Herkesin birbirini tanıdığı ufak yerlerde büyüyenler ya da yaşayanlar, en az benim kadar, hatta benden de iyi bilirler, oralarda herkesin korkulu rüyası olan insanlar vardır.
Bu kişiler oralarda yaşayanların deyimi ile ‘adım atsanız, koştu’ derler. İşleri güçleri olmadığı ve bu sebeple de çok fazla boş zamanları bulunduğu için, tüm uğraşıları ‘kim ne giymiş’, ‘kim ne yapmış’, ‘Ali, Ayşe’yi seviyor mu’, ‘Ayşe, Ali’yi seviyor mu’ ile ilgilenmektir. Bu şahıslar, Türk hukuk sisteminde iddia makamı olan savcının ‘kasaba’ versiyonlarıdır.
Türk hukuk sisteminde savcılar nasıl her önlerine gelen iddianamede herhangi bir suçla suçlanan ‘zanlıların’, yasanın belirlediği en ağır ceza ile cezalandırılmalarını isterlerse, işte bu ‘hiçbir eğitim almadan kasaba kadısı olmuş’ kişiler de kendilerinden başka orada yaşayan herkese en ağır cezayı keserler! Sebebini, nedenini, niçinini düşünmeden, araştırıp soruşturmadan, hatta bilip bilmeden!
Herkesin korkulu rüyası, bu yürüyen ‘engizisyon mahkemeleri’dir oralarda... Onlara değmemek, onlara bulaşmadan yaşamak için neredeyse herkes hayatını ‘cehenneme’ çevirir. Görünür ama görünmez kişilerin koydukları kurallar, neredeyse ‘şeriat kuralları’ gibidir. Bu kısırdöngünün içinde siz de yerinizi aldığınızda, artık çok da fazla yapacak bir şeyiniz kalmamıştır zaten. Size onlar gibi davranıp onlar gibi yaşamak, onlar gibi düşünüp onlar gibi olmaktan başka hiçbir seçenek bırakılmamıştır.
Birazcık ‘asi ruhlu’ iseniz, önceleri bu sisteme karşı ‘başkaldırmaya‘ çalışırsınız. Siz başkaldırmaya çalıştıkça, onlar ‘yılanın başını’ her seferinde daha da fazla büyüyen taşlarla ezmeye başlarlar. Bu ‘sidik yarışı’nı tabii ki siz kaybedersiniz, onlar kazanırlar. Bir gün bir bakarsınız ki siz de teslim olmuşsunuz ona, onlara!
Bu teslimiyetin üzerinden zaman geçtiğinde, biraz daha olgunlaştığınızda, onlar için yaşadığınız günlere çok hayıflanırsınız, çok pişman olursunuz ama iş işten geçmiştir artık... Olmasını istediğiniz tek şey ‘sizden sonrakilerin sizin gibi olmaması, onlara teslim olmamasıdır’...
İşte küçük yerlerin vicdanının sesi ‘doğrucu Davutlar’, Terminatör gibi ‘I’ll be back’ (geri döneceğim) dediler ve bu kez Türkiye sathında ‘Radyo Televizyon Üst Kurulu’ adıyla aramızdalar!
RTÜK üyeleri de her şeye sadece ‘kendi değer yargılarını‘ gözönünde bulundurarak karar veriyorlar. En son Digitürk’ün Moviemax kanalında yayınlanan ‘Kill Bill’ filmi için Digitürk’ü uyardıklarını okuduğumda ‘artık bu kadar kraldan çok kralcılığa da pes doğrusu‘ dedim! Digitürk’ün bu filmi yayınlayan kanalı zaten ‘Pay TV’. Yani canı isteyenlerin, hadi daha da ileri giderek ‘para verip film seyredecek kadar parası olanların’ para verip satın aldıkları ve izledikleri bir kanal... Yani isterseniz seyredersiniz, istemezseniz seyretmezsiniz, parası neyse ödemişsiniz! Üstelik uyardıkları film de ‘Kill Bill’... Neredeyse daha şimdiden ‘kült film’ haline gelmiş bir film! Ama bizim RTÜK ‘kült, mült’ anlamaz. Beğenmedi! Uyardı! Canı sıkılırsa trilyonlarca lira ceza verir. Daha da kızdırırsanız, lisansınızı iptal eder. Hayatınızı cehenneme çevirir!
Hani basın toplantısı düzenleyip hepimizi bilgilendirdiler ya ‘reality show’lar’ konusunda... Sonra da o basın toplantısının ardından yayınlanan ‘Size Anne Diyebilir miyim’ programının finali yüzde 70 (yazı ile yetmiş) izlenirlilik oranına ulaştı ya... Şimdi ben Digitürk’ten rica ediyorum, ‘şiddet şaheseri Kill Bill’ filmini RTÜK’ün değer yargılarını düşünmeden, kaç ahlaksız Türk seyircisi seyretti bir açıklasın lütfen!
Şimdi bir de ‘dil polisliğine’ soyundular. Dil eğitim sertifikan yoksa, televizyonda sunuculuk yapamazsın! Bütün televizyon sunucuları RTÜK’ün istediği gibi konuşabilmek için, ellerinde kitap defter okullu olacaklar! Yaşasın okulumuz!
İnsan bazen hakikaten dehşete düşüyor ve ‘eski günlerini’ özlüyor! Olur şey değil!