Paylaş
Daha önce o “güzel” sözlerin aynı erkek tarafından bir başka kadına söylendiğini biliyorsa...
Akşamüstü...
Güneş çekilmiş, ardında sudan çıkmış cam gibi parlak ve lekesiz bir gökyüzü bırakmış, kış alışkanlıklarıyla yakılmış lambalar berrak aydınlığın içinde çevrelerindeki minicik haleleriyle mücevherler gibi ışıldıyorlar.
Cadde boyunca uzanmış ağaçlar diri, yeşil ve gençler.
Köşebaşlarındaki çingenelerin önlerine dizilmiş çiçeklerden havaya karışan ılık bir rayiha yumuşak dalgalar halinde sarıyor yürüyenleri.
Kafelerin, barların, lokantaların kaldırımlara uzanan bahçelerindeki masalar yavaş yavaş dolmaya başlamış.
Telaşsız, usul bir sevinç bahar akşamına karışarak yürüyenlerin yüzlerine yansıyor.
Birden, sertliğinde kızgınlıktan çok kırgınlığın ve acının yakıcılığı hissedilen bir kadın sesi duydum.
- Bana güzel bir şey söyleme...
Rahatsız etmemeye çalışarak gözümün kenarıyla baktım.
Yanlarından akıp giden hayatın farkına bile varmayan bir kadınla bir erkek kalın gövdeli bir ağacın altında duruyorlardı.
Kadının güzel yüzündeki hatlar o an hissettiği acıyla derinleşip kararmıştı, hiçbir insanın ulaşamayacağı bir ıssızlığa savrulmuş gibi yapayalnız ve çaresiz bakıyordu.
Erkeğin yüzünde ise artık kadını inandıramayacağını hissettiği için acısını yatıştırmaya bile çalışmayan utangaç bir keder seziliyordu.
Yaşlı değillerdi ama yaşlanmış gözüküyorlardı.
Yürümeye devam ettim.
Yeniden arkama dönüp baktığımda kadın, iki eliyle şakaklarına bastırarak saçlarını geriye doğru itiyordu.
Konuşmuyorlardı.
Birbirlerine bakmıyorlardı da.
Bir daha döndüğümde aramıza bir kalabalık girmişti, onları göremedim.
Ama kadının sesi ve o tuhaf cümle beni de kavrayıp baharın içinden kopartmıştı.
- Bana güzel bir şey söyleme.
Kendine çarpan bir yıldırımla yıkılmakta olan bir tapınağı hatırlatan acı dolu yüzünden, biraz önce duyduğu “güzel” sözcüklerin onu ağır bir şekilde yaraladığı anlaşılıyordu.
Onun hafızasının havuzuna düşen o sözcükler o suda tahmin edilemeyecek hareler yaratmış, kimbilir ona neler hatırlatmıştı.
Kadının sesini düşünüyordum.
Kendisini kızdıran bir adamın daha sonra “güzel” sözlerle onu yatıştırmaya çalışmasına gösterilen nazlı bir tepki değildi o.
Gönlünü almaya çalışan bir erkeğe, henüz barışmaya hazır olmadığını, bir süre daha bu gerginliği yaşamaları gerektiğini, acemice acele etmemesini, doğru zamanı beklemesini söyleyen sıradan bir kızgınlığın uçuculuğunu taşımıyordu.
Hayatını dipten sarsan daha derin bir kırılmışlığın sesiydi.
Sanki bir şey, onun yaşama gücünü yaratan cevhere dokunmuş, o cevheri örselemişti, hayatın dışına doğru kayan bir ifade vardı her vurgusunda.
Cadde lambaları, parlak maviliğin altında gümüş bir zincir gibi sadece kendilerini aydınlatarak uzanıp gidiyordu.
Bir erguvan ağacının yanından geçtim.
Birden farkettim.
O sesi tanıyordum.
Aldatılan bir kadının, sadece kendini aldatan erkeğe değil hayatın kendisine küsmüş sesiydi o.
Kendisini aldatan erkeğin “güzel” sözleri niye üzüyordu onu peki?
Teselli etmesi, bir pişmanlık ifadesi olarak acısını yatıştırması gerekmez miydi?
Erkek geri gelmiş, bir bahar akşamüstü ışıklar içindeki ılık bir caddede diğer insanların en azından görünürdeki mutluluğuna karışmaları için “güzel” sözlerle ona olan sevgisini, belki de hayranlığını dile getirmişti.
Acısı tek bir konuşmayla dinmese, birkaç cümleyle iyileşmeyecek kadar derin yaralanmış da olsa “güzel” sözlerin onu bu derece kederlendirmesinin sebebi neydi?
Niye o “güzel” sözler ona o kadar düşmanca gözükmüştü?
Ne hatırlatmıştı ona?
Solgunlaşmaya başlayan gökyüzünün maviliklerinde bir sığırcık sürüsü oyunbaz daireler çizerek uçuyordu.
Güzel sözcükler ona kötü bir şey hatırlatıyor olmalıydı.
Söylenen cümlenin kendisi değildi onu üzen, o cümlenin ona hatırlattığı her neyse ona üzülüyordu.
Ne hatırlatıyordu?
Genç bir çift küçük çocuklarına simitçinin susam kokulu bir tablasından bir simit aldılar gülerek.
Çocuk, minik dişleriyle iştahla ısırdı simidi.
Kendi inleyişimi duydum, “ah” diyen bir ses çıkmıştı ağzımdan.
Farkettiğim bir şeyle inlemiş ama neyi farkettiğimi ancak inledikten sonra zihnimin aydınlığında görebilmiştim.
Bir kadın, kendisine sevdiği erkek tarafından “güzel” bir söz söylendiğinde ancak bir tek koşulda böylesine kederli bir isyanla “bana güzel sözler söyleme” diyebilirdi.
Daha önce o “güzel” sözlerin aynı erkek tarafından bir başka kadına söylendiğini biliyorsa...
Ağacın dibindeki o yıkılmış yüzlü kadın, sevdiği erkeğin bir başka kadına da “güzel” sözler söylediğini duymuştu.
Bundan emindim.
Kötü bir talih eseri o korkunç bilgiye sahip olmuştu.
Artık ne zaman o erkekten “güzel” bir söz işitse “diğer” kadını ve ona söylenenleri hatırlayacaktı.
Bütün güzel sözler o tek bir olayla zehirlenmişti.
Hepsi değerini kaybetmişti.
Sadece yalanları, acıları, kaybedişleri hatırlatacaktı ona.
O sözleri her duyduğunda bir başka kadının yüzü canlanacaktı gözlerinin önünde, sevdiği erkeğin o kadına gülümseyişini görecekti.
Çok uzun zaman bir daha o erkekten güzel bir söz duymaya tahammül edemeyecekti.
Hafızasının, bir kadının hoşuna gidecek sözcükleri biriktiren bölümü zehir karışmış bir tatlı su gölü gibi bir başka kadının varlığıyla ağulanmıştı, oraya ne zaman “güzel” bir sözcük düşse yarattığı dalgalanmalarla sadece acıları hatırlatacaktı.
Sevgi sözcükleri, hayatın zalim bir alaycılığı sonucu ihanetin unutulması güç sınırlarını çizmişti.
O kadın, hakaretleri, aşağılanmaları, kavgaları göğüsleyebilir, onları taşıyabilir, karşılıklarını verebilirdi.
Ama güzel sözleri taşıyamazdı artık.
Bir gün, geçmiş tümden kaybolmasa da zamanın tülleri arkasına çekilip silikleştiğinde, aralarındaki sevgi bir affedişle yeniden canlandığında, kadın o erkeğe sokulup, “daha önce hiç söylemediğin bir şey söyle bana” diye fısıldayacaktı.
Hiçbir hatırayı kımıldatmayacak yeni bir sözcük.
“Güzel” olmayan bir sözcük.
Başka kadınlara söylenmemiş bir sözcük.
Erkeğin, bir başka kadına sevgiyle, şefkatle, istekle yaklaştığını hatırlatmayacak bir sözcük.
Sanırım, erkek ancak sadece o kadına ait, sadece ona söylenen bir cümle bulabildiğinde kendini affettirebilecekti.
Ama o günlere daha epey zaman vardı.
Gökyüzü çivit rengini alırken vitrin ışıkları da keskinleşiyordu.
Ilık bir huzur vardı caddede.
Mutsuz bir kadının yanından, onun bir cümlesini duyarak geçmiştim.
O kadın ışıkları görmüyor, havaya karışan çiçek kokularını farketmiyor, neşeli bir kalabalığın kenarında onlarla hiçbir ortaklığı paylaşmadan, kendi acısının koyu karanlığına sarılmış olarak duruyordu.
Güzel olan her şey ona acıyı hatırlatıyordu.
Onun için derin bir kederle inliyordu.
- Bana güzel bir söz söyleme...
Paylaş