1071’de girdiğimiz ve Malazgirt Zaferi sayesinde ‘vatan’ dediğimiz bu topraklardan tamamen çıkarılmak üzereydik. 850 yıl boyunca vatanımız olan topraklar bölüşülmüş, emperyalist güçler ve bu toprakların hayaliyle yaşayan yardakçıları dört bir yanı işgal etmişlerdi. Fakirdik, eksiktik, zayıftık.
Bir karşılaştırma yapılmak isteniyor ya Malazgirt Zaferi ve Büyük Taarruz arasında, yazık ediliyor.
Malazgirt olmasaydı, hiçbir şey olmazdı.
Büyük Taarruz olmasaydı, artık olmazdık!
Hatta aynı anda üç aylık yaz tatilini de geride bıraktık. Okulların açılması an meselesi. Bu Pazartesi var ya, sendromu en güçlü pazartesi!
Pazartesi sendromunuzu beş dakika hafifletebilirsem ne mutlu bana. Benim testleri bilen bilir, en muhtemel cevap her zaman (e) şıkkıdır. Maksat iki gülümseyelim, kafayı yormadan testi çözelim. Haydi buyurun!
*
Bayramı geride bıraktık ama sanırım bir çoğumuza bir kısacık tatil daha lazım dinlenmek için. Gezenler dönerken trafikten perişan oldular, evde kalanlar misafir ağırlamaktan. Hiçbir bilimsel veriye dayanmayan, kendi yaptığım gözlemlere göre, yurdumuz erkeği acaba aşağıdakilerden hangisini hiç sevmemektedir?
*
‘Bayramda biz çocuklara yeni pabuç alınırdı, yastığın yanına koyar öyle uyurduk’ diye anlatıyor bir büyüğümüz. Nerede o eski bayramlar başlığı altında işliyor bu konuyu da tabi. Amca, hatırladığın şey bayramda alınan pabuç. Hatırlamadığın ise, bayramdan bayrama alınması. Artık yılda kaç tane pabuç alınıyor bebelere biliyor musun?
*
Bir dalınıyor konuya, ‘nerede o eski bayramlar’ diye; pamuk helvacı, baloncu, macuncu, helva şekerci, mahalleye kurulan salıncakçı, el öperek mahalleyi dolaşan çocuklar, tebrik kartları, hatıra fotoğrafı çeken fotoğrafçı. Bayram değil, belediyenin kurduğu panayır yeri. Hepsi günümüzün şartlarına yenik düşmüş diye hayıflanıyor büyükler.
Şu kardeşiniz de sizin için el emeği göz nuru bir pazar testi daha hazırlamış, buyurun içeri! Ha, bilenler biliyor, bilmeyenlere deyivereyim; soruların en muhtemel cevabı her zaman (e) şıkkı benim testlerde. Maksat, zaten yanmış kafalara bir serinlik olsun...
*
Amerika’nın ergen başkanı Trump, Twitter’dan paylaşım yaparak dünya politikası yönetirse, bizim vatandaşımız da kendine özgü protesto yöntemlerini kullanır tabi ki! Antalya Oto Sanayi’nden bir arkadaşımız da, direk Cumhurbaşkanı’na hitaben yazdığı sosyal medya paylaşımında; Amerika’dan alması, gelmesi yıllar süren F-35 savaş uçakları hakkında, ‘Almayın, biz kendimiz yaparız!’ diye isyan etmiş. Vatansever duygularla yazıldığına eminim fakat özgüvenine hayran olduğum(!) bu paylaşımın sahibi Cumhurbaşkanı’ndan uçağı yapabilmek için ne istemiş?
*
*
Tatil derken yurtdışı tatilini kastetmediğimi herhalde, anlamışsınızdır. Yunan adalarına tatil planı yapıp, kış günü kredi kartına yaslanıp, önden önden ödeyen arkadaşlarım; şimdi ‘verdiğimiz para yanmasın’ diye mecburen gittikleri tatillerde, giderken yanlarına kuru köfte, isli et, sepet peyniri ve hatta bir kaç zeytinyağlı alma planları yapıyorlar. Tamam, yol ve konaklama paralarını ödemişler de, orada ne yer, ne içerizin derdine düşmüş durumdalar. ‘Biz Türk’üz, bize bir şey olmaz. Atalarımız gibi atımızın terkisine isli et koyar, yola devam ederiz!’ kafasına geçmiş durumdalar.
İsli eti yedin diyelim, susamayacak mı insan? İki Euro’ya bir pet şişe su almak koyacak tabi yurtdışı tatilcilerine. Damacanayla su götürmek de olmaz, en büyük problemleri su! Cidden kara kara düşünüyorlar. Bu durumdaki bir arkadaşım, valize su arıtıcısını koyarak işi çözme niyetinde.
*
*
Doların yükselişiyle gündeme gelen ve sosyal medya ahalisinin ‘hepimiz aynı gemideyiz!’ ve ‘hayır efendim, değiliz!’ şeklinde tartışmalara sakız ettiği Titanik adlı transatlantikle ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a)269 metre uzunluğuyla, o dönemin en büyük gemisiydi
b)Günde 600 ton kömür yakıyordu
c)Sadece geminin üçte birini kurtaracak sandal içeriyordu
d)Gemide 2229 yolcu ve mürettebat bulunmaktaydı
Biraz enerji depolayalım, dostlarla laflayalım, kafamızı toplayalım da dönelim.
Sağlıcakla kalın...
*
Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Ailemizin sahip olduğu değerlerin dışına çıkamadan belli bir yaşa geliyoruz. İstemeyi, isteyememeyi, talep etmeyi, hiç talep edememeyi, çekinmeyi, korkmayı, sevmeyi, sevilmeyi, kimi seveceğimizi, kimden nefret edeceğimizi hiç bir inisiyatif sunulmayan bir ortamda öğreniyoruz. Kafamızı kaldırıp etrafa bakacağımız yaşta, en derinlerde, değer yargılarımız çoktan oluşmuş oluyor.
*
Ailemizin yaşamayı tercih ettiği yerde büyüyoruz. O ülkenin, o şehrin şartlarıyla yetişiyoruz. Evimizin bulunduğu küçük mahallenin olanaklarıyla sınırlı başlıyoruz hayata. Başkasını bilmiyoruz, başka bir hayatı öğrenemiyoruz. Bu yaşlarda, gördüğümüz başka hayatları anlayamıyoruz. Ailemizin değerlerine uymayanları sevmemeyi, onlardan geri durmayı öğrenerek büyüyoruz.
Daha küçücüğüz; bu yanlıştır, bu doğrudur, bu günahtır, bu sevaptır, bu yapılmaz, böyle yapılır, bu sevilir, bundan nefret edilir diye kodlanıyoruz.