ANVERS Hayvanat Bahçesi’nin duvarına Darwin kuramını anlatan ünlü posteri asmışlar.
Oğlum gülerek, "Anne bak işte, maymun önce ayağa kalkmış, yavaş yavaş dikleşip sonra da insan olmuş" dedi.
O sırada bütün gün dolaşmaktan bel ağrım tutmuştu ve dört ayak üzerinde değilsem de duruş olarak "evrim"in ortalardaki haline geri dönmek üzereydim. Bel fıtığı uzmanı kesilen dayımın söylediklerini hatırladım. Omurgamız hálá evrimsel uyum sürecini tamamlamaya uğraşıyormuş, bu kadar çok bel ağrısı çekmemizin nedeni de buymuş.
Türkiye’ye döndük, Darwin tartışması koptu. Oğlum henüz gazete değil, şu ara sadece Tenten ve Eğlenceli Bilim serisini okuduğundan olan bitenden haberi yok, ama benim aklım maymunlu Darwin posterine takıldığından ona sordum: "İnsan nereden geliyor?"
"Tabii ki maymundan" cevabını alınca nasıl bu kadar emin olabildiğini kurcaladım ve "Çünkü anne, insan genlerinin yüzde 98’i maymundan gelmedir" yanıtını aldım.
Peki o bu bilgiyi nereden almıştı? "National Geographic" cevabını verdi ve Tenten’le köpeği Milou’nun Yedi Kristal Küre macerasını anlatan heyecanlı sayfalara geri döndü.
* * *
Aile içi maymun vakamız, beni üç konu üzerinde düşünmeye sevk etti.
Birincisi; TÜBİTAK’ta kopan Darwin olayı nihayet laiklik tartışmasını olması gerektiği yere taşımıştır ve bu sevinilecek bir gelişmedir. Bugüne kadar sadece Atatürk, asker ve başörtüsü üzerinden yapılan bir tartışmanın ekseni değişmiştir. Bu, tartışmayı daha sağlıklı yapabileceğimiz, daha doğru bir eksendir. Bir bilim kuruluşu olan TÜBİTAK’ın başkan yardımcısı, dönemin "hassasiyetlerini" öne sürerek Darwin’in dergi kapağı olmasına karşı çıkabiliyor ise insanlar üzerinde laikliğin tırpanlanması anlamında çok ciddi bir baskı var demektir. Gelişmiş insanlar ve toplumlar bu tür baskılara direnir.
İkincisi; din eğitimi meselemizdir. Bu ülkede yaşayan çocuklar her şey bir yana içinde yaşadıkları toplumu tanımak adına yaradılışın Kuran’daki anlatımından en azından haberdar olmalıdır. Bu bir "kültür" sorunudur ve laiklikle de inanıp inanmamakla da alakası yoktur.
Üçüncüsü; CHP’nin bir ara sözünü ettiği Kuran kursu "açılımı"dır. Kuran’ın Türkçesinin okunması ve tartışılması gerektiğini düşünenlerdenim. Belki de o zaman, İlber Ortaylı’nın "İslam Rönesansı Türkiye’den çıkmalıydı" sözü bir özlem olarak kayda geçmezdi. 16’ncı yüzyılda Luther, İncil’i Latinceden Almancaya çevirene dek "özgür okuma" yoktu ve din bilgisi sadece papazların elindeydi. İnsanlar bizim Arapça Kuran okumamız gibi İncil’i anlamadan okuyorlardı. Değişik fikirlere yol açar diye İncil’in çevirisi reddedilmişti. İncil’i İngilizceye ilk çeviren William Tyndale, diri diri yakılmıştı. Avrupa bu yollardan geçerek seküler bir toplum oldu. En son dini baskı örneklerini 20’nci yüzyılda Portekiz’de Salazar ve İspanya’da Franco diktatörlüklerinde yaşadı.
Oxford Üniversitesi’nden Campo de Fiori’ye kadar Avrupa’nın meydanları bağnaz Katolikler tarafından diri diri yakılan özgür düşünceli reformist din adamlarının heykelleriyle dolu. Darwin tartışmasının bir sorusu da şudur: Bizler birbirimizi yakmadan seküler bir topluma ulaşabilecek miyiz?