Paylaş
"Anne yaz gelince dondurma yiyeceğiz değil mi?" dedi. Evet, dedim. Yaz gelecek ve biz dondurma yiyeceğiz. Herzamanki gibi yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. Gözleri sevimli iki çizgiye dönüştü mutluluktan. Sonra boynuma sarıldı. Mışıl mışıl uyumaya başladı.
Oysa ben akşam karanlığı gibi üzerime çöken hatta boğazıma dolanan umutsuzluktan kurtulmak için uğraşıyordum. Boynuma sarılınca minik kollarıyla, utanırcasına ben de ona sarıldım. Yavruma...
Uykudan önce ona yolda yürürken duyduğum kuş seslerini anlatmıştım. "Ben de duymak istiyorum, ben de görmek istiyorum" demiş, "tamam" demiştim.
Nedense içinde bulunduğum andan bir an evvel uzaklaşıp, güneşin pırıl pırıl parladığı, sokaklarda kuş cıvıltılarını dinleyerek yürüdüğümüz günlerin hayaline sarılmıştım.
Üşümeden, korkmadan, gelecek endişesi duymadan, komşudan, sokaktaki adamdan, dijital ortamdaki karmaşadan, meydanlardaki gerginlikten, belirsizlikten çok uzak şeylerle zihnimi mutlu etmeye çalışıyordum.
Gördüklerimin bana kalmasını istedim. İşittiklerimin bende kalmasını istedim. Neyin var anne diye sorduğunda endişemin ona geçmemesini istedim. "Biraz yorgunum" cevabını verdim. Herşey bir uyku öncesinde yaşandı. Geleceğe dair nayif umutlarımı be gündemle birlikte gün be gün artan kaygılarımı sokağın başındaki o kocaman ağaçta yaşayan kuşların cıvıltılarının ardına sakladım.
Yaşama sevincimi sokakta birbirini tabancayla kovalayan adamları gördüğümde yaşadığım korkuydu beni bu hale getiren.
Aslında ben başkalarının yerine utanıyor olmaktan çok yorulmuştum. Bir çocuğa başkalarının ayıplarını anlatmak yerine sanki benimmişçesine, herşeyi örtüp utanmayı tercih etmiştim.
Başkalarının ayıplarına utanmanın kavramının dilimizde bir karşılığı yok. Ancak Fince myötahapea, Almanca fremdschamen olduğunu Deli Anne'nin blogundan öğrendim.
Sadece başkalarının ayıplarına utanmak değil, hiç tanımadığım evlatların ölüm yasını tutmaktı beni kuş cıvıltılarının ardına saklayan. Çünkü ben kendi evladına sarılırken başkasının yerine suçluluk hissine kapılan binlerce anneden sadece biriydim.
Uzun sürmüş bir günün akşamıydı. Amansız bir kış kadar uzun... Cennet gibi sonsuz bir baharın kapılarını açacak iki kelime vardı cebimde... Türkçesi "başkasının ayıbına utanmak".
Paylaş