İDEOLOJİLERİN sonunun geldiği 22 Temmuz seçimlerine doğru Türk seçmeninin parti yerine adaya bakarak oy verme eğilimi giderek artıyor.
Sapla samanın birbirine karıştığı bir ortamda partilerin ilk üç sırasındaki adaylar bilinçli seçmenin kararını etkileyen faktörlerden biri olarak her zamankinden daha fazla öne çıkacağa benziyor.
Bu satırların yazarı da koalisyon korkusunu yenmiş, adaya göre oy verecek olan seçmenlerden biri.
Liste başı gösterilen adaylar o partinin seçim vaatlerini destekliyor mu? Ya da seçmenin farklı duyarlılıklarına cevap veriyor mu? Televizyonların tartışma programları ve internet forumlarının yanı sıra el altından yaptırılan kamuoyu araştırmaları seçmende bazı "yeni kıstaslar" oluştuğunu gösteriyor. Öncelikle seçmenin Meclis’te yeni yüzler görme beklentisi var. Kadın seçmenlerin, özellikle büyük şehirlerde kadın adaylarını listelerin seçilir noktasında göstermeyen partilere sırtlarını çevireceklerinin güçlü işaretleri var.
Adayın uzlaşma kültürü var mı? Ülkeye olan aidiyetini ne biçimde sergiliyor? Çevre bilinci var mı? Dış politika ve Avrupa Birliği gibi hayati bir meseleye yaklaşımı nedir? Ekonomik görüşü nasıl? Sosyal meselelere bakışı benimkine uygun mu? Farklı görüşlere tahammüllü mü?
Bilinçli seçmenin uzayıp giden bir yeni kriterler listesinin içinde en net olarak algılanacak olanı ise partinin kadın politikalarını gerçekten önemsediğini gösteren kadın adaylarının listelerdeki yeri.
Türkiye’yi yeni bir koalisyon dönemi bekliyor. Parçalı bir parlamentoya hazırlanırken yeni bileşkenin içinde popülist söylemi ağır basanların olacağı da ortada. Böyle olması kimseyi karamsarlığa sevk etmesin.
Fransa’da 1956 seçimlerinde Poujade adlı bir siyasetçi, 1789’dan itibaren dünyaya eşitliğin, özgürlüğün bayraktarlığını yapmış, demokrasi kültürünün yerleştiği bir ülkede bile "Esnaftan vergi almayacağım" diyerek bir dönemliğine de olsa 52 milletvekili çıkarmıştı. Bizde de bu seçimde benzer yaklaşımlar var. Ve halkımızın bir kısmının bu vaatlere oy vereceği kesin. Yeni parlamento çok sürprizli olabilir.
* * *
Türkiye’nin tek partiye değil uzlaşma kültürüne ihtiyacı var. Türkiye’nin henüz tek parti iktidarları ile istikrarı yakalamadığı bugün yaşananlarla ortada. Unutulmuş olabilir, ama Türk parasının en istikrarlı dönemi 1961-65 arasıydı ve bu da bir koalisyonlar dönemiydi. Koalisyonlardan zaman zaman çok da başımız ağrıdı. Kabahat koalisyonların mıydı, yoksa koalisyon partilerinin başlarında devlet adamı niteliğinde liderlerin olmaması mıydı?
O nedenle kimse oyunu adaya göre vermekten korkmasın. İspanya’da 40 yıllık Franko diktatörlüğü istikrarlı değil miydi?
İstikrar için ihtiyacımız tek parti değil. Türk demokrasisinin en eksik tarafı uzlaşma kültürü. Düşe kalka bunu da öğreneceğiz.