Onu yakalamak zor. Sürekli bir yerlerde, bir işler peşinde. Kendini anlatmaktan da çok hoşlanmıyor. Ancak elinin değdiği sanatçıları hepimiz çok iyi tanıyoruz; Haluk Akakçe, Leyla Gediz, Esra Gülmen, Hüseyin Çağlayan, Mentalklinik, Taner Ceylan bunlardan sadece birkaçı. Bugün dünyada dijital sanatın öncüsü olarak konumlanan Refik Anadol’un ilk sergisini o açmış. İstanbul ile beraber Bodrum’da da bir galerisi bulunan PİLEVNELİ’nin kurucusu Murat Pilevneli ile beraberiz.
Murat Pilevneli - Zeynep Bilgehan
ANNEMİN İNADIYLA HAYATA BAŞLADIM
Murat Pilevneli, 1971 yılında Almanya’da dünyaya geliyor. Sanat dünyasında bu soyadını taşıyan bir başka ünlü daha var; Türk resminin en kıymetli isimlerinden Prof. Mustafa Pilevneli… Onunla bir ilgisi var mı? Bu sorunun yanıtıyla başlıyoruz: “Kendisi annemin ağabeyi, yani dayımdır. Annem çok inatçı bir kadındı. Ailesini bırakıp tek başına Almanya’ya gidiyor ve orada âşık oluyor. Evlenmeden beni tek başına dünyaya getirmenin sorumluluğunu alarak orada yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden ben annemin soyadını taşıyorum.”
SENE 1971 Üç aylıkken
BAKMAKLA ANLAMAK BAŞKA ŞEYLER
1- Gündemin sıcak konularından biri İsrail-Filistin savaşı… Çatışmalar uluslararası hukuku da harekete geçirdi; Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) soykırım suçlamasıyla İsrail aleyhine dava açtı. UAD, Gazze’de ateşkes çağrısında bulunmadı ama soykırım davasını görmeyi kabul etti. Bu gelişmeler üzerine hem diplomat hem hukukçu kimliğiyle eski büyükelçi ve AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’in kapısını çaldım. Eski albümlerini karıştırıp kendi hikâyesini dinlerken, bugünün olayları üzerine değerlendirmelerini de aldık.
SENE 1958 - Kardeşi Mehmet ile
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN NESLİYİZ
Rıza Bey geçen yüzyılın en büyük trajedilerinden İkinci Dünya Savaşı yıllarında doğan nesilden. 1941 yılında, Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geliyor. Türmen, “Savaş yıllarını hatırlıyorum. Evin panjurları mor perdelerle kaplıydı. Sirenler çalınca annem beni kucaklayıp arka odaya kaçardı” diye başlıyor: “Ben ‘ekmek verildi’ damgaları olan nüfus cüzdanı sahiplerindenim. Demek ki epeyce eskiyiz!”
SENE 1967 - “Tomris ile nikâh”
“Eşim Tomris ile liseden tanışıyorduk. O da İngiliz Kız Okulu’ndaydı. Yıllar sonra üniversitede karşılaştık. 1967’de evlendik. Kendisi çocuk sağlığı profesörüdür. 15 yıl Cenevre’de Dünya Sağlık Örgütü Başkan Yardımcılığı yaptı. Bir kızımız Zeynep, bir torunumuz Bora var.”
EDEBİYAT BİLGİMİ FİZİĞE BORÇLUYUM
Meslekte 43. yılını geride bırakan Faruk Saraç, Türkiye’de erkek modasının ve ilklerin öncü isimlerinden: “TBMM’de beyaz çorabı kaldırdım, ilk rengi getirdim, Milli Takım’ın ilk sponsoruyum...” Bu hafta ünlü modacı Saraç’la eski albümleri karıştırdık.
Sene 1996/“İlklerim çok! TBMM’de beyaz çorabı kaldırdım, ilk rengi getirdim, Milli Takım’ın ilk sponsoruyum.”
1) Mağazasından içeri girince sanki Londra’da 19. yüzyıldan kalma bir terzihaneye girmişsiniz ve az sonra prova kabinlerinden birinden James Bond çıkacak gibi hissediyorsunuz! Oysa İstanbul’dayız. Mekânın sahibi de 200 yıllık Urfalı bir ailenin mensubu; Türkiye’de erkek modasının öncü isimlerinden Faruk Saraç. Bu sene meslekte 43. yılını geride bırakıyor. Giydirdiği bilinen ünlü isimlerden bazıları; Boris Yeltsin, Ricky Martin, Ayhan Şahenk, Kadir Has, Hikmet Çetin. İsmini vermek istemediği çok sayıda siyasetçiye imaj danışmanlığı veriyor. Söze, “Benim hayat yolculuğum uzun bir maraton Zeynep Hanım. Yokluğu da gördüm zirveyi de… Zirveyi sevmedim, çok yalnız kaldım, çok üşüdüm” diye başlıyor.
Sene 2008/Dönemin Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim ve hemşehrisi İbrahim Tatlıses ile
‘FESÇİ ABDİ’NİN TORUNLARI
Faruk Saraç, 1955 yılında banka memuru bir baba ile sanat endüstrisi mezunu bir annenin üç çocuğundan ikincisi olarak Urfa’da dünyaya geliyor. Ailede sanatçı çok. Çocukluğu annesinin diktiği rengârenk yorganları izleyerek geçiyor. Yaz aylarını terzi dayısının yanında çıraklık yaparak geçiriyor. Soyadını veren dedesi saraciye işiyle uğraşıyor, yani deriden at eyerleri yapıyorlar. Onun dedesiyse ‘Fesçi Abdi’ adıyla bilinen bir fes üreticisiymiş. Faruk Bey, “Çocukluğum Urfa’nın gizemli, eski sokaklarında geçti” diye anlatıyor: “Hâlâ Urfa kültüründen çok beslenirim. Belki bana da çocukluğumda o kilit taşlarına ellerimi sürmem tılsımlı geldi.”
1) Yazıcıoğlu, 1951 yılında Karadenizli bir baba ile ev hanımı bir annenin üç çocuğundan ortancası olarak İstanbul’da dünyaya geliyor. Çocukluğunun en mutlu yılları anneannesiyle geçen zamanlar…
Fotoğraf: Levent KULU
Hikâyesine onunla başlıyor: “Dedem Emin Bey tam bir İstanbul beyefendisiydi. Darphane’de memurdu. Anneannem Rum bir ailenin kızı. Dedem 14 yaşındaki anneannemi yolda görüp aşık oluyor ama Rum aile, kızını bir Türk’e vermek istemiyor. Anneannem, dedeme kaçıyor. Adı Güzide oluyor. Ailesi bu duruma küsüp Atina’ya gidiyor. Aralarında 10-12 yaş fark vardı. Birbirlerine beyefendi ve hanımefendi diye hitap ederlerdi. 10 yaşıma kadar Yedikule’de onunla yaşadım diyebilirim.”
Sene 1954/Anne, baba ve ağabeyi ile/ “Babam benimle iki yıl küs kaldıktan sonra annemle kardeşlerimin iknasıyla özel bir tiyatroda beni izlemeye geldi. Çıkışta, ‘Sen ne ara, nasıl bu kadar iyi oyunculuk öğrendin! Bundan sonra yolun açık olsun’ diye bana sarıldı. Ölene kadar aynı oyuna her gece geldi.”
Sene 2015/Eşi Müge Hanım’la./“Eşimi Cüneyt Hoca’nın bana öğretisiyle tavlamış olabilirim; güzel Türkçe konuş, bak göreceksin sana meftun olacaklardır.”
TİYATROYA İLK GÖRÜŞTE AŞK
1) Hikâyesi 1952 yılında Kars’ın Sarıkamış ilçesinde başlıyor… Prof. Dr. Bingür Sönmez, ilkokul öğretmeni baba Emrullah Bey ile ev hanımı anne Saadet Hanım’ın beşinci ve en küçük çocuğu olarak doğuyor. Ağabeyinin aktardığına göre dünyaya geldiğinde duyduğu ilk sözler şöyle; “Allah seni kahretsin Saadet, bu da erkek! Ben şimdi Emrullah Öğretmen’e ne söyleyeceğim!” Zira dört erkekten sonra ailenin beklentisi artık bir kız çocuğu. İsmi bile hazır; Birgül. Bu beklenmedik erkek çocuğa başka bir isim bulunamıyor ve hayallerinde olan kız ismine yakın diye ‘Bingür’ ismi veriliyor. Hayatın bir cilvesi olsa gerek; Sönmez kendiyle beraber ismini de meşhur ediyor. Bingür Hoca, “Bana en çok sorulan sorulardan biri ismimdir” diye gülerek başlıyor söze, “Çok çalışkan, çok başarılı, çok iddialı anlamına geliyormuş. İsmimi hak etmek için çok çalıştım” diyor.
Fotoğraf: Levent KULU
OSMANLI’YI BEKLERKEN...
Kalp cerrahisi alanındaki başarılarıyla beraber Bingür Hoca ‘Sarıkamışlı’lığıyla da meşhur… Kökenlerini şöyle anlatıyor: “Aslında babam Erzurum’un Gaziler Köyü’ndendi. O günkü ismi Bardız. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın Ruslar’dan ilk aldığı, çok kahraman bir köy. 1878’de, 93 Harbi’nden sonra sınır yeniden çizildiğinde Ruslar’da kalıyor. Ailemiz çiftçi. Osmanlı nasıl olsa geri gelecek diye göç etmiyorlar ama Bardız 40 yıl Rus işgalinde kalıyor. Babam orada doğuyor. Daha sonra Sarıkamış’a geliyor. 1935 Erzurum Muallim Mektebi mezunu. 1940’ta Cilavuz Köy Enstitüsü kurulduğunda orada öğretmenlik yapıyor. O yüzden ona Sarıkamış’ta ‘Muallim Bey’ derlerdi. Annem Siirtli bir vergi tahsildarının kızı. Babam Siirt’te öğretmenken onunla evleniyor. Sonra Sarıkamış’a geliyorlar. İki ağabeyim Urfa’da, geri kalanımız Sarıkamış’ta doğmuşuz.”
Sene 1953/Kayakçı kardeşler-Sene 1957/Sarıkamış
BİR ZEYTİNİ 3 ISIRIKTA YERDİK
1- Onunla Ankara’da, meşhur siyasetçilerin oturduğu muhitteki evinde bir araya geldik… Sağ siyasetin duayen isimlerinden Mehmet Keçeciler ile beraberiz. Politikaya 1977 yılında Milli Selamet Partisi’nin (MSP) Konya Belediye Başkanı olarak başlayan Mehmet Bey, 2002 seçimlerinde baraj altında kalana kadar merkez siyasetin en ağırlıklı partisi olan ANAP’ın kurucularındandı. Uzun yıllar milletvekilliği, bakanlık yaptı. Türk politik hayatında neler değişti, neler hiç değişmiyor? Bugün merkez sağ nerede? Geçen 20 yılı nasıl değerlendiriyor? Bu sorularla kapısını çaldım ama cevapları almadan önce takvim yapraklarını geriye sarıyoruz…
Zeynep Bilgehan - Mehmet Keçeciler
AİLEMİ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI BATIRDI
Mehmet Keçeciler, 1944 yılında özbeöz Konyalı bir ailenin dört çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya geliyor… Anne tarafı ‘Halikanlı’ aşiretinden, baba tarafı Türkmen. Hikâyelerini şöyle anlatıyor: “Dedem değirmen işi yapardı. Birinci Dünya Savaşı’nın batırdığı ailelerdendi. Değirmenlerinin bozulan motorunu tamir için Eskişehir’e götürüyorlar. Ancak Yunan askerleri orayı işgal edince motoru toprağa gömüp memlekete dönüyorlar. İki yıl sonra geldiklerinde motor çürümüş… Konya’nın sevilen, sayılan ve asil bir sülalesine mensubum. Anne tarafından Kürt kökenimiz de var. Babam gece bekçiliği, amelelik, açık sinema büfeciliği dahil pek çok iş yapmış. En son kadın doğum hastanesi ustabaşılığından emekli oldu.”
İLKOKUL ÖĞRETMENİ: BU ÇOCUĞU OKUTUN
Çocukluğu Konya’nın Selçuklular döneminden kalma eski Sedirler Mahallesi’ndeki evlerinde geçiyor. En büyük tutkusu bahçe ve içindeki ağaçlar. Mehmet Bey, “Günlerimi o bahçede geçirirdim. Ağaçlarla hemhal olurdum. Halen Ankara’daki evimin bahçesindeki ağaçlarımı kendi ellerimle sular ve budarım” diyor. İlkokulu bitirdikten sonra aile bir ikileme düşüyor; çocuğu okutmak yerine daha garanti bir iş olsun diye kaynakçı ustasının yanına çırak mı vermeli? Bunu duyan ilkokul öğretmeni eve gelip “Yazık etmeyin bu çocuğa. Çok zeki, istikbali çok açık” deyince eniştesinin desteğiyle şehirde yeni açılan imam hatip okuluna yazdırılıyor.
SENE 1952 - İlkokul 2. sınıf
1- İstanbul’da yaşayan ve kültür, sanat, müziğe meraklı olanlar bu tespite katılacaktır; neredeyse 10 yıllık bir aranın ardından 2021’de yeniden kapılarını açan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) her zevke hitap eden programlarla şehirdeki büyük bir boşluğu doldurdu. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası da Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un özverili çalışmaları ile yeniden kapılarını açan AKM ile daimi evine yeniden kavuştu. Her cuma Denizbank sponsorluğunda yapılan konserlere ilgi çok. Orkestra, geçen ay hem Türk klasik müziği hem de kendisi için çok önemli bir sanatçının dünya prömiyerine yer verdi; Necati Giray.
Zeynep Bilgehan - Necati Giray
90 YAŞ PRÖMİYERİ
Bu yıl 90. yaşını geride bırakan Giray, Cemal Reşit Rey’in yönetiminde 1945 yılında kurulan İDSO’nun tarihine birinci elden tanıklık etmiş bir isim… 1976 yılından itibaren İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda aralarında Hakan Şensoy ve Cihat Aşkın gibi dünyaca ünlü virtüözlerimizin de olduğu yüzlerce öğrencinin yetişmesine katkı sağladı. Çok sesli hale getirerek düzenlediği Türk müziği eserleri İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Müzik İleri Araştırmalar Merkezi Koleksiyonu’nda yer alıyor. Biz onun kendi hikâyesiyle başlayalım…
“Orkestra bir aile gibidir; hep beraber müziği seslendiriyorsunuz. Herkesin görevi başkadır ve ancak ortak çalışmayla müzik mükemmel olarak ortaya çıkar.” - SENE 1973 - Cemal Reşit Rey ile konserde
URFA’DAN İSTANBUL’A GÖÇ
Necati Giray, Urfalı bir ailenin üç çocuğundan ikincisi olarak 1933 yılında İstanbul’da dünyaya geliyor. Babası Adil Bey, 1891’de Urfa’nın Birecik ilçesinde dünyaya gelmiş. 1913 yılında Birinci Dünya Savaşı sırasında dört yıl askerlik yapmış. Çocukluğundan itibaren eniştesinin berber dükkânında kalfa olarak çalışan Adil Bey, Emine Hanım’la evlenip 1930 yılında ilk çocuklarıyla beraber İstanbul’a taşınmış. Sirkeci’de bir berber dükkânı açmış.
SENE1960’lar
Şapkası çok! Ali Kocatepe, elini neye atsa başarılı olan insanlardan. Eline aldığı ilk enstrüman, ortaokulda başarılı karne hediyesi olarak verilen akordiyon oluyor.
Fotoğraf: Murat ŞAKA
Müziğe öyle âşık oluyor ki lise yıllarından itibaren başka hiçbir şey yapmak istemiyor. İzmir’de başlayan popülaritesi henüz 20’li yaşlarda çıkardığı ‘Hey Gidi Dünya Hey’ şarkısıyla tüm ülkeye yayılan Ali Kocatepe ile ‘Hey gidi yıllar’ dedik.
Ali Kocatepe, Zeynep Bilgehan
1) “Doğruluktan hiç şaşma, eden bulur üzülme, hiç acısı olmayan, kim var ki bu dünyada, Hey gidi dünya hey!” Bir Türk pop müziği klasiği haline gelen bu şarkının hem bestecisi hem söz yazarı Ali Kocatepe ile beraberiz.