Gothica korku atmosferini iyi kuruyor, sonrası fos
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Gothica’ya Halle Berry’yi izlemek için gitmedim. Şu sıralar hiç korku filmi izleyecek ruh halinde değilim.
İstediği kadar Oscar’lı olsun Halle Berry’nin oynadığı bir korku filmini izlemek de en son tercihim olurdu. Eğer yönetmen La Hain (Nefret)’den tanığım Mathieu Kassovitz olmasa (Belki de siz onu daha çok Amelie’deki ‘erkek arkadaş’ rolünden tanıyor olabilirsiniz). Bir şeyi itiraf edeyim Gothica’yı izledikten sonra oturdum La Hain’i bir kere daha izledim. İşsizliğin çığ gibi büyüdüğü, işsizlere karşı önyargıların garip bir şekilde şekillenmeye başladığı ve işsizlerin de işe yaramazlık duygusunu gün geçtikçe daha derinden hissetmeye başladıkları Türkiye’de oturup herkesin bir kere daha La Hain’i izlemesi gerekir. Ya Gothika?
Gothica bir hayal kırıklığı. Kassovitz filme iyi başlıyor, korku atmosferini iyi kuruyor, sonrası fos. Kassovitz’in en büyük sorunu senaryo. Eğer senaryo saçmalıyorsa bir yönetmen bu saçmalığın üstesinden nasıl gelsin? Zaten konu resmen Ring’den (Halka) aşırma. Hadi gelin biraz daha insaflı olalım, konu resmen ‘klişe’. Hastane-hapishane psikoloğu Miranda’nın Chloe (Penelope Cruz) isimli bir hastası var. Chloe paranoid halüsinasyonlar görüyor. Miranda hastasına ‘deli’ gözüyle bakıyor. Ama daha sonra aynı halüsinasyonları kendi de görmeye başlıyor. Bu kez herkes Miranda’ya deli gözüyle bakıyor. Sonra anlıyoruz ki, Miranda da Chloe gibi bir cinayet kurbanı tarafından uyarılmaya çalışılıyormuş. Bak şu tesadüfe!
Gothica’nın korkutmadığını söylersem yalan olur. Film, korku filmlerine has beklenmeyen görüntüler ve bu görüntülere paralel ses efektleriyle dolu. Ancak filmde Kassovitz’i ayırıcı kılan yeni bir şey yok. Bu nedenle de bu sahneleri biraz ucuz korku sahneleri olarak tanımlamak mümkün. Kassovitz niye Miranda rolü için Halle Berry’de ısrar etmiş anlaması zor. Hem Kassovitz’e, hem de Halle Berry’ye yazık olmuş. Tamam Halle Berry’nin makyajsız hali ‘hortlak’ etkisi yaratmak için birebir, ama Miranda rolü için de bu etkiyiyaratmaktan daha fazla şey gerektiği ortada. Miranda rolü Berry’ye iki numara bol gelmiş. Sanırım hálá Gothika bir yerlerde oynuyor. Gitmediyseniz zorlamayın, DVD’sini izlemek daha akıllıca olabilir.
Birol Güven cehennemde yanacak
Pınar Altuğ’u, özel hayatı dizideki rolüyle çelişiyor diye Çocuklar Duymasın’dan ayırmanın gereksiz bir işgüzarlık olduğunu düşünüyordum, hálá da öyle olduğunu düşünüyorum.
Pınar Altuğ ile ilgili haberler nedeniyle Çocuklar Duyması’nın ratinglerinin kesin olarak etkileneceğini söylemek için hiçbir bilimsel kanıt yoktu ki. Bir süre beklenir, eğer analizler izlemenin etkilendiğini gösterirse gerekli önlem ondan sonra alınabilirdi. Hatta o dönemde dizi Star’a geçiyordu ve Star da AGB ölçümleri dışında kaldığı için neyin nasıl etkileneceğini bilmek zaten mümkün olmayacaktı.
Pınar Altuğ’u Çocuklar Duymasın’dan aforoz ettikten sonra iki defa Birol Güven’le rastlaştık, ikisinde de Pınar Altuğ konusundaki çıkışına katılmadığımı söyledim. ‘Bazen böyle şeyler yapmak gerekiyor’ şeklinde yanıtlar verdi.
Birol Güven en son bu konuyu Fatih Altaylı ile Teke Tek’te tartıştı, orada da sanki vicdan azabı çekiyormuş gibi bir izlenim edindim. Bence vicdan azabı çekmekte de haklı.
Birol Güven’in ‘Midyeden Suşiye’ isimli kitabını okudum. Kesinlikle diyorum ki, Birol Güven Pınar Altuğ’a çektirdiklerinin cezasını ödemeli (belki de ödüyor). Bu kitapla bu olayın ne alakası var diyorsunuz değil mi? Bence var. Pınar Altuğ’u özel hayatı nedeniyle ‘zayıf bir olasılığa karşı’ diziden uzaklaştıran birinin yaptığı her işte de mükemmelliyetçi olması beklenir.
‘Midyeden Suşiye’yi okuduktan sonra iddia ediyorum Birol Güven çok rahatlıkla ikinci bir Aziz Nesin olabilir. Yaşadığı olayların komiğini çıkarmada, yaşadıklarını hayatın diğer yaşanmışlıkları ile bağdaştırıp tanımlamada inanılmaz başarılı, çok da arı, duru bir Türkçe’yle yazıyor. Ama Birol Güven’in ihtiyacı olan şey sabır, biraz da ‘toplumsal eleştirel’ bakış açısı.
‘Midyeden Şuşiye’ çok aceleye getirilmiş, adeta şişirilmiş çok sığ bir deneme. Hatta büyük bir olasılıkla ‘Sosyeteye Giriş Rehberi’ haline de kitap yayına hazırlanırken getirilmiş. Kitabın ilk 60 sayfasının sosyeteyle falan alakası yok. İlk altmış sayfada Birol Güven gençliğinden birtakım bölük pörçük alıntılar yapmış, hepsi o kadar. Daha sonra da balıklama daldığı ‘sosyete hayatı’ ile bölük pörçük dalgasını geçmiş. Tahminen yayıncı da ikinci bölümün ‘medyatik’ tarafları olduğunu düşünerek kitaba ‘Sosyeteye Giriş rehberi’ adını vermeyi uygun bulmuş, bu pazarlama taktiği de işi biraz ucuzlatmış.
Birol Güven’den Çocuklar Duymasın’daki, Ayrılsak da Beraberiz’deki başarılarından sonra çok daha ince elenmiş sık dokunmuş bir ‘eser’ beklerdim, ‘çekirdeklik’ niyetine yazılmış doldur-boşalt anekdotları değil. Eğer Birol Güven böyle bir kitapla gelmezse bırakalım cehennemde yansın. Zekasına haksızlık edenin cezalandırılması şart!
Kill Bill yeni bir tür: Şiddet komedisi
Kill Bill’i biraz geç olsa da sonunda izledim. Tarantino’nun bu kez hem şiddet işini abarttığını hem de ciddiyet-mizah dengesinde kantarın topuzunu mizah yönünde kaçırıp ortaya bir şiddet komedisi çıkardığını düşünüyorum. Bu kadarına gerek var mıydı? Yoktu. Bu denge kaçmasaydı Kill Bill çok daha fazla ciddiye alınabilecek bir film olabilirdi. İlk bölümün orta yerindeki çizgi film yoluyla anlatımı hiç ama hiç sevmedim. Hem çok ucuz bir anlatım olmuş ve hem de filmi orta yerinden koparmış. Her şeye rağmen Kill Bill 2’yi merakla bekliyorum. Yanlış anlamayın, kana susamış biri değilim. Tarantino ne çekse sinemanın içine düşenler tarafından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kabul edelim adamın beyni farklı çalışıyor , böyle bir fark da her zaman değer verilip zaman ayırmayı hak ediyor.
Cuma Takıntısı
Bu hafta sonu ‘Neredesin Firuze’ye taktım. Uzun süredir fragmanları bende bu kadar merak duygusu uyandıran başka bir film anımsamıyorum. Ne o öyle sarı renkte janjanlı takım elbise giymiş Haluk Bilginer, Özcan Deniz, Cem Özer falan... Ne yapmış Ezel Akay böyle?
Cuma ALINTISI
Bir zamanlar Darıca’da sahilde, teneke üzerinde midye pişiriyorduk. Sonra bir sürü şey oldu; üniversite, iş dünyası, medya dünyası falan filan. Şimdi tekrar Darıca’ya yerleşmeye çalışıyorum. Hayatımın bundan sonrasını da orada geçireceğim. Eğer hálá kaldıysa, yine teneke üzerinde midye pişireceğim. Ve şimdi soruyorum kendime, Darıca’da midye pişirmek için ne gerek vardı bütün bunlara? (Birol Güven, Midyeden Suşiye,s.136)
Cuma PARILTISI
Bu haftaki parıltımız Necmi Gültekin’den:
Yaşlı adam yeni evlenen oğlunu ziyarete gitmiş. Bir de bakmış oğlu evde çırılçıplak dolaşıyor, sormuş: ‘Ne bu hal?’.
‘Karımı bekliyorum baba!’.
‘Bu halde mi?’
‘Aşk elbisesi baba, aşk elbisesi sen anlamazsın!’.
Adam şöyle bir yutkunmuş, hoşbeş etmiş, hemen eve gitmiş ve soyunup karısını beklemeye başlamış. Çok geçmeden karısı gelmiş ve kocasını o halde görünce sormuş: ‘Bey bu ne hal?’
‘Aşk elbisesi hanım aşk, sen anlamazsın!’..
Kadın yapıştırmış: ‘Tamam da hiç olmazsa ütüye verseydin!’