Öğünlerde, yemeklerinizin yanında mutlaka ev yapımı turşu olsun.
Artık biliyoruz, bağırsaklarımız ‘ikinci beynimiz’ kabul ediliyor. Bunun nedeni, bağırsaklarımızda yaşayan ve 500’den fazla çeşidi bulunan dost (faydalı) bakteriler. Bu bakterilere Yunanca ‘yaşam için’ anlamına gelen ‘probiyotik’ deniyor.
Bağırsaklardaki bakteri çeşitliliği beslenme şeklimizle oldukça ilişkili. Rafine şeker ve kötü yağlar tüketiyorsanız örneğin, bağırsağınızdaki probiyotik sayısı azalır, zararlı mikroorganizmaların sayısı artar. Bu da bağışıklık sistemini zayıflatarak hastalanmanıza neden olur. Ben çocuklarımın okula başladığı dönem daha çok hastalandıklarını görüp onlara her gün 1 su bardağı kefir içirmeye başladım. Yemeklerin yanında turşu yemelerini sağladım, tarhana çorbası gibi probiyotikten zengin besinlere öğünlerimizde daha sık yer verdim. Bu sayede özellikle mevsim geçişlerinde daha az hastalandıklarını, tuvalete daha düzenli çıktıklarını gözlemledim. Benim mutfağımdan probiyotik besinler eksik olmaz, her hastama da probiyotiklerden zengin beslenmesini tavsiye ediyorum.
Kefir, probiyotik özelliği sayesinde stres seviyenizi de azaltır.
Ev yapımı turşu, ev yapımı yoğurt, şalgam suyu, sirke, tarhana, kefir gibi ürünler probiyotikten zengin... İsim olarak oldukça karıştırılan ‘prebiyotikler’se dost bakteri olan probiyotikler için bir besin kaynağı... Yani, probiyotik ürünlerle dost bakterileri yiyoruz, prebiyotikler sayesinde de o dost bakterileri besliyoruz. Prebiyotik değeri yüksek yiyeceklere de kuru baklagiller, muz, fasulye, çilek, elma, lahanagiller, soğan, sarımsak, enginar ve pırasa gibi ürünleri sayabilirim. Tavsiyem, her gün bir kâse probiyotik yoğurt yemeniz... Bugünlerde okula giden çocukların hastalanmasını önlemek için yemeklerinin yanına yoğurt, şalgam suyu ve turşu eklemeyi ihmal etmeyin. Siz de bol bol yiyin. Probiyotik açıdan zengin besinler sizi uzun süre tok tutacaktır. Özellikle yolculuk sırasında kefir içerseniz, midenizin rahatladığını, yolculuk sonrası oluşabilecek kabızlık gibi sorunları yaşamadığınızı göreceksiniz.
Sağlıklı yaşam için yeme davranışımızda dikkat etmemiz gereken en önemli püf noktalarından biri, yemek yeme sıralamamızı doğru belirlemek. Bizim geleneksel yemek yeme şeklimizde sofraya önce çorba, ardından da ana yemek gelir. Salatayla yoğurt, çoğu zaman yardımcı yemek olarak sofraları süsler ve genellikle tüketilmez. Halbuki yemeğe salata ve yoğurtla başlarsanız ve onları bitirdikten sonra ana yemeğe geçerseniz, daha yüksek kalori değeri olan ana yemeği daha az yemeyi başarırsınız. Böylelikle sofradan daha çabuk doyarak kalkarsınız.
Mesela ben içliköfteyi çok severim. Yemeğe içliköfte yiyerek başlasam üç-dört taneyi rahatlıkla yiyebilirim. Ama öyle yapmıyorum. Bu yemeği yiyeceğim günlerde çeşitlilik için cacık, çoban salata ve fırında, domates soslu karışık sebze de yapıyorum. Sofraya oturduğumda önce cacık ve çoban salatayı tüketiyorum, ardından da fırında pişmiş, domates soslu sebzeyi... İçliköfteyi yemeğin sonuna bırakıyorum. Önceki yiyeceklerle doyduğum için kalorisi daha yüksek olan içliköfteyi daha az yemeyi başarabiliyorum. Başka bir örnek daha vereyim. En sevdiğim yiyeceklerden bir diğeri börek. Bu, yüksek kalorili ve kan şekerini çok hızlı yükselten bir yiyecek olduğundan, onu yerken masada yardımcı yiyecekler bulunduruyorum. Kocaman bir kâse, bol yeşillikli ve limonlu bir salatayı önden yiyorum. Büyük bir bardak ayran içiyorum. Bunları önden tükettiğimde bir dilim patatesli börek bana yetip artıyor bile... Böreği önden yesem, iki-üç dilimle tatmin olmayacağımı biliyorum.
Bütün bu önerilerimi zengin kahvaltı sofralarında uygulamak da yarar sağlar. Diyelim ki pazar kahvaltısına gittiniz... Poğaçalar, açmalar, reçeller, kızartmalar; ne ararsanız var. Yapmanız gereken ilk şey, büyük bir servis tabağının yarısını domates, salatalık, yeşillik gibi mevsim sebzeleriyle doldurmak olmalı. Kalan dörtte birini yumurta ve peynir gibi sağlıklı protein kaynaklarına ayırın; diğer dörtte birlik kısma da istediğiniz yiyecekleri koyun ve onları en son tüketin. Normalden çok daha az miktarla doyup tatmin olduğunuzu fark edeceksiniz. Az yememiz gereken bir yiyecek olduğunda, önden düşük kalorili olanları doyumluk olacak şekilde tüketin, yüksek kalorili olan yiyecekleri de en son tadımlık olacak miktarda yemeyi alışkanlık haline getirin.
Doğru bildiğimiz en büyük yanlış...
Karbonhidrat ağırlıklı bir yiyeceği sona bırakmak kan şekeri dengesi açısından da büyük önem taşıyor. Aç karnına karbonhidrat değeri yüksek bir gıdayı yersek, kan şekeri çok hızlı yükselir. Ancak önden protein ve lif ağırlıklı yiyecekleri tüketip ardından karbonhidrat kaynağını yersek, kan şekeri yavaş yükselip yavaş düşer. Yemekte şehriye çorbası, pilav, kıymalı taze fasulye ve cacık var diyelim. Önden lif ve protein kaynağı olan kıymalı sebzeyi ve cacığı, ardından karbonhidrat kaynağı şehriye çorbasını ve pilavı yersek, lif ve protein sayesinde karbonhidrat kana daha yavaş karışacak, dengeli bir kan şekeri gidişatı olacak. Bu durumda, daha kolay bir iştah kontrolü ve uzun süreli tokluk sağlanır.
Doğru bildiğimiz yanlışlardan biri de “Yemekle su içilmez” düşüncesi. Reflü sorununuz yoksa daha az yiyebilmek adına, yemekle beraber tıpkı ayran içer gibi, yudum yudum su için. Karbonhidratlar lif oranı yüksek yiyecekler olduğu için, suyla birlikte alındığında midede sünger gibi şişer ve daha çok doygunluk verir. Ayrıca bağırsaklardaki toksinleri de tıpkı bir süpürge gibi temizler ve enerjimizi arttırır.
Birçok insanın zayıflamaya karar vermesiyle birlikte düştüğü en büyük yanılgı ‘Tatsız tuzsuz yemekler yemek zorundayım’ düşüncesi. Bu düşünce zayıflama sürecinin sürdürülebilir olmasını engelliyor, verilen kiloların geri alınmasına neden oluyor.
Zayıflarken illaki sebze çorbası, haşlanmış tavuk veya kibrit kutusu kadar peynir yemek zorunda değiliz. Geleneksel ev yemeklerimizle veya sevdiğimiz tatları hayatımızdan çıkarmadan da zayıflayabiliriz. Önemli olan hayatımız boyunca sürdürebileceğimiz bir beslenme alışkanlığı oluşturmak.
Düşünün ki; ev halkı dolmaları, sarmaları yiyor, siz de bir köşede lahana çorbası kaşıklıyorsunuz. İkinci gün ev halkı köfte-patates yiyor, siz hâlâ lahana çorbası içiyorsunuz... Bu böyle nereye kadar devam edebilir ki? Dayanamayıp birlikte yemeye başladığınızda da birkaç gün içinde verdiğiniz kiloyu geri alırsınız.
Muayeneye gelen bir hastamdan bahsedeyim. Kendisi defalarca zayıflama diyetleri yapmış ve sonunda sıvı ağırlıklı beslenme uygulayan bir detoks merkezine başvurmuş. Orada dokuz kilo vermiş. Sonra hızlı kilo kaybı nedeniyle safra kesesinde taş oluşmuş, oluşan taş da pankreas iltihabını tetiklemiş. Hızlı kilo verme kaygısıyla sağlıksız ve sürdürülebilir olmayan yöntemlere başvuran kişiler hem böyle sağlığından olabilir hem de verdiği kiloları fazlasıyla geri alabilir. Bu noktada yapılması gereken, hayatı diyet öncesi ve sonrası diye ayırmadan bir yaşam tarzı oluşturmaktır.
Birçok kişi diyet listelerinden, lezzetsiz yemeklerden bıkmış durumda. Ben de onlara lezzetten kopmaya gerek olmadığını; diyet listesiz, ameliyatsız ve ilaçsız da zayıflamanın mümkün olabileceğini anlatıyorum.
Diyelim ki bir hastam ikindi vaktinde bir ev davetine katılacak. O halde sabah, meyve yoğurt gibi hafif bir kahvaltı yapması gerektiğini ve gitmeden önce bir fincan sütlü kahveyle bir avuç leblebi yiyerek aşırı açlık duygusunu önlemesi gerektiğini bilmeli. O ortama girdiğinde de tabağına düşük kalorili yiyecekleri bolca, yüksek kalorili yiyecekleri tadımlık olacak kadar koyarsa kendisini soyutlamasına gerek kalmaz. İpin ucu kaçtıysa, sonrasında sebze ağırlıklı beslenerek bedeninden ‘özür dileyebilir’.
Bazı alışkanlıklarımızı da değiştirebiliriz. Örneğin, patlıcanı kızartmak yerine fırında pişirebilir, kuru fasulyeyi pilavsız da yiyebilir, işlenmiş gıdalar olmadan yaşayabiliriz.
‘‘MEĞER BEN BİR YEME CANAVARIYMIŞIM’’
Yılbaşı akşamı bir çoğumuz için çok özel bir gündür. Yeni yılı karşılarken içimizde hep bir sevinç ve umut olur. Yılbaşı gecesini dostlarımızla arkadaşlarımızla geçirmek isteriz. O gece için çok özel yemekler yaparız ve o gece günlük yeme-içme alışkanlığımızın çok dışına çıkarız. Bazılarımız da yılbaşı akşamını dışarda geçirir. Bu durumda hem çok uzun süre uykusuz kalınır hem yüksek sesli ortamlara maruz kalınır hem de çok yağlı ve çok çeşitli yemeklerle birlikte alkollü içkiler de tüketilebilir.
SABAH: 1 bardak ılık günlük süt içine 2 yemek kaşığı yulaf ezmesi ve 1 tane küçük muz.
ARA: 1 fincan vücut dinlendirici çay
ÖĞLEN: 1 kase ertesi günü çorbası, haşlanmış sebzeler (brokoli, karnabahar, havuç, pancar) salata ve yoğurt.
ARA: 1 Bardak arındırıcı limonata , 2 grisini.
AKŞAM: 1 kase ertesi günü çorbası, haşlanmış sebzeler (karnabahar, brokoli, pancar, havuç), bol limonlu salata ve 1 kase yoğurt yenir.
Bademde çinko, demir, kalsiyum, potasyum, E vitamini gibi mineraller ve vitaminler vardır. Ayrıca içerdiği Amigdalin maddesinin kansere karşı koruyucu olabileceği savunuluyor. Bununla birlikte Ko enzim Q 10 ve Omega 3 seviyesi çok yüksektir. Bu enzim ve yağ asidi kalp damar hastalıklarından kişiyi koruyor ve yaşlanmaya gidiş sürecini yavaşlatıyor. Bademi düzenli tüketmek kötü kolesterol olan LDL’yi % 6 ila % 15 oranında düşürüyor.
Bademin aynı zamanda çok da iyi zayıflattığı kanıtlandı. Çok yakınlarda, Amerika’da yapılan bir araştırma ile zayıflamak isteyenlere günde 17 tane badem verildiğinde daha iyi kilo kaybettikleri gösterildi.
Bademin kaliteli protein içermesi ve sağlıklı yağlardan zengin olması kişiyi daha uzun süre tok tutuyor. Badem, sert bir yiyecek olduğu için çiğnemesi zor oluyor ve bu durum kişinin çiğneme duygusunu tatmin ediyor. Lif oranı yüksek olduğu için barsak hareketlerini artırıyor. Hazırlama zorluğu olmadığı için her yerde kolayca bulunabiliyor ve her yere kolayca taşınabiliyor.
• Bademi satın alırken dikkat; çiğ, kavrulmamış ve tuzsuz olarak satın alın.
• Mümkünse kabuklu ve kabuğu kolay kırılabilir olanları tercih edin.
• Bir defada 15’den fazla yemeyin. Küçük bir kaseye sayarak koyun. İş yerinizde çekmecenizde ve çantanızda 15’lik küçük paketler şeklinde de bulundurabilirsiniz.
• Ara öğünlerde özellikle tercih etmeye çalışın. Az yağlı süt ve ayranla birlikte mükemmel bir birliktelik oluşturuyor.
• Meyveleri tek başına yemektense bademle birlikte yediğinizde glisemik indeksi düşürmüş olursunuz bu da sizin daha tok kalmanızı sağlar.
Tahta kaşıklar, temizliği ve kullanım ömrü doğru ayarlanmadığında kansere bile yol açabiliyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya, hangi durumlarda tahta kaşıkların tehlike arz ettiğini ve neler yapılması gerektiğini anlattı.
Son yapılan bazı araştırmalarda da gerek tahtadan olsun gerek metalden olsun kaşığın doğru kullanılıp temizlenmediği zaman sağlığımız için büyük tehlike arz edeceği gösterildi.
TAHTA KAŞIK ÇATLAYINCA TEHLİKE ARTIYORTahta kaşıklar kullanıldıkça üzerindeki cila akıyor ve kaşık da çatlama oluyor. Çatlayan kaşığın bu bölgelerine bakteriler yerleşiyor ve bu bakteriler yemek hazırlarken yemeğe geçebiliyor. Yine bu kaşıkları deterjanla yıkarken çatlak yerlerinde deterjan kalıyor ve bu deterjanlar vücutta zehirlenme yapabiliyor. Cilalı kaşıklar ayrıca kullanılırken zamanla ısının da etkisiyle üzerindeki cilalar akıyor ve bu cilalar vücut için toksik etki oluşturabiliyor ve kansere neden olabiliyor.
CİLASIZ TAHTA KAŞIK DAHA SAĞLIKLITahta kaşık satın alırken boyasız ve cilasız tahta kaşık almak daha sağlıklıdır. Kullanılan tahta kaşıkların çatladığı veya kırıldığı görüldüğü an yenisi ile değiştirmek gerekir. Bununla beraber metal kaşıkların da renk değişimi, matlaşma ya da çizilme olduğu zaman vücutta zehirlenmeye yol açacağı unutulmamalıdır.
[fotogaleri=3158,3154,2135]
Tahta kaşıklar, temizliği ve kullanım ömrü doğru ayarlanmadığında kansere bile yol açabiliyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya, hangi durumlarda tahta kaşıkların tehlike arz ettiğini ve neler yapılması gerektiğini anlattı.
Son yapılan bazı araştırmalarda da gerek tahtadan olsun gerek metalden olsun kaşığın doğru kullanılıp temizlenmediği zaman sağlığımız için büyük tehlike arz edeceği gösterildi.
TAHTA KAŞIK ÇATLAYINCA TEHLİKE ARTIYOR
* Sağlıklı mangal için pişirme yönteminden önce et ve et ürünlerini, özellikle de kırmızı eti azaltıp, sebze seçimine ağırlık vermelisiniz. Mangalda patlıcan, kuru soğan, patates, yeşilbiber gibi sebzeleri közleyin ve tabağınıza daha çok bunlardan koymaya çalışın.* Et ve et ürünlerini uzun süreli mangal üzerinde pişirmek kanserojen maddelerin çıkmasına sebebiyet verdiği için, mangaldan önce biraz pişirmek bu riski azaltacaktır. Örneğin 5 dakika fırında pişirmek gibi.* Küçük parçalı etler daha çabuk pişer, bu nedenle pişirme süresini azaltmak için küçük parçalı ürünler tercih edilmelidir.* Kömürün iyice kor haline gelmesine özen gösterin; etle kömür arasındaki mesafeyi mümkün olduğu kadar uzak tutun. 15 cm’lik bir mesafe yeterli olacaktır. Kömür iyice kor haline geldikten sonra pişirme işlemine başlanmalı ve et ile ısı kaynağı arasında belirli bir mesafe bırakılmalıdır. Böylece etin yavaş yavaş pişmesi sağlanmalıdır.* Mangalınızı yağlamak zararlı maddelerin ete yapışmasını engelleyecektir. Mangalı kullandıktan sonra iyice temizlemek, mangala yapışmış zararlı maddelerin sonraki seferde gıdalarınıza yapışmasını engeller.
Eti yağlı şeçmek ve ateşe çok yakın yerleştirmek en büyük iki mangal hatası. Türk halkı mangal yapmaya çok düşkün olduğundan seçilecek en iyi korunma yöntemi tabii ki tamamen vazgeçmek değil ancak mangal sıklığını azaltmaktır.
Etin yanında C vitamini açısından zengin taze sıkılmış portakal suyu ve bol maydanoz salatası yiyebilirsiniz. Antikanserojen maddeleri içeren (likopen, polifenol, isoflovanoid, allium gibi bileşikler) sebze ve meyveler tüketilerek mangalın zararlı etkilerine karşı dengeleme yapılabilir.
Duman, kanserojen etki yaptığı için besinin yağı ve suyunun ateşe düşmesini, dolayısıyla duman oluşturmasını engellemek gerekir. Yağsız etlerden daha az yağ damlayacağı için daha az duman oluşur. Bu nedenle pişirilecek etleri seçerken daha az yağlı etleri tercih etmek gerekir.
* Sağlıklı mangal için pişirme yönteminden önce et ve et ürünlerini, özellikle de kırmızı eti azaltıp, sebze seçimine ağırlık vermelisiniz. Mangalda patlıcan, kuru soğan, patates, yeşilbiber gibi sebzeleri közleyin ve tabağınıza daha çok bunlardan koymaya çalışın.
* Et ve et ürünlerini uzun süreli mangal üzerinde pişirmek kanserojen maddelerin çıkmasına sebebiyet verdiği için, mangaldan önce biraz pişirmek bu riski azaltacaktır. Örneğin 5 dakika fırında pişirmek gibi.
* Küçük parçalı etler daha çabuk pişer, bu nedenle pişirme süresini azaltmak için küçük parçalı ürünler tercih edilmelidir.
Öpücük hastalığı, Ebstein Bar Virüs denilen bir virüsün yaptığı Enfeksiyoz Mononükleoz denilen bir hastalıktır. Kişiden kişiye genellikle öpücükle, dolayısı ile tükürükle ve salya ile bulaşır. Bazen kan transfüzyonu ve organ nakli ile de kişiler arası bulaşma olabilir. Cinsel yolla kesinlikle bulaşmaz. Yılın her ayında enfeksiyon görülebilir. Her iki cinste de eşit sıklıkta görülür. Gelişmekte olan ülkelerde toplumda çocukluk çağında yüzde 90 oranında bu enfeksiyon geçirilmiştir. Bizim toplumumuzda ise yüzde 80-85 oranında bu enfeksiyona karşı antikor pozitifliği vardır.
Çocuklarda enfeksiyon gürültüsüz seyreder. Genç-erişkinlerde klinik daha gürültülü seyreder. Bulantı, kusma, iştahsızlık, yüksek ateş, halsizlik, boğaz çevresinde ağrılı bezeler ve kas ağrıları görülebilir. Bazı hastalarda damakta ve vücutta döküntüler görülebilir. Birçok hastada dalak ve karaciğer büyümesi de görülebilir. Bu klinik tablo genelde virüs, vücuda girdikten 30-50 gün sonra ortaya çıkar.
Öpücük hastalığının tanısının koyulması kolaydır. Yapılan kan sayımında lenfosit ve monosit denilen hücre sayıları artmıştır. Özel olarak Ebstein Bar Virüse karşı yapılan antikor testlerinin pozitif olması tanı koydurur. Bu sırada karaciğer fonksiyon testleri 4-5 kat artabilir.
Bu hastalık bir virüs hastalığı olduğu için antibiyotikler işe yaramaz. Yanlışlıkla içilen antibiyotik özellikle ampicilin gurubu vücutta döküntüye neden olabilir. Tedavi semptomlara göre yapılır. Örneğin; ateş varsa düşürülür, burunda tıkanıklık varsa solusyonlarla açılır. 2-3 haftalık yatak istirahati iyi olur. En son halsizlik düzelir. Bazı hastalarda çok nadiren kortizon tedavisi gerekebilir. Genelde prognoz iyidir. Hastalığı geçirenlerde ömür boyu bağışıklık kalır.
Bu hastalığın kişiden kişiye bulaşması için çok yakın temas gerektiğinden, hasta insanların ayrılmasına gerek yoktur. Ancak bu hastalığı geçiren kişilerin 6 ay süre ile kan vermemeleri iyi olur. Yine bu hastalarda dalak çok büyüdüğü için özellikle enfeksiyon seyrinde spor yapmamaları iyi olur. Çünkü spor sırasında dalak yırtılması olabilir.