Güncelleme Tarihi:
Hayatın daha farklı aktığı, kitle iletişim araçlarının daha kısıtlı olduğu, evlerin baş köşesine TV'nin değil radyonun kurulduğu o eski zamanlar...
İnsanların kış aylarında kapalı sinema salonlarını doldurduğu, yaz aylarında da gökyüzünün altında kurulan o geniş perdeye bakarak birkaç saatliğine de olsa farklı dünyalara gittiği zamanlar.
Günümüzün teknolojiyle haşır neşir kuşakları için bunlar belki "tarih öncesi" bir öykü gibi geliyor kulağa. Ama o dönemin gerçekleri böyleydi.
Sinema, insanların en büyük eğlencesiydi.
Bir zamanlar siyah beyaz filmlerin en 'renkli' öykülerini anlatan yıldızlarından biriydi ünlü oyuncu.
O geniş perdede anlatılan öyküler öyle çok etkilerdi ki seyirciyi.... Kavga sahnelerinde filmin "esas çocuğuna" destek veren tezahüratlar yükselirdi.
Aşıklar ayrıldığında seyirci de onlarla birlikte ağlar, sevenler kavuştuğunda ise sanki kendileri kaybettikleri aşklarına sarılıyormuş gibi sevinirdi.
O zamanlarda perdeden akıp giden öyküler belki seyirciyi hiç bilmediği bir dünyaya götürüyordu. Ama filmler renkli bile değildi, siyah beyazdı. Bazen de gri...
Yine de o dünya, seyirci için rengarenkti.
SİYAH BEYAZ FİLMLERİN EN RENKLİ YILDIZLARINDAN BİRİYDİ
İşte o zamanlarda da her dönem olduğu gibi seyirciye renkli öyküler anlatan siyah beyaz filmlerin yıldızları vardı.
O zamanlar bugünkü gibi sosyal medya da olmadığından Yeşilçam filmlerinin yıldızları bir anlamda ulaşılmazdı....
Hayatları hakkında çok fazla bilgi sahibi olmak mümkün değildi. Ama aynı zamanda bir o kadar da yakındılar seyirciye. Çünkü bir setten diğerine koşarlar bir ay içinde birkaç filmde oynarlardı.
O yıldızların çoğu artık bu dünyadaki serüvenlerini çoktan tamamladı. Bazıları da hayatta olsalar bile kameraların karşısından çekildi.
Ama hepsinin ortak bir özelliği var ki hiç unutulmadılar. Seyircinin hafızasındaki yerleri asla silinmedi.
İşte şimdi bunlardan birini hatırlayalım ve bu dünyaya veda etmesinin 30'uncu yıl dönümünde onu bir kez daha bıraktığı hatıralarla analım istedik.
Yeşilçam'a güzelliği ve zarafetiyle damgasını vurmuş Küçük Hanımefendi... Yani Belgin Doruk!
'BURNUNUN UCUNAN KİRPİĞİNİN GÖLGESİNE KADAR GÜZEL': Onun, sonu hüzünlü biten hayat öyküsüne geçmeden önce yine bir dönemin ustalarından Zeki Müren'in Doruk'u nasıl tanımladığını hatırlayalım. Çok sayıda filmde birlikte kamera karşısına geçtiği rol arkadaşını on yıllar boyu hafızalardan silinmeyen şu sözlerle tanımlamıştı Müren: "Burnunun ucundan kirpiğinin gölgesine kadar güzel."
Yeşilçam'ın ilk büyük yıldızlarından biri olan Doruk, bu dünyadan gideli, tam 30 yıl oldu. Son nefesini verdiğinde sadece 59 yaşındaydı.
Ama filmleriyle, o nazik gülümsemesiyle hafızalardan silindiğini söylemek zor! Bunun nedeni de sadece oynadığı filmler değil; benzerine filmlerde bile zor rastlanacak hayat öyküsü.
ANNESİ SAYESİNDE SİNEMA TUTKUNU OLDU
Türk sinemasının özellikle siyah- beyaz dönemine birçok filmiyle damgasını vuran Belgin Doruk, 1936 Ankara doğumlu. Aile sonradan İstanbul'a taşındı.
Belgin Doruk'un sinema sevgisi daha küçücük yaşında annesi Refet Hanım sayesinde oldu. Şiirler de yazan Refet Hanım, bir sinema tutkunuydu. Belgin de annesiyle birlikte çok sayıda film izleyerek büyüdü... Ortaokul yıllarında ise hayali sinema oyuncusu olmaktı.
Bu hayalin bir sonucu olarak da dönemin en ünlü dergilerini takip ediyordu. Günün birinde Yıldız Mecmuası'na bir fotoğrafını yolladı. Katıldığı yarışmada birinci olup da dergiye kapak pozu verdiğinde ise yer yerinden oynadı.
Henüz 15 yaşındaydı ve okulu bu kadar küçük bir kızın dergiye kapak pozu vermesini onaylamadı. Belgin'e " Ya okul ya sinema" dediler o ise hayallerinin peşinden gitmeyi tercih etti. Okulun davranışına sinirlenen annesi diğer kızını da okuldan aldı.
HOLLYWOOD HAYALLERİ YARIM KALDI
1952 yılında Belgin Doruk, Çakırcalı Mehmet Efe'nin Definesi filmiyle oyunculuğa başladı. Bir yıl sonra Türkiye Güzeli yarışmasına katıldı. Ama ikincilikle yetinmek durumunda kaldı.
O sırada ilk filminin yapımcısı ve sonradan kocas ıolan Faruk Kenç'in Belgin Doruk için hayalleri vardı. Eğer dünya güzeli seçilirse Hollywood kapıları da açılacaktı.
Ama bu planlar suya düştü. Türkiye Güzeli tacı yerine ikinci seçilen Belgin Doruk, Avrupa Güzeli yarışmasına katıldı. Oradan da üçüncülükle döndü.
1952'de henüz bir ortaokul öğrencisiyken Yıldız Dergisi ve İstanbul Film'in açtığı yarışmayı kazanarak sinemaya adım attı.
Aynı yarışmayı Doruk'un uzun yıllar rol arkadaşlığı yaptığı Ayhan Işık ve Mahir Özerdem de kazanmıştı.
YAKIN DOSTUNU ÇOK ERKEN KAYBETTİ
Zaten Belgin Doruk da kendisi gibi yarışmayla sinemaya adım atan Aylan Işık'la kamera karşısında iyi bir ikili oluşturdu.
Birlikte çevirdikleri 'Küçük Hanımefendi' serisi çok tutuldu. Melodramların ve duygusal güldürülerin değişmez oyuncusu oldu.
Işık ile ilk kez Öldüren Şehir filminde kamera karşısına geçen Doruk, yaptığı bir açıklamada, yakın dostluklarına ilişkin şu ifadeleri kullanmıştı:
"Yarışmadan sonra ben de Ayhan da 3 film yaptık. Dördüncü filmde buluştuk. Güzel bir filmdi. 1953 senesinden sonra kamera önünde 22 yıl beraberliğimiz oldu. Onun haricinde, ailece de çok iyi dost olduk. Biz bir sac ayağıydık. Ayhan, eşi, ben, Özdemir, Çolpan ve Sadri. Seyahatlerimiz oldu. Çok tatlı, acı anılarımız vardı. Yazık oldu. Her zaman düşünürüm. O kadar erken gitti ki. Niye gitti?"
KAÇ KUŞAĞIN GÖZÜNDE 'KÜÇÜK HANIMEFENDİ'
Doruk, 1970'te yapılan 2. Adana Film Festivali'nde 'Yuvanın Bekçileri' filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı.
Neriman Köksal, Kenan Pars, Muzaffer Tema ve Aziz Basmacı ile 1955'te "Ölüm Korkusu" filminde oynayan sanatçı, Zeki Müren'le başrolü paylaştığı "Son Beste", 1957'de ise Turan Seyfioğlu ile başrol oynadığı "Çölde Bir İstanbul Kızı" filmlerinde rol aldı. Son Beste sinemada inanılmaz bir ilgi gördü.
Başarılı oyuncu, Nejat Saydam'ın yönettiği, sinemanın unutulmazları arasında yer alan 1961 yapımı "Küçük Hanımefendi" filminde başrolleri Ayhan Işık ve Sadri Alışık ile paylaştı.
Film, yılın en çok izlenen ve en beğenilen yapımlarından biri olup, çok olumlu eleştiriler alınca, aynı kadroyla 1962'de "Küçük Hanım Avrupa'da", "Küçük Hanımın Kısmeti" ve 1970'te "Küçük Hanımın Şoförü" adlı devam filmleri çekildi.
Usta sanatçı Zeki Müren ile de birçok filmde rol alan Doruk, 1959'da "Kırık Plak", 1961'de "Hep O Şarkı", 1962'de "Bahçevan", 1963'te "İstanbul Kaldırımları", 1964'te ise "Hayat Bazen Tatlıdır" adlı yapımlarda oynadı.
ŞARKI SÖZLERİNİ UNUTTU... SAHNE HAYALİ SUYA DÜŞTÜ
Çalkantılı bir özel hayat sürdürdü Doruk. Önce kendisinden 30 yaş büyük bir adama, ilk eşi Faruk Kenç'e aşık olup evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu.
Sonra da ikinci evliliğini Özdemir Birsel ile 1961'de ikinci evliliğini yaptı. Oğlu Aydın, 1967'de dünyaya geldi. İkinci eşinde de aradığı mutluluğu yakalayamadı Belgin Doruk.
Eşinin iş gereği sık sık seyahate çıkması yüzünden kendisini kopkoyu bir yalnızlığın içinde buldu. Doruk 1970'li yılların başında dönemin en ünlü gazinosu Çakıl'da sahneye çıkmaya da hazırlanmış. Ama söyleyeceği şarkının sözlerini unutunca bu hayali de suya düştü.
'YALNIZLIK DOSTUM OLDU'
Yaşadığı sıkıntılar hem sağlığını bozdu hem de kilo almasına neden oldu. 70'li yıllarda Ortaköy Şifa Yurdu'nda bir süre tedavi gördü. Ama kilo vermek için kullandığı haplar ona büyük zarar verdi.
Hafızası iyice zayıfladı, bazı sözcükleri hatırlayamaz oldu.
Yaşadığı güçlüklerin etkisiyle aldığı fazla kilolardan kurtulmak için amfetaminli ilaçlar kullandı. Ama bu ilaçlar sinir sistemini alt üst etti. Daha fazla kilo almaya başladı.
Sonradan "dostum oldu" dediği yalnızlığı fazla uzun sürmedi Doruk'un. 26 Mart 1995'te hayata gözlerini yumdu. Geride eski İstanbul'un Arnavut kaldırımı sokaklarındaki topuk sesleri ve çoğu siyah- beyaz filmleri kaldı.
İCRA MEMURLARI VARINI YOĞUNU ALIP GÖTÜRDÜ: Belgin Doruk'un hayatının bir bölümü lüks içinde geçti. Ama başka bir bölümünde yoksulluğun en derinini de yaşadı. İkinci kocasıyla yaşadığı eve giden icra memurlarını varını yoğunu aldı. Ünlü oyuncu, o zor süreçte kızının evinden getirdiği eski koltuklarla bile idare etti bir süre.
YILLAR SONRA YİNE TRAJİK BİR OLAYLA GÜNDEME GELDİ: Ölümünün üzerinden yıllar geçtikten sonra Doruk bu kez başka bir trajik olayla gündeme geldi. Oğlu Aydın Birsel, 54 yaşında, yani çok da ileri olmayan bir yaşta Bursa'daki evinin ölünde cansız halde bulundu. Vasiyeti üzerine de annesinin mezarına onun yanına gömüldü. Böylece bir dönemin ünlü Yeşilçam yıldızı ile oğlu, trajik bir şekilde sonsuzlukta buluşmuş oldu.