkması durumunda pozisyonel vertigodan, bir üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası ortaya çıkan ve uzun süren şiddetli vertigo atakları varlığında vestibüler nöritten, kulakta çınlama ve basınç hissi ile birlikte baş dönmesi olduğunda ise Meniere hastalığından şüpheleniliyor. Detaylı inceleme ise kulak burun boğaz hekimi tarafından yapılıyor. İlgili testler de “odyoloji* uzmanı” tarafından gerçekleştiriliyor.
Baş dönmem o kadar şiddetliydi ki ilk etapta hastaneye gidebilmek için yataktan kalkabilmem mümkün olmadı. Ama
Ülkemizde ve dünyada kadınlarda en sık görülen ve aynı zamanda en sık ölüme neden olan meme kanseri, meme dokusunda yer alan hücrelerin kontrolsüz çoğalması ile ortaya çıkıyor. Meme kanseri gerek dünyada gerekse ülkemizde en sık görülen ilk on kanser arasında birinci sırada yer alıyor.
Meme kanseri insidansı dünya geneli için yüz binde 46.3 iken, Kuzey Avrupa ülkeleri için 92.6, Doğu Asya için 39.2, Amerika Birleşik Devletleri için 38.3, ülkemiz için 45.6. 40 yaş altı meme kanseri görülme sıklığı sıralamasında ise Avrupa ülkeleri arasında Türkiye birinci sırada yer alıyor. Ülkemizde bir yıl içinde yaklaşık 18.000 kadına meme kanseri teşhisi konuluyor ve meme kanseri her dört kadın kanserinden birisi olmayı sürdürüyor.
Ancak, geçmişte ileri evrede teşhis edilen meme kanseri; günümüzde, Sağlık Bakanlığımızca yürütülen tarama programları sayesinde erken teşhis edilebiliyor.
Erken evrelerde tespit edilen meme kanserlerinin hem tedavileri daha başarılı oluyor hem de yaşam kalitesi önemli ölçüde artıyor. Bu nedenle yürütülen toplum tabanlı taramalar yolu ile kadınlarımızın hastalığı erken evrede, henüz klinik bulgular ortaya çıkmadan tespit edilebiliyor. Bu sayede, kadınlarda meme kanserine bağlı ölüm hızını düşürmek de mümkün olabiliyor.
Her yılın Ekim Ayı bu önemli hastalığa dikkat çekmek amacıyla “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” olarak anılıyor ve konu ile ilgili farkındalık çalışmaları yürütülüyor. Ülkemizde toplum tabanlı kanser taramalarına tüm illerimizde “Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri” (KETEM) kurularak başlanmış, ardından bu tarama programlarına Aile Sağlığı Merkezleri (ASM) ve Sağlıklı Hayat Merkezleri (SHM) dahil edilmiş bulunuyor. Sözü edilen merkezlerimizde Avrupa Birliği kalite standartlarına uygun tarama programları ile son teknoloji dijital mamografi cihazları kullanılarak halka ücretsiz hizmet sunuluyor.
Kendi Kendine Meme Muayenesi (KKMM) meme kanseri erken tanısında önemli bir tarama ve tanı yöntemi. Her kadının evinde tek başına rahatlıkla her an uygulayabileceği bir muayene yöntemi. KETEM, ASM ve SHM’ lerde Kendi Kendine Meme Muayenesi Eğitimi veriliyor. Erken dönemde teşhis edilen meme kanserinde iyileşme oranları %98’ lere varıyor. Bu nedenle her kadın 20 yaşından itibaren elle ve ayna karşısında kendi kendine meme muayenesine ve sağlık kuruluşlarında yapılan klinik meme muayenelerine başlamalı, 40 yaşından itibaren ise yılda en az bir kez mamografi çektirmeli. Söz konusu tetkikler dikkatle uygulanırsa, hasta meme kanserine yakalansa bile erken teşhis ihtimali çok yüksek olduğundan büyük olasılıkla hastalığı atlatmış oluyor.
Meme kanseri oldukça zor ancak önlenebilir ve iyileştirilebilir bir hastalık. Ben bu hastalıkla ilk kez 1975 yılında, annem meme kanseri olduğunda tanıştım. O dönemde kız kardeşim Amerika’da eğitim görüyordu. Dört yaşındaki kızıma da annem bakıyordu. Annem, kardeşimin dönmesini ve kızımın biraz daha büyümesini bekleyerek konuyu bizlere açmayı ve doktora gitmeyi ertelemiş. Sonunda doktora göründüğünde ise, ne yazık ki, iş işten geçmişti. Annemin göğsü ve koltuk altındaki lenf bezleri zorlu bir ameliyatla alındı. Ardından kırk gün süren radyoloji tedavisi yapıldı. Tedavi sırasında annemin göğsü yandı. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra da annemin karaciğerinde metastaz tespit edildi ve biz annemi ameliyatından bir buçuk yıl sonra kaybettik.
1997 yılında kendi kendimi muayene ederken sol göğsümle koltuk altım arasında nohut büyüklüğünde bir kitle fark ettim. Önce hemen jinekoloğuma müracaat ettim. Kendisi bunun zararsız bir nodül olduğunu düşündüğünü ancak yine de bir ultrason yapmanın doğru olacağını söyledi. Ultrason sonucuna göre tedbir olarak biyopsi yapılması ve kitlenin tahlil edilmesi kararlaştırıldı.
Hiç istemediğim halde yine bir süre ara vermek zorunda kaldım yazılarıma. Nedenine gelince; 4 Ekim akşamı tekerlekli sandalyeme otururken düştüm. Yardımcım beni kaldırmaya uğraşırken ise bir kez daha düştüm. Ardından yardım çağırdık ve ben yatağımın üzerine uzandım. O geceyi, üzerimdeki giysilerle, hiç kıpırdamadan geçirdim.
Ertesi sabah erkenden bir ambulans çağırarak Koç Üniversitesi Hastanesi’ ne gittik. Hemen gerekli filmler çekildi, tahliller yapıldı. Sonuçta, sol kalçamın kırılmış olduğu tespit edildi. Kalça kemiği kırığı, günümüzde de oldukça yaygın olarak meydana gelen ve çok ciddi sorunlara neden olan bir durum. İnsanlar, yapıları nedeniyle, genellikle düşme durumlarında ya da daha da farklı kazalarda ilk olarak kalçadan darbe alıyorlar. Hatta bazı durumlarda herhangi bir düşme olmadan da kalçada kırık oluşabiliyor.
Ben ilk kalça kırığı ile 2000’li yılların başlarında tanıştım. Bir gün aniden sağ bacağımda korkunç bir ağrı hissettim. Bu ağrı bacaklarımı hareket ettirmeme olanak vermiyordu. O zaman da ambulansla hastaneye gittik ve sağ kalçamın kırılmış olduğunu öğrendik. Bunun üzerine kemiklerimin yoğunluğuna bakıldı ve çok yüksek oranda kemik erimesi tespit edildi. Bu durumda, müracaat ettiğimiz doktorların hiçbiri beni ameliyata almaya cesaret edemedi. Ben de uzun bir süre yatarak, yavaş yavaş yeniden oturmayı öğrettim kendime. Ama yeniden sorunsuzca oturabilmek tam altı ayımı aldı.
Ancak bu kez, aradan geçen zamanda tıp ilminde meydana gelmiş olan gelişmeler ve Koç Üniversitesi Hastanesi'nin mucizeler yaratan doktorları sayesinde aynı durumla karşılaşmadım. Hastaneye gittiğimiz gün yapılan tetkiklerin ardından 6 Ekim tarihinde ameliyata alındım. Nefes sorunum nedeni ile genel anestezi uygulanmadı. Bölgesel anestezi verilerek yapılan ameliyat ile kalçama kapalı yöntemle, yani sadece iki yerden girilerek, 24 cm. uzunluğunda bir çivi konuldu. Ameliyatın ardından Yoğun Bakım’ a alındım ve geceyi orada geçirdim.
Ertesi gün odama çıktıktan sonra, ameliyatımı yapan Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci’ den kemiklerimin cam gibi olduğunu ancak ameliyatın başarılı geçtiğini öğrendim. 11 Ekim Salı gününe kadar Koç Üniversitesi Hastanesi’nin misafiri olduktan sonra evime döndüm ve sevgili pisi pisim Oğluş’ a kavuştum. 24 Ekim’de kontrole gideceğim ve dikişlerim alınacak. O vakte kadar ise evde dinleniyor olacağım. Başta başarılı bir ameliyatla beni sağlığıma kavuşturan Doç. Dr. Mehmet Ali Deveci ve ekibi ile Başhekim Yardımcısı Dr. Özgür Deniz Tezcan olmak üzere bu zorlu süreçte emeği geçen tüm Koç Üniversitesi Hastanesi sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür ediyorum. Bir teşekkürüm de şehrimize bu denli donanımlı ve bir o kadar da güvenilir bir sağlık kuruluşu kazandıran Vehbi Koç Vakfı’ na. Türkiye’ nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan bu Vakfın ülkemize kazandırdıkları yadsınamaz…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz günler dileğiyle…
1996 yılında kadınların ve kadın örgütlerinin birikimlerine olan inançla, kâr amacı gütmeyerek yola çıkmış olan Uçan Süpürge Vakfı; kadınların güçlendiği ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı, herkes için adil bir dünyaya kavuşmak için değişim yaratmayı amaçlıyor. Uçan Süpürge, çeyrek asrı aşkın bir süreden beri, amacı doğrultusunda çeşitli toplantılar ve paneller düzenlemiş, yayınlar çıkarmış, televizyon programları yapmış, Türkiye’nin her yerinde yerel muhabir ağı oluşmasını sağlamış, üniversite öğrencileri ile yakın ilişkiler kurmuş bulunuyor.
Uçan Süpürge Vakfı’nın, Avrupa Birliği tarafından Sivil Toplum Destek Programı-III kapsamında desteklenen, “E-Eşitlik” Projesi’ nin dijital platformu hayata geçti. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimine; herkesin, her yerden, her zaman ve en detaylı şekilde ulaşabilmesi için hazırlanan Platform; dört ana modülden oluşuyor: Toplumsal cinsiyet eşitliği temel kavramlar, hukuk, medya ve yeni medya, savunuculuk modüllerinden oluşan Platform’u başarıyla tamamlayan herkes sertifika almaya hak kazanıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair detaylı ve bilimsel bilgileri hem yazılı içeriklerle hem de videolarla öğrenmek isteyen herkes, Platform’ a “eesitlik.ucasupurge.org.tr” adresinden ulaşabilir. Görme engellilerin de platforma erişimi için her bir modül platform içeriği de seslendirilmiş bulunuyor.
E-Eşitlik Projesi (E-Pass for Equality); Uçan Süpürge tarafından kadınların karar alma mekanizmalarına katılımlarını sağlamak, aktif vatandaşlık becerilerini güçlendirmek ve kadınların insan hakları konusunda örgütlü ve bütüncül hareket etmelerini garantilemek amacıyla yürütülmüş bulunuyor. Bu hedeflere ulaşabilmek ve sivil toplum kuruluşlarını (STK’ ları) güçlendirmek amacıyla yürütülen on beş aylık proje süresinde; dijital bir eğitim platformu aracılığıyla, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili gerekli bilgilerin ilgili sivil toplum kuruluşları ile paylaşılarak yaygınlaşması sağlanmış durumda.
E-Eşitlik Platformu’ nun oluşturulmasında alanında uzman akademisyenlerle çalışılmış; Platform’ un yaygınlaştırılmasında ve geliştirilmesinde Türkiye’nin yedi bölgesindeki kadın sivil toplum örgütleriyle bir araya gelinmiş; Adana, Ankara, İstanbul, İzmir, Gaziantep, Trabzon ve Van’da düzenlenen toplantılar sayesinde Platform tüm Türkiye’ye ulaşmıştır.
“Herkes İçin Eşitlik” sloganıyla hareket edilen Proje hakkında daha detaylı bilgi almak için, eesitlik.ucansupurge.org.tr adresli Platform’ a her zaman, her kanaldan ve tamamen ücretsiz bir şekilde ulaşabilmek mümkün.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimi, AB desteği ile, Uçan Süpürge Vakfı tarafından alanında uzman kanaat önderleri ile çalışılarak hazırlanmış bulunuyor. Eğitim, toplam dört bölümden oluşuyor:
* Temel Kavramlar