Paylaş
DÜNYA Kadınlar Günü’nde yine kadın haklarına ve sorunlarına dikkat çeken yüzlerce haber okudunuz, okuduk, televizyonlarda tartışma programları izlediniz, izledik.
Kadınlar Günü, sevgililer günü, anneler veya babalar günleri gibi algılanıyor bu ülkede.
Babalar gününde babalarımızı, sevgililer gününde de sevgililerimizi hatırlıyoruz ya, işte kadınlar gününde de kadınları anımsıyoruz.
Kadın haklarının, temel insan hakları sorunu, haydi daha ötesi, insan olma meselesi olduğunun idrakına varmadığımız sürece de bir arpa boyu yol alınamayacak.
Gün aşırı kadınlar öldürülecek, öldürenler serbest kalacak, insanımızı koruyamadığımız gibi kadınların da zarar görmesini engelleyemeyeceğiz.
Üstelik biz bu sorunu ancak sonunda ölüm olduğunda önümüzde buluyoruz. Hane içindeki dayak, psikolojik şiddet, baskı, cinsel istismar, aşağılama vs gibi onlarca alt başlıklar çoğu zaman göze gözükmüyor.
Oysa kadınların uğradığı haksızlıklar o kadar çeşitli ki. Evden iş yerine, sokaktan sosyal hayata kadar yaşamın her anında eşitsizlikle karşı karşıya kalınıyor.
Bunların bir kısmı eğitimli kabul edilen insanlar, hatta eğitimli kadınlar tarafından hayata geçiriliyor.
Kadınların çalışma hakkını elinden almak da eşitsizliklerden birisi. Kadınların işgücüne katılımı 2002’den bu yana bu oranın “istikrarlı bir iniş” içinde olması.
Merak ediyorum, AKP’li milletvekili, bakan ve parti yöneticileri arasında eşlerin çalışma oranı nedir?
Yoksa, bu dünya görüşüne sahip kişilerde kadınlık vazifeleri evde çocuk ve koca bakmak üzerine mi kurgulanıyor? Buradan bakınca Başbakan’ın en az üç çocuk tavsiyesini nasıl okumalıyız?
Oysa, Türkiye’de 18.08 olan yoksulluk oranı, çekirdek ailelerde düşük kalıyor. Ama hanedeki fert sayısı arttıkça yoksulluk oranı da yüzde 25 sınırına dayanıyor. Bunu ben değil, TÜİK rakamları söylüyor.
Yoksulluğu en derinden hisseden ise ne yazık ki yine kadınlar oluyor.
BM’nin New York zirvesine 2000 yılında sunulan rapora göre dünya yoksullarının yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor.
Dolayısıyla Kadınlar Günü’nde kadınlara bir gül dalı vermek değil marifet... Bu konuyu ana politik eksenden koparmadan ısrarla gündemde tutmak.
Mazeret başkanı
BAŞKENT artık sadece mazeretlerin havada uçuştuğu bir şehir.
Hani espri klişesi vardır, “Elektrikler kesikti dersimi çalışamadım” diye.
Gökçek’in evinde sanki hep elektrikler kesik, hiç dersini çalışmıyor. Dersini çalışmak yerine bütün vaktini bilgisayar başında geçiren liseliler gibi.
Sınav günü gelince de başlıyor mazeretleri sıralamaya.
Metroyu bitirmeyi beceremiyor, 18 sene önce görevden ayrılan Murat Karayalçın’ın borçlarından dem vuruyor.
Ankaralılara ait doğalgaz sistemi borçlar karşılığında, üstelik onlar da tam olarak kapatılamadan ellerden kayıp gidiyor, suçlu yine Karayalçın’ın borçları.
Alelacele yaptığı kavşakları, alt geçitleri sel götürüp, bozkırın ortasında dalgıçlı arama-kurtarma sahneleri yaşanınca dünyadaki sel felaketlerinden fotoğraflar gösteriyor.
Son kar felaketinden sonra da aynı şeyleri yaptı. Dünyadan kar manzaralarını dayadı yüzümüze.
Ama dünyadan karla mücadele fotoğraflarını göremiyoruz nedense.
Keşke bu şehirde, mazeretlere yaslanmadan hataları ve yapılan işleri objektif değerlendirebilsek.
Paylaş