......
Bir anne düşünün… İkiz kızlarının büyüyüp evleneceği zamanı düşünerek, çocukları daha 11 aylıkken çeyiz hazırlığına başlamış. Kendisi boynu bükük evlendiği için, kızlarının geleceğini düşünmüş. İki tane olduklarından dolayı da “Şimdiden başlayayım” diyerek başlamış çeyizlere…
ÇEYİZLER HAZIR SANDIKTA BEKLİYOR
Danteller, kanaviçeler, etaminler, örgüler… Kendisinin gösterdiği gayreti göstermeyen kızlarına da “Siz hiç elişi yapmayın, evlenirken kitapları koyacağım sandığınıza.” diyerek sitem etmiş bir anne…
İşte, bu anne bizim annemiz, canımız. Ama gelin görün ki annemin imtihanı da hazırladığı çeyizlerin sandığı beklemesi. “Bilseydim evlenmeyeceğinizi, uğraşır mıydım?” diye sık sık sitem eder ama kimseye de verdirmez çeyizleri.
EV DE KALAN KIZLARIN SORUNLARINI ANLATACAĞIM
Annem için başarılı kadın profili; okuyan, evlenen ve çocuklarını büyüten kadındır.
Evet, evliliği bu kadar önemseyen bir annenin kızları nasıl oldu da evlenemedi bunu yazacağım. Sonra da genel olarak “ev”de kalan kızların sorunlarına değineceğim.
Demek ki Atatürk, çocukları seven ve onlara değer veren biriydi ki, “Çocuklara ait bir bayram olsun istemiş” diye düşünürdüm çocukken.
Dindar bir ailem vardı. Onların ağzından Atatürk’le ilgili olumsuz bir şey duymadım. Arkadaşlarımın çoğu göçmendi, aile yapılarımız farklıydı ama ne Atatürk ne de din odaklı muhabbetlerimiz olurdu.
Refah Partisi’nde siyasete başladıktan sonra her şey değişti. Atatürk’le arama Atatürkçüler girdi.
…Erdoğan söz konusu olunca taraf olurum. Çünkü Erdoğan, darbe ile gelmedi. Bu milletin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçildi. Milli iradenin ezici bir çoğunluğunun tercihiyle, anasının ak sütü gibi helal oyları alarak Cumhurbaşkanlığı makamına oturdu. Erdoğan'ı savunmak milli iradeyi savunmaktır. Ayrıca ben, Erdoğan'ın bu memlekete büyük hizmetler ettiğine inanan birisiyim. Seçtiklerimizin ve sevdiklerimizin hukukunu korumak bizim görevimiz. AK Parti’den biri de çıkıp buna cevap vermiyor.
Tayyip Bey'i seven, seçen ama Ak Parti'li olmayan bir vatandaş olarak cevap vermek istiyorum. Kabul buyururlarsa...
Tayyip Bey, Refah Partisi döneminde İl Başkanım idi. Uzun yıllar beraber siyaset yaptığım, aynı ortamı ve zor dönemi paylaştığım bir insanı tabii ki severim.
İkiz olmak çok özel ve güzel bir duygudur. Kanımca (tabi bu benim iddiam, hiçbir bilimsel ve dini dayanağı yoktur) ikizler o kadar faydalı insanlardır ki yeryüzüne iki tane gönderilmişlerdir.
Genellikle ikizler ayrı ayrı şahsiyetler olmasına rağmen tek birey olarak değerlendirilirler. Hangisinin yok sayıldığının önemi yoktur.
Bu durum her ikiz kardeşin olduğu gibi bizim de ortak sorunumuzdur. Şikâyetçi olsak da bu durumun eğlenceli tarafları da yok değil.
ABLA BUNLARDAN BİRİ BİZDE KALSIN
Bugün babamı yazmak istedim. Onu tanımanızı ve dualarınıza katmanızı istedim.
.....
Babası hayatta olan yetişkinlere sorsam “babanızı ne kadar tanıyorsunuz” diye. “Tabii ki çok iyi”diyeceklerini biliyorum. Bir kez daha düşünün derim. Çünkü ben de babamı çok iyi tanıdığımı zannederdim. Ta ki vefatından sonra, kitaplarının arasında bir günlük bulana kadar. Günlük tuttuğunu dahi bilmiyorduk.
Babam okumayı çok severdi. Hiçbir yere kitapsız gitmezdi. Okumayı çok sevdiğini biliyordum ama bunun için ne kadar mücadele verdiğini onun günlüğünü okuyunca anlayacaktım.
Sesimi duyurmama ve sizlerle tanışmama vesile olan kişi Ertuğrul Özkök’tür. Bir gün, Vuslat Hanım’a “Arkadaş, bu kıza bir köşe verin de kurtulayım.” dedi ve bir köşem oldu. Bunun için her iki isme de müteşekkir kalacağım.
Hürriyet’te yazmayı her zaman çok istedim.
“Neden Hürriyet?” sorusu camiam tarafından çok sorgulandı. Anlamlandıramadılar, anlamaya çalıştılar. İnanıyorum, bir gün anlayacaklar.
Çevremin uyarılarına kulaklarımı tıkadım, kalbimin sesini dinledim ve yazmaya başladım.
Madenci evladının hayattayken görmediği değeri, ölümle kalım arasında görmesi bir annenin acısını hafifletir mi?
Eşini tehlikeyi bile bile işe göndermek zorunda olan bir eş, ömür boyu suçluluk duygusu taşır mı?
Madenci babanın çocuğu, “Ben büyüyünce mühendis olacağım ve kazaları engelleyeceğim.” diye hayaller kurar mı?
…
“Baş örtme törenleri” yapılıyormuş. Okur da bu durumu kendince sebeplerle eleştirip dindarların ne kadar yozlaştığından bahsetmiş.
Kendi adıma söyleyeyim şimdiye kadar böyle bir törene davet edilmedim ve bu tarz bir töreni de ilk defa duyuyorum.
Şahsen davet edilsem seve seve giderdim. Böyle bir töreni icat edenlerin dine ne kadar zarar verdiğini değil, hayatlarını neşelendirmeye çalıştıklarını düşünürdüm.
Eskiden biz de arkadaşlarımızla bu tür organizasyonlar yapardık. Ama bizimkiler “biz bize” tarzında olurdu. Öyle salon tutup kalabalıklar toplamazdık. Zira yapsaydık kesin “deli” ilan edilirdik.