Bu düzenleme ile birlikte yine Tayyip Bey’in 2004 yılında serbest bırakılan zina ile ilgili “Zina konusunun yeniden ele alınmasının isabetli olacağı düşüncesindeyim.” sözleri üzerine hükümet, zina konusunda ayrı bir komisyon oluşturarak çalışmalara başladı.
İlgili komisyon, kamuoyunu ne kadar dikkate alır bilmiyorum ama bir vatandaş olarak itirazlarımı dile getirmek istiyorum.
Abdülkadir Selvi’nin yazısından anladığımız kadarıyla, Hükümet zina konusunda temel olarak; “Aile birliğinin korunmasını” esas alıyor. Bana göre bir önemli ve karmaşık olan husus da zinanın resen değil şikâyete bağlı suç olması.
Baştan söyleyeyim; bu yazı, “Eğri oturalım, doğru konuşalım.” atasözü baz alınarak yazılmıştır. “Hürriyet’in türbanlı yazarı ‘Zina suç olmasın!’ diye yazmış.” denilip altında başka anlamlar aranmasın diye söyleyeyim dedim.
Peki, Diyanet’in bağımsız olması mümkün müdür? Günümüz şartlarında zor. Bugün Diyanet görevlilerin maaşları devlet tarafından ödeniyor. Her ne kadar birileri bu maaşları gündeme getirerek kurumu aşağılamaya çalışsa da asıl tehlikeli olan durum, resmi geliri olmayan cemaatlerin zenginliğidir.
Defalarca yazdım, yine yazacağım; cemaatler (istisnalar var elbette) Ak Parti iktidarında kendilerini güvende hissedip aşırı zenginleşme yolunu seçmiş durumda. Meselesi din olan cemaatlerin maddi anlamda güçlenmek istemesi ve ticareti de bünyelerine katmalarının haklı bir sebebi olamaz.
Cemaatlerin denetlenmesi önemlidir fakat bunu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değil İç İşleri Bakanlığı’nın bünyesinde kurulacak ayrı ve bağımsız bir birimin yapması uygundur. Diyanet’in, cemaatlerle bu tarz diyaloglara girmesi doğru değildir; zira kamuoyuna yansıması farklı olacaktır ve birçok sorunun doğmasına da neden olacaktır.
Cemaatlerin veya vakıfların denetlenebilir ve hesap verebilir olması önemlidir, bunun en önemli katkısı da mevcut iktidarı arkasında bir güç olarak görmemesi ve bunun üzerinden gücüne güç katmaya çalışmaması olacaktır.
Cemaatlerin vatandaş nezdinde bu kadar yer edinmesinin nedenlerinden biri de kadınların camilerden uzaklaştırılmasıdır. Birkaç yıl önce “Neden ülkemizdeki kadınlar Cuma ve bayram namazlarına gitmiyorlar?” meselesini araştırmıştım, okuyanlar hatırlayacaklardır.
Ve Müslüman kadın – erkek ve çocuklar dünyanın neresinde olursa olsun Cuma namazlarını birlikte kıldıklarını, Cuma hutbelerini birlikte dinlediklerini gördüm.
Bugün ülkemizde büyük camilerde Cuma namazı kılmak isteyen kadınlara görevliler ve cemaat tarafından izin verilmemektedir. Kadınlara ayrılan bölümler de erkek cemaatin kalabalık olduğu gerekçesiyle kadınlara kapalıdır. Bizzat yaşadığım için net konuşabiliyorum.
“Biz mi daha iyi Müslüman’ız yoksa diğerleri mi?” diye sormayacağım ama Peygamberimiz zamanında kadınların da erkeklerle birlikte Cuma ve bayram namazlarını kıldığını biliyorum. Peki, ne oldu da Osmanlı’dan günümüze kadar gelen geleneksel anlayış, Peygamber zamanındaki uygulamayı ezdi geçti?
Okurunun “Biz, çocuklarımıza dinimizi öğrenmeleri için FETÖ gibi cemaatlere gönderiyoruz. Peki, biz dinimizi nasıl öğreneceğiz?” sorusuna verdiği cevap şöyle Şener’in;
“Elbette herkes inancını seçmek gibi nasıl öğreneceği, nasıl yaşayacağı konusunda özgürdür. Ben din âlimi değilim, yüzeysel bilgilere sahibim ama bir cevap vermem gerekiyordu. Hanımefendiye,’Dinimizi öğrenmek için elimizde olan tek kaynak Kur’an değil mi? Peki kutsal kitabı Arapça okumak, anlamıyorsanız Türkçe okuyup anlamak mümkün değil mi?’ dedim. Hazreti Muhammed vefatından önce 632 yılında Veda hutbesinde,“Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kuran-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.”
Nedim Şener, gayet mantıklı ve mütevazi bir cevap vererek, din adına medyada önüne gelenin konuşmasından ve dinin adeta bir rant olarak görülmesinden şikayetçi olmuş ve “Diyanet İşleri Başkanlığı ne yapacak?” sorusunu yöneltmiş yazısında.
Şahsen, bir sosyal olgu olarak kaldığı sürece cemaatlere karşı değilim. İnsanlar, her alanda olduğu gibi din alanında da kendine yakın gördüğü kişi veya kuruluşlarla beraber olabilir. Bunun aksi demokrasiye aykırı bir tutum olur.
Burada sıkıntı oluşturan en büyük unsur; vatandaşın, din eksenli kişi ve kuruluşları sorgulamadan onlara tabi olmasıdır. Ayrıca cemaatlerin de bu durumu güçlenmek adına kullanması ve vatandaşlar arasında gruplaşmaya neden olması da sıkıntıyı arttıran unsurlardır. Bir anlamda son günlerde sıkça duyduğumuz; halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmeleridir sorun.
Bir insanın din alanında yanlış veya doğruyu ayırabilmesi kolay olmayabilir. Özellikle temel bilgilere sahip değilse. Biz bugün hâlâ “cin çıkarmak” adına yaşanan taciz olaylarına tanık oluyoruz. Maalesef ki insanımız bu kadar uyarılara, bu kadar mağduriyetlere rağmen itibar edebiliyor din istismarcılarına…
“Çocuk istismarı” diye adlandırılan ama benim “çocuk terörü” olarak değerlendirdiğim vahşete eklenen bir yeni vaka herkesi olduğu gibi beni de yaraladı.
An itibarıyla bundan başka gündeme odaklanamıyorum. Çünkü insanlık için, ülkemiz için güzel bir şeyler yapmaya çalışırken umarsız bir tekme ile alt üst olmayı hak etmiyoruz. İçimizdeki şerefsizlerin yaptıkları yüzünden utançla yaşamak zorunda olan biz değiliz çünkü.
Dün, Cumhurbaşkanımız grup toplantısında konuyla ilgili gerekli tedbirlerin alınacağını, ivedilikle hayata geçirileceğini ve suçluların en ağır şekilde cezalandırılacağını söyledi.
Bu hepimizin içine su serpen bir açıklama oldu lakin yapılacak çok şey var.
“Çocuk terörü”; iktidarıyla, muhalefetiyle, yazarıyla, çizeriyle bizim ortak sorunumuzdur. Konuşulması değil konuşulmaması bizi yaralar.
Benim dikkat çekmek istediğim bir diğer husus, tacize uğrayan çocukların aileleridir.
Evladı tecavüze uğrayıp öldürülen bir anne, evladını ülkesi için şehit vermiş bir anne kadar değerlidir. Şehit ailesini ziyaret edip destek oluyoruz da neden tecavüze uğrayan veya öldürülen çocukların ailelerine aynı muameleyi yapmıyoruz?
O ailelerin desteğe, acılarını paylaşmaya ihtiyaçları yok mu? Askerimizi şehit eden teröristlerin fotoğraflarını yayımlarken, tecavüzcünün kimliğini neden saklıyoruz?
Bayrampaşa’da, evimizle metro arasındaki güzergahta gidiş gelişlerimizde bir grup kedinin yağmurlu havalarda ıslandığını görüyorduk. Mahalle sakinleri üşümemeleri için altlarına kilim sermişler ve düzenli olarak yiyecek veriyorlardı ama kediler ıslanıyordu.
Kedilere başlarını sokacak bir ev lazımdı. Bayrampaşa Belediye Başkan Yardımcısı olan ve her sorunda alo dediğim İsmail Ağabeyimiz’i aradık. Hatta ıslanan kedilerin fotoğraflarını göndererek “bu arkadaşların başını sokacak bir eve ihtiyacı var” diye duygu sömürüsü yaptık.
“Olur tabiî ki. Zaten bizim İnönü Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileriyle birlikte yaptığımız bir projemiz var. İlçemizde yaşayan kedi ve köpekler için kulübeler yapıp değişik bölgelere yerleştireceğiz. Başka projelerimiz de var, haberin yok” deyince soluğu Bayrampaşa Veteriner Müdürlüğü’nde aldım.
(Mahallemizdeki kediciklerin iki katlı müstakil evinin fotoğrafı)
Son günlerde hayvanlara işkence eden insanların ve kurumların haberlerinden yorulan gönüllerimize iyi gelir diye düşündüm.
Bayrampaşa Veteriner Müdürlüğü, insanların yoğun gittiği bir parkın içinde yer alıyor. Çok sayıda kedisi olan bir park.
Veteriner Müdürü Tayfun Nasuhbeyoğlu, ilçe sınırları içinde yaptıkları ve gelecekte yapmak istedikleri projeleri de büyük bir gurur ve heyecanla anlattı.
Kendisi (kedicikleri ve aslanları) bu yazım üzerine sıkı bir çalışma yapmış ve Twitter’dan paylaşımlarda bulunmuşlar. Ben de kendilerine Adnan Bey nezdinde cevap vermek istedim.
Adnan Bey! Size bir teşekkür, bir tebrik ve birkaç sitemim olacak.
Öncelikle, ”Kimdir bu beni eleştiren kadın?” düşüncesiyle hareket edip geriye dönük bütün yazılarımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Yazılarımla ilgili çıkardığınız istatistiklerden beni tanımaktan ziyade hakkımda işinize yarayacak doneler aradığınız zannına kapılsam da önemli değil, alınmadım. Sosyal medya hesaplarımdaki fotoğraflarımı ve paylaşımlarımı incelemeniz de beni ayrıca gururlandırdı. Aradığınızı bulamadığınızın farkındayım ama sade bir hayatı olunca insanın, maalesef ki umduklarınızla değil bulduklarınızla idare edeceksiniz.
Profil fotoğrafına ve yazının başlığına bakarak yorum yapan insanların olduğu bir ülkede yaptığınız örnek bir hareket. Tebrik ediyorum sizi.
Teşekkürümü ve tebriğimi ilettiğime göre sitemlerime geçebilirim. Hürriyet’te yazmamın yetenekle değil başka şeylerle ilişkili olduğunu ima eden sözlerinize canım sıkılsa da, sizin canınız sağ olsun. İnşallah ilerleyen zaman zarfında daha iyi olur, sizden de bir maşallah alırım.
Adnan Bey! Sizi veya kediciklerinizi eleştiren kişi veya kurumlara karşı takındığınız düşmanca tavrı sanırım bir tek ben değil, kimse anlamlandıramıyor. Elbette doğru olduğuna inandığınız veya inandırıldığınız davranış ve söylemlerinizi savunacaksınız ama bunu medenice yapmalısınız. Medeniyet; takım elbise giyip, kediciklere seksi danslar yapmakla olmayacağı gibi kendinizi savunmak yerine kişileri veya kurumları aşağılamaya çalışmakla da olmaz.
Eleştiri kaldıramıyorsanız televizyon programları yapmayıp, kediciklerinizle birlikte kendinize gözlerden ırak sessiz sakin bir dünya kurabilirsiniz. Kimsenin de itirazı olmaz.
Her ne kadar davranışlarınızı tasvip etmesem de zeki bir insan olduğunuzu düşünürdüm. Lâkin beni çok yanılttınız. Zira tüm yazılarımı taradıktan sonra;
Kariyer sahibi olmaya gösterdiğimiz özeni itibar sahibi olmaya özen gösteremiyoruz. Halbuki kariyer iniş çıkışı kabul eder ama itibar etmez.
Mesela, Diyanet’in Adnan Oktar’la girdiği diyalog. Mesela, ortada envai çeşit şeytanlıklar varken yapılan açıklamalar.
İslam dünyasının içinde olduğu durum ortada iken bu tarz söylemlerle gündeme gelmek neden? Neden yetkililer Diyanet’in itibarını korumak için özen göstermiyor?
Lamı cimi yok, bugün Diyanet İşleri Başkanlığı “en güvenilir kurumlar” arasına dahi giremiyorsa dönüp bir kendini sorgulaması ve acilen bir şeyler yapması gerekiyor.
Adnan Oktar’a gelince, geçmiş zamanda halk arasında çok konuşulan iddiayı artık ciddi ciddi düşünmeye başladım. Komplo teorisi olarak değerlendirdiğim bu iddia şöyleydi: “Bugün televizyonlarda izlediğimiz Adnan Oktar’ın geçmişteki Adnan Oktar’la bir ilgisinin olmadığı.”
Zira haklı olarak kimsenin aklı almadı. Nasıl oluyor da Bilim Araştırma Vakfı’nın kurucusu olan ve "Yahudilik ve Masonluk" adlı kitabıyla Yahudilerden büyük tepki alan bir adam, bugün Müslümanları zıvanadan çıkaran işler yapıyor? Aradan geçen zamanda Oktar, dini kimliğini değiştirmiş olsa tamam ama aynı kimlikle bugün kültürümüzü ve dinimizi aşağılıyor olmasının mantığı yok.
Değil ülkemizde dünyanın hiçbir yerinde dini sohbet adı altında söz konusu pornografik giyim tarzı ve davranışların kabul görmesi mümkün değil.
Müzik kliplerini müstehcen bulup yasaklayan RTÜK, Adnan Oktar’ın sohbetlerini yasaklayacak madde mi bulamıyor?
Ülkemizin her köşesinde yaptığının anlaşılmasını bekleyen yeteneklilerimizin olduğuna şüphem yok. Onlar için ne yapabiliriz diye düşünürken ülkemizinünlüsanatçılarından AhmetGüneştekin’le tanışma fırsatı buldum. Kendisi, müthiş bir ressam olmanın yanı sıra mütevazı bir insan.
Ahmet Bey, İSMEK’inyılsonu sergisine katılmıştı. Sergiyi birlikte gezdik. Bir sergiyi sanatçıyla birlikte gezmenin ne anlama geldiğini o gün öğrendim.
Ben sergideki ürünleri ve eserlerin sahiplerine teşekkür ettim, Ahmet Bey ise ilgisi dahilindeki ürünlere ve eserlere yurt içi ve yurt dışı sergilerinde yer vererek dünya çapında tanıtılmalarını sağladı.
Anlayacağınız; un vardı, şeker vardı mesele sadece helva yapmaya kalmıştı. Ahmet Bey’e “Ülkemizdeki engellilere yönelik bir resim yarışması yapsak nasıl olur?” diye sordum. (Birazcık tehdit etmiş olabilirim:))