AVRUPALI Hıristiyan demokrat siyasetçi ve entelektüelleri bir araya getiren bir yaz okuluna katıldım. Avrupalı siyasi kadrolarda dini referansların ürkütücü yükselişine tanık oldum.
Finansal kriz, dünyanın gidişatının sadece bir öğesi. Aynı resmin içindeki figürlerden bir diğeri de dini değerlerin yükselişi. Dizginsiz ticari düzenin sonuçlarından biri olan bu gerçeği Amerika’sından Avrupa’sına kadar her yer yaşıyor.
Birkaç yıl öncesine kadar Avrupa’da entelektüel olduğu kabul edilen hiç kimse Avrupa Anayasası’na dini referansların yerleştirilmesini savunamazdı. Artık savunuyorlar, karşı çıkanları masonlukla suçluyorlar. Avrupa değerlerinin neden İslam’la bir araya gelemeyeceğini anlatan dine dayalı tezler ve kitaplar yazıyorlar.
Yakın zamana kadar Avrupalı entelektüeller ve siyasi kadrolar, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkışlarını dine dayandırırlarsa ayıplanırlardı. Bugün bu tür yaklaşımlar normal karşılanır hale geldi. Sarkozy sayesinde mi? Emin değilim. Eskiden aşırı sağ partilerin tekelinde olan dini değer savunuculuğu şimdi artık merkez sağa da geçti.
Bu noktada Hıristiyan kilisesinin alttan alta paranın hákim olduğu yeni düzenle olan kavgasını ya da kiliseye sunduğu fırsatları göz ardı etmemek gerek, tıpkı İslam’ın olduğu gibi...
* * *
Avrupa’dan giriş yaptım, ama dini değerler üzerine asıl siyaset yapılan yer ABD. Basit bir örnekten yola çıkabiliriz: Kadınları evde oturup daha çok çocuk yapmaya davet etmek neyin işaretidir? Her ne kadar Ayşe Arman’ın geçenlerde röportaj yaptığı çocuk psikoloğu, bunun iki kuşak sonra kadınların seçimi olacağı olacağını söylüyorsa da tıpkı Türkiye’de kadınları en az üç çocuk doğurmaya davet eden zihniyet gibi Amerikan Protestan kilisesi de bunun mücadelesini veriyor.
Kiliseler önce Amerikan üniversitelerini etkisi altına alıyor, sonra da siyasi yönde çalışıp kongrenin kararlarını etkiliyor. Biz de bu dünyadan fazla kopuk değiliz görüldüğü gibi. Yani ortada kadınların seçimi falan yok, ince ince yayılan ideolojiler var.
Hangi dini değerlerin hákim olacağı ve dinsel kimliklerin nüfusa dayalı üstünlük kavgasında kadın bedeni bir makine, hepsi bu.
* * *
Finansal krizin üstesinden gelinemez ise dünyayı kaos bekliyor. Amerikan üstünlüğünün yerini bir dönem başıbozukluğun alacağını, Avrupa’nın ortalığı toplamakta yetersiz kalacağını görmek zor değil. Mikro milliyetçiliğin ve dinsel karşıtlıkların arttığı o feci günlerden sonrası ne olacak? Türkiye yeni dünyanın neresinde duracak?
Bugün enerjimizi yolsuzluklara, Deniz Feneri’ne, Ergenekon’a, etnik gerginliklere, Şeker Bayramı mı Ramazan Bayramı mı gibi çekişmelere harcamak zorunda kalmasaydık ekonomik ve siyasi yönden öne çıkan 10-15 yeni güçten biri olabilirdik.
Kurumsal boşluklarımızı doldurmaya yarayan AB uyum sürecini ciddiye alabilsek ve asıl önemlisi yaratıcı bir sınıf oluşturmaya odaklanabilseydik bulunduğumuz coğrafya, sahip olduğumuz kıyılar, su, tarımsal kaynaklar ve insan gücümüzle bunu başarabilirdik. Ama bugün için bu bir hayal ve aksi mucize olurdu.