İlgili ilgisiz, bilgili bilgisiz kişiler tarafından online olarak detoks tavsiyeleri verilmekte sosyal medyada. Detoks gün geçtikçe “ödem atmak ve toksinlerden arınmak”tan “kısa yoldan kilo verme”ye doğru evrilmekte.
Elbette bu işi hakkıyla yapanlar var. Lâkin vatandaş, kimin iyi kimin kötü olduğunu ayıracak bilgiye sahip olmayabilir. Özellikle kadınların ilgi gösterdiği detokslar bilinçsiz yapıldığı takdirde sağlık sorunlarına neden olabilir.
Ben bugün sizlere bir detoks merkezinden bahsedeceğim. Günümüzde detoks merkezleri bir hayli revaçta ve gitgide sayısı artmakta. Hem tatil hem detoks yapmak isteyenler için bir alternatif olması açısından güzel bir gelişme.
Yetkili kişilerce uygulanan detoks merkezlerinde hem sağlıklı beslenmeyi öğrenebilir hem dinlenebilirsiniz. Fakat bir sorun var; detoks merkezlerinin fiyatları orta gelir gurubu için yüksek. Zamanla bunun da aşılacağını düşünüyorum. Bugün sizler için ülkemizde hizmet veren ilk detoks merkezlerinden biri olan The LifeCo’nun Genel Müdürü Figen Tuncsav’la bir söyleşi yaptık. The LifeCo, ünlüleri sık sık ağırlayan bir merkez. Tahmin edeceğiniz üzere kendilerine “Fiyatlar neden yüksek?” diye de sordum.
Birçok itiraz maili geldi; “Nereden çıkarıyorsunuz bunu? Hüseyin Başaran’ın kadın mürettebata güvenmesi çok mu anormal? Birçok başarılı kadın pilot var.” diye.
Bu itirazları okuyunca aklıma Sevgili Cem Yılmaz’a sorulan “Bu esprileri nereden buluyorsunuz?” cümlesi geldi aklıma.
Nedendir bilmiyorum; Cem Yılmaz bizi bize anlatınca alkışlıyoruz lâkin bunu yazarlar kaleme aldıklarında tepki gösteriyoruz. Lafım kesinlikle Cem Yılmaz’a değil, onu da özellikle belirteyim. İzlemekten ve dinlemekten zevk aldığım bir insandır.
Fakat biz hayatın esprili tarafını kabul ediyoruz, ciddi tarafını reddediyoruz. Hâlbuki sanatçı da olsa yazar da olsa herkes bu ülkenin insanının hikâyelerinden besleniyor.
İster pilot ister kaptan ister şoför olsun, kadınların yaptığı her işte başarılı olduğundan zerre kadar şüphem yok. Gurur da duyarım.
Biz de kız kıza gittiğimiz seyahatlerde erkek olmasını istemeyiz. Mina ve arkadaşlarının özel tercihi miydi yoksa rastlantı mıydı, bilmiyorum. Sebep ne olursa olsun erkeğin varlığını, kadının yanında güvence olarak görülmemesi takdir ettiğim husustur.
“Böyle bir şey var mı?” diye hayret edilmesini de anlamış değilim. Var ki takdir ediyorum. Tam bu olayın üzerine iki gün önce yaşadığım bir olayı aktarayım.
Katıldığım bir toplantıda yanımda olan iki kadın, umre ziyaretiyle ilgili konuşuyor. Biri başörtülü diğeri değil. Başörtülü olan umreye gitmek istediğini söylüyor, diğer kadın “Ben hocalara sordum mahrem bir erkek (baba, abi vs.) olmadan gidemezmişsin. Gidersen umren olmazmış, turistik ziyaret yapmış olurmuşsun.” diyor. Konuşmayı yapan iki arkadaş da güzel işlerde çalışan ve yurt içi - yurt dışı seyahatlere giden aktif kadınlar.
Erkek hocaların gerek güncel gerekse yıllar öncesinde dile getirmiş oldukları kadına dair sözlerinin gündeme getirilmesini ya da cımbızlanarak sunulmasını masum bulmuyorum. Yalnız, bu durum hocalarının kadınlarla ilgili sözlerini de masum yapmıyor.
Hocaların sohbetlerinde ayet, hadis veya fıkıh meselelerini anlatırken kattıkları şahsi yorumlara itiraz edenleri din düşmanı ilan etmek, başka anlamlar yüklemek, birilerine malzeme veriyor olarak algılamak mantıklı bir yaklaşım değil. Dinin mi itibar kaybetmesi önemli, şahısların mı?
Din adına birbirimizi terbiye etmeyi bırakırsak daha sağlıklı iletişim kurabiliriz diye düşünüyorum.
Kadınla ilgili üst üste yapılan yorumların toplumda huzursuzluğa neden olduğu bir gerçek. Nureddin Yıldız’ın son açıklamalarından sonra Tayyip Bey ‘in gösterdiği tepki dindar camiayı ikiye ayırdı. Detaylara geçmeden önce Nureddin Hoca ile ilgili bir iki şey yazmak istiyorum.
Nureddin Hoca’nın açıklamalarına itiraz eden siyasetçi ve yazarlara gösterilen tepkilerin nedeni, birilerinin kendisini korumasından ziyade çevresinde ve camiasında sevilen bir insan olmasıdır. Biliyorum, çünkü kendisiyle aynı semtte oturuyor ve şahsen tanıyorum.
Camiasında kendisini sevmeyen tek kişi Cübbeli Ahmet Hoca’dır. Nureddin Yıldız’a dair meşhur reddiyeleri vardır.
Kadına dair açıklamaları çok daha sert olan hocalar varken Nureddin Hoca’nın hedef alınmasının, dış güçlerden ziyade iç güçlerin işi olduğunu düşünüyorum.
Yazıyı hazırladığım sıralarda Nureddin Yıldız’ın, aralarında Mahmut Ünlü’nün de olduğu hocalarla Nevzat Çiçek moderatörlüğünde bir araya geldiği haberini okudum. Çiçek, sorunların ve bundan sonrası için neler yapılması gerektiğinin konuşulduğunu yani bir anlamda barışın sağlandığını ifade etti. Sevindim, zira hocaların görüş ayrılığının adeta muhalefet iktidar savaşına dönmesinin ne kendilerine, ne millete ne de devlete bir faydası vardı.
Yalnız, öncelikle Kazada ölen kızlarımıza rahmet, ailelerine sabır dilerim. Ölenin yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, sosyal durumu gibi faktörler geride bıraktığı acıyı değiştirmez.
Ve Mina’nın babası Hüseyin Başaran’ı kendi nezdimde “Yılın Babası” seçtiğimi söylemek isterim. İster muhafazakâr ister yenilikçi olsun, bugün Türkiye’de bir babanın kızını sadece kadın mürettebattan oluşan bir ekibe güvenip göndermesi alışılmış bir şey değildir.
Genç kadınların ölümünün ardından hakikaten çok acımasız ve gayri insani yorumlar yapıldı sosyal medyada. Bu yorumları eleştiren, kınayan yazarlarımız genel olarak olayı şu çerçevede değerlendirdiler;
- Kültürümüzde bekârlığa veda partisi diye bir şeyin olmaması,
- Bekârlığa veda partisi için Dubai’ye gitmiş olmaları,
- Kızların zengin ailelerin çocukları olması,
- Muhafazakâr yaşam tarzında olmamaları.
Elbette bunun denemesi olmaz ama farz edelim ki bu kızlar muhafazakâr ailelerin çocukları olsaydı ve hepsi başörtülü olsaydı aynı çirkin yorumlar yapılacaktı, hatta daha ağır sözler duyacaktık.
Kadınlara yönelik dini söylemlerin tavan yaptığı ve toplumda huzursuzluk yarattığı son günlerde Tayyip Bey’in itirazı oldukça önemliydi. Kendisine ayrıca teşekkür ederim. Umarım artık okurken ve dinlerken utandığımız söylemler son bulur.
Beni düşündüren bir husus var; Tayyip Bey “N’oluyor?” demeseydi eğer, o zaman ne olacaktı? Millet olarak her sorunumuzun ille de Tayyip Bey tarafından onaylanması mı gerekiyor? Yetkililer harekete geçmek için neden ısrarla Cumhurbaşkanı’nı bekliyor?
Bu ve benzeri sorular kafama takılmıyor ve gelecek adına beni endişelendirmiyor değil.
Hazır, kafama takılıyor demişken; aklımı kurcalayan bir başka soru da Acun Ilıcalı’yla ilgili. Ben, Acun’un üretkenliğini, insanlığını severim. Fakat, bu yıl Survivor yarışma kadrosuna Nihat Doğan’ı dâhil etmesi beni hem şaşırttı hem hayal kırıklığına uğrattı.
“Ne alaka?” diyebilirsiniz ama benim özellikle Kadınlar Günü münasebetiyle gündeme getirmek istediğim husus; nasıl ki bir öğretmen, yönetici, doktor ya da din görevlisi haddi aşan sözlerinden dolayı görevinden alınıyorsa yani bir anlamda cezalandırılıyorsa, toplum önünde olan kişiler mükafatlandırılmamalı. Özellikle kendisini “halktan biri” olarak göstermeye çalışanlar…
Konuyla ilgili olarak geçtiğimiz günlerde haberlere konu olan Atakan Varlı’nın hikâyesi de NAFAKA sorununun gözler önüne serdi.
Olay özetle şöyle; Varlı, 2015 yılında bir kadınla tanışır. Söz, nişan yapılır ve resmi nikâhları kıyılır. Fakat daha düğün töreni yapılmadan Varlı’nın eline boşanma davası tebliği gelir. Ve mahkeme, karı-koca hayatını hiç yaşamayan ve resmi olarak sadece bir gün evli kalan Varlı’nın, boşandığı eşine ayda 500 TL nafaka ödemesine karar verir. Varlı, tam üç yıldır nafaka ödüyor. Nafaka mağdurları seslerini duyurmak için birçok platform kurmuşlar. Hakikaten hikâyelerini okuyunca “Bir imzanın bedeli bu kadar ağır olmamalı!” diyorsunuz.
Nafaka konusunu hukuki açıdan ele almak adına, bu alanda tecrübesi ve çözüm önerileri olan bir isimle söyleşi yaptık.
Mevlüt Akgün; 22., 23. ve 24. Dönem Karaman Milletvekili. 14 yıl avukatlık, 13 yıl vekillik yapmış. Ayrıca hâlen Ankara’da Avukat ve Arabulucu olarak çalışan başarılı bir avukat.
Mevlüt Bey, kendisine resmi bir görev tevdil edilmemesine rağmen nafaka konusundaki sorunlara karşılık çözüm yolları aramış ve bu alanda çalışmalar yapmış bir isim. Umarım bu söyleşi sorunun çözülmesi için bir katkı sağlar.
Mevlüt Bey, Zina ve Nafaka konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
Yazınızı okudum, zina konusundaki düşüncelerinize katılıyorum. Bence suç teorisinde önemli olan, suç yoluna giden süreçte sosyo-kültürel ve imkân dâhilinde ise ekonomik tedbirleri, koruyucu hekimlik titizliğinde hayata geçirmektir. Aile Birliği gibi aslında sevgi ve saygı temelinde yükselen bir birliktelik alanına Kamu Müdahalesi en alt ve zaruri seviyede olmalıdır. Önemli olan altyapı kurumu olarak kültür ve eğitim konusunda iyileştirici merhaleler kat etmektir.
Kemal Bey’in anma gecesine katılmasına bazı Ak Partililer sert tepki göstermişti. Siyaset o günlerde de bugün gibi hararetliydi. O günler referandum için Evet/Hayır tartışmaları vardı, bugün ise referandumun ittifak tartışmaları.
Müsaadenizle o günkü yazımdan küçük bir alıntı yapmak istiyorum.
“Siyasette nezaket dilini hiçbir zaman kaybetmeyen Erbakan Hoca’nın ardından bugün yaşadığımız süreci sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendisinin ardında bıraktığı en büyük miras buydu bence.
Erbakan Hoca’yı Anma Gecesi’nde Kılıçdaroğlu’nun konuşma yapmasını, FETÖ’yle işbirliğine bağlayan Ak Partili arkadaşlarım;
Saadet Partisi, bir siyasi partidir. Beğenseniz de beğenmeseniz de bir siyasi programı vardır. Her seçim öncesi, yürüttüğü siyaseti bir kenara bırakmasını ve Ak Parti’yi desteklemesini istemek haksızlıktır. Şayet bunu haklılık olarak görürseniz; yarın genel seçimde, Saadet Partisi’nin meclise girmesi için oy vermeniz gerekeceğini unutmayın.
“Biz büyüğüz ve güçlüyüz, bizi desteklemeleri gerekir.” diyecek olursanız Erbakan Hoca’nın siyasetini hiç öğrenmemişsiniz demektir. Lütfen, birbirimizi ihanetle suçlamayalım artık. Asıl ihanet, siyaseti bu kadar güzel yapan bir liderin ardından çirkinleşmemiz olacaktır. Tayyip Bey’in Erbakan Hoca’ya gösterdiği saygıyı ve Erbakan Hoca’nın Tayyip Bey’e gösterdiği anlayışı unutmayalım.”
Her seçim öncesi Ak Parti ve Saadet Partisi tabanında yaşanan klasiklerdendir “Saadet Partisi’nin Ak Parti’yi desteklemesi gerektiği” mevzusu. Bu düşünce tarzını dün de haksızlık olarak gördüm, bugün de öyle görüyorum.
Referandum oylamasında Tayyip Bey, çok şık bir hareket yapmış ve Saadet seçmenine seslenmişti. Çoğu Saadet Partili de Evet oyu vermişti. Bazı Ak Partililer de Hayır oyu vermişti.
“Ne yapabiliriz?” diye düşünürken daha önce söyleşi yaptığımız Safamerve markasının sahiplerinden Oya Hanım’a ilettik durumu. Hiç düşünmeden “Tamam” dedi. Ayakkabı ve montları gönderdi.
Kışlık giysiler için de Saadet Partisi İstanbul Kadın Gençlik Kolları “Bizim ‘Bir İlmek Bir Tebessüm’ çalışmamız var, o yüzden kışlık giysiler de bizden.” dedi. Onlar da çocuklara el örgüsünden çeşit çeşit kışlık giyecekler gönderdiler.
Öğretmenlerimiz çocukların fotoğraflarını çekip gönderdi fakat paylaşılmasını istemedikleri için buradan paylaşamayacağım.
Öğrencilerimizin ihtiyaçlarını bize bildiren okurumuz Zübeyde Hanım’a, çocukların ihtiyaçlarını karşılayan Oya Hanım’a ve Saadet Partisi İstanbul Kadın Gençlik Kollarına çok teşekkür ederim.
Gördüğünüz gibi, yine başrolde kadınlar J
Bu vesileyle size Saadet Partisi İstanbul Kadın Gençlik Kolları’nın çok sevdiğim ve sizlerin de seveceğini düşündüğüm “Bir İlmek Bir Tebessüm” çalışmasını tanıtmak istiyorum.
Bir grup genç arkadaşımız, siyasetin iyilik yüzü olarak imkânları dâhilinde bir çalışma başlatmışlar. “Bir İlmek Bir Tebessüm” demişler projelerine de.
Bundan sonrasını onların kendilerini muhteşem anlatımıyla baş başa bırakıyorum.