BAZI konular vardır, onlar üzerine yazı yazmak da, görüş belirtmek de zordur.
Hata kaldırmaz konulardır bunlar. Kelimelerin özenle seçilmesi, anlatılmak istenilenin başka anlamlara kaçamayacak kadar net ifade edilmesi gerekir. Genelev tartışmaları da bu konulardan birisi. Yıllardır sadece Ankara’da değil, Türkiye’nin dört bir yanında gündem başlıklarından birisi oldu. Kapatılması tartışmaları genelde hareretli ve bol hakaretli geçti. Devletin denetiminde genelev açılması zaten tartışmalı bir konu. Genelevlerde kadınların insanlık dışı şartlarda çalıştığı da bir gerçek. Genelev mantığının erkek egemen toplumun acımasız bir yankısı olduğu da reddedilemez. Üstelik genelevler, buralarda çalışmak üzere bir şekilde “kadın temin edilmesi” nedeniyle hukuksuz bir alana yaslanma ihtimali de yüksek bir yapılanma. Ankara da, Bentderesi’ndeki genelevin yıkılması konusunu uzun yıllardır tartışıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, göreve geldiği ilk günlerden bu yana genelevin yıkılması için büyük çaba harcadı. Nihayet, önceki gün de genelevdeki binalardan bazılarına ilk kepçe vuruldu. Artık tartışma, genelevin yıkılıp yıkılmaması konusunun ötesine geçti. Hukuken genelev, kişilerin mülki amire başvurusu neticesinde Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonu’nun incelemesi ve onayı neticesinde açılabiliyor. Tabi yine aynı mülki amirin onayıyla. Dolayısıyla yıkılan genelevlerin sahipleri yeni bir başvuru süreci başlatabilir. Ancak işin hukuki boyutunun yanısıra sosyolojik boyutu es geçilmemeli. Uzun yıllardır sürdürülen tartışmalarda sadece “nefis köreltme” ya da “kapatılırsa kentte tecavüz olayları artar” gibi sığ argümanlarla ele alınan sosyolojik boyut artık akademik incelemelere muhtaç. Günümüz dünyasında genelevlerde çalışan kadınların sorunlarının tespit edilmesi ve oralarda çalışmaktan vazgeçmeleri halinde onlara yeni bir yaşamın kapısını aralayacak çalışmaların, projelerin geliştirilmesi gerekiyor. Bu projelerle ilgili hukuken mecbur olmasalar bile yerel yönetimlerin sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. “Ben yıkarım gerisine karışmam” şeklindeki bakış açısı hukuken doğru gibi gözükse de yönetim sorumluluğuyla bağdaşmıyor. Öte yandan genelevlerde çalışan kadınların ne kadarının başka bir yaşamı arzuladığı üzerine nesnel tespitlerde bulunmak tabi ki güç. Ancak en azından onlara böyle bir kapıyı açacak projelerin neler olabileceği üzerine çalışmaların biran önce başlatılması gerekiyor.
İsmet Behiç’in “Soru”su
İSMET Behiç isimli bir okurum, mektup göndermiş. Hem eski Ankara’yı a(r)nıyor, hem de hayatla muhasebesini kent üzerinden kurguluyor. “Soru” başlığını verdiği yazısını, akıcı ve güzel dili nedeniyle paylaşmak istedim: “Bir anlam arayışı. Sabah radyoda müzik dinlerken, müziğin nasıl bir şey olduğunu hala anlayamadığımı fark ettim. İnsanın doğrudan içine dokunan bir el gibi. O bambaşka bir şeylerin, şu yaşadıklarımızdan başka şeylerin varolduğunu geçmişten bölük pörçük bir anı gibi hatırlatıyor ve sonra biz yine unutuyoruz. Müzikle sokakta karşılaşabilirdik eskiden, sokak konserleri, eline gitarını alıp sokaklarda çalan gençler, Karanfil’de Konur’da resim yapan insanlar var mıydı gerçekten? Biz de iki tıngırdatmış mıydık açık havada tellerimizi? Çok şey mi özlediğim? Unuturum o zaman. Koca bir şehrin bir meydanı olmaz mı? Kasaba meydanı diye bir söz vardır oysa. Sokağa çıkmak lazım ama bu şehrin sokaklarında ne var? Kırık kaldırımlar, toz, yüzü gülmeyen ve hiç gülmeyecek gibi görünen bir halk. Sokakta hayat bir işporta tezgahı. Bu yüzden kafelerde çok vakit geçti, geçiyor. Güzel kafeleri oldu bu şehrin, güzel sinemaları. En güzelini kapattılar, kapattık. Sinemada patlamış mısırın, ko nuşmanın, tacoların kural değil ayıp olduğu zamanlarda jeneriğinin sonuna kadar kalkmayan bir kalabalıkla izledik filmleri. Yine de çok sevgili Ada’cım şöyle diyor annesine, inatla sonuncu olarak terk ederken salonu: “Ne çok insan çalışmış değil mi anne?” Bulvardan aşağıya yürüyelim mi bir ara, sohbet ede ede o büyük ağaçların gölgesinde. Ölecekler zira yakında. Ne yazık ki tek sıra yürüyeceğiz. Ancak o kadar yer kaldı. Arada yola çıkmamız gerecek evet. Şehrin ortasından geçen otoyola. “Bu hayat bir maçtı, kaybettik, önümüzdekilere bakacağız” mı olacak son cümle? “Evet! Ne yapıyoruz şimdi” mi?”