Paylaş
“Sen söyle, kar neden yağar?” dedi Cennet’in oğlu. Muhtar sustu. Birden döndü sonra, köy alanındakilerin şaşkın bakışları altında muhtarlık odasına girdi. (...) Peşinden gelen bekçiye; “Artık üstüne gitme o çocuğun” dedi bu yüzden. “Deli milletine katıldı o; ne ne yapacağı bilinir, ne ne söyleyeceği...”
Bu satırlar Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler adlı romanından... Cennet’in oğlu ‘delilere karışmıştır’ ve sorup durmaktadır: “kar neden yağar?”Delilere karışmamış biz sıradanlar da hayatımızda en az bir kere sormadık mı; kar neden yağar?
Haftaya kar alarmıyla başlamıştık ya; pazartesi akşamı postu eve serince, rutin işlerin kir pasından arınarak, iklimin ruhuna uygun nevaleyi de hazırlayıp –sırtı ve ayakları sıcak tutacak pılı pırtı, türlü çeşitli sıcak içecekler, geçmişte okunup sevilmiş keyif garantili birkaç kitapla, -biri de Gölgesizler- pencere önüne konuşlandım.
Çocukluğum kar alan coğrafyalarda geçti. En derin çiziklerim Ankara’dan kalma. Ve bellek mönümde iştah açıcılardan en hızlı kana karışanını okuyorum. Yılmaz Erdoğan’ın Ankara şiirini... Hiç bitmesin uzunluğundaki Ankara şiiri şöyle sonlanır:
(...) Ankara’ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman Ankara’ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
Metin Kaçan’ın romanından uyarlanan Ağır Roman
ÇÖZÜLSÜN BU SORUN
Katılır mısınız bilmem; kar, yanında bakiyesi tatlı bir sessizlikle gelir: Kar sessizliği... Suyun en filinta halidir kar. Simyası sesleri soğurur bir şekilde. Beyaza kesmiş bir şehir, ne denli azgın olursa olsun kar tutunca sakinleşir, uysallaşır. Karlı, görece sessiz bir şehir; akılçelen, odaktan uzaklaştıran, dağıtan, geren ve yoran onca patırtıdan sonra nihayet bir düşün’lük yer açar şuurumuzda.
Dışarı bakıyorum. Şehir çoktan beyaza boyandı. TV’de çok bilir görünen bir kişi İmralı ile başlatılan görüşmelerle ilgili yorum yapıyor. ‘Dört basamaklı merdiven stratejisi’ diye bir şeyden söz ediyor çokbilirkişi. Kürt sorununun çözümü için atılan olumlu adımın dramaturjisi yapılıyor programda. Kaç basamaklı olursa olsun, gerekiyorsa ağır ağır, mümkünse üçer beşer tırmanarak basamakları, çözülsün bu sorun.Travmalarımızı atlatmak, yaralarımızı iyileştirmek için uzun zamana gereksinim olacak. Bir an önce çözülsün bu acı düğüm ki; birbirimizi saymayı, sevmeyi ezber edelim artık...
Gölgesizler
KAÇAN’IN ARDINDAN
Balkonun tahta trabzanı kar biriktirmeye başladı. TV’yi kapatıp, Erkan Oğur dinlemeye karar veriyorum. ‘Pencereden kar geliyor’ türküsü tınlıyor içerde, sessizliği yırtmadan, yormadan... Oğur’un müziği şaman şifası gibi sarıp sarmalıyor ruhu ve bedeni. Yıllardır yitirilen canların, yakıcı hatıralarının, yanan ana, baba, kardeş, yoldaş yüreklerinin ağusu, kar olmuş yağsa da üstümüze, şimdi aynı sofrada varlığı yokluğu paylaşma ihtimali ısıtıyor içimizi...
Yazar Metin Kaçan, Boğaz Köprüsü’nden atlayarak hayatına son verdi. Kaçan 18 yıl önce darp ve tecavüzle suçlanmış, tecavüz kanıtlanamamış, sekiz ay cezaevinde kaldıktan, orada 11 kişi tarafından şişlenip ölümün kıyısından döndükten sonra tahliye edilmişti. Asıl ıstırabın cezaevinden çıkışıyla başladığınıysa, çok sonra Ayşe Arman’ın gerçekleştirdiği bir röportajda kendi ağzından okumuştuk. Röportajın bir yerinde; “ Hayata ve insanlara karşı müthiş bir öfke vardı içimde. Yedi yıl oldu, bu hadiseyle yaşıyorum. İnsanların bakışı rahatsız edici, gözleriyle bana ‘Sen tecavüzcüsün’ diyorlar. İyi de kimse meselenin aslını bilmiyor! 36 ay ceza geldi. Bu kadar rezil bir adamsam, neden beni bıraktılar” diyordu.
Amacım, bir intiharın ardından özellikle sosyal medya aracılığıyla canına kıymış birine yöneltilen küfür ve hakaretlerin itkisini anlamaya çalışmak. Aslında bu olay linç kültürünün açık bir göstergesi ve kulaktan dolma bir görüye sığınarak nefret suçu işlemenin bir başka örneği. Dikkat çekmek istediğim nokta; şiddet uygulayarak suç işlemiş, cezalandırılmış, süreçte kendisi de şiddete uğrayarak ölümden dönmüş, mahkemece serbest bırakılmış, yıllarca artçı nefret ve izolasyona tabi tutulmuş bir insanın -üstelik intiharının ardından- hâlâ linç edilmeye çalışılması. Victor Hugo’nun Sefiller’ini ölümsüz kılan şey, romanın müthiş karakteri Jean Valjean’ın uğradığı lince okurun gösterdiği vicdani tepki değil midir? Büyük memleket sorunlarının çözümü için toplumsal vicdanın olmazsa olmaz olduğu bir zamanda ürkütücü bir davranış bozukluğu değil mi bu acımasızlık? Görmezden gelinen kitlesel suçlar, görünen, duyulan ve cezalandırılan bireysel suçlardan daha derin ve travmatik değil mi?
DOĞU’NUN KAFKA’SI
Kar yağmayan ama içinden kar geçen bir filmi, senaryosunu Ümit Ünal’ın Hasan Ali Toptaş’ın aynı adlı romanından uyarlayarak yazdığı ve yönettiği ‘Gölgesizler’i izlemenizi öneririm. Ünal senaryosu için; “Toptaş’ın romanından çıkabilecek birçok senaryodan biridir” der... Yönetmen dramaturjisinden süzülmüş ince bir uyarlamayı, Ümit Ünal’ın her filmiyle seyircisinde beklenti yaratmayı başaran sinemasını, ‘Doğunun Kafkası’ olarak da anılan Hasan Ali Toptaş’ın has edebiyatının ayak izlerini ve özenli bir toplu oyunculuğu gözlemleyebileceğiniz ‘Gölgesizler’, dvd arşivinizin tozlanmayan örneklerinden biri olacak.
...
Sahi; kar neden yağar? Belki biraz durup düşünelim diye yağıyordur kar. Neyi, neden yaptığımızı. Hayatımızı sadece yapıp ettiklerimiz değil, yapmadıklarımız, etmediklerimiz, söylemediklerimiz de belirliyor olabilir mi? Düşünmek için bir sonraki kar alarmına kadar vaktiniz var mı? Var mı hâlâ vaktimiz gerçekten?
Sıcak kalın...
Paylaş