Mütevazılıkla kendine hakkını teslim etmek arasındaki çizgi

1 aydır yazmak için kıvrandığım bir yazı bu.

Haberin Devamı

Başlığı attım durdum. Aklımdakileri rahatça yazamıyorum bir türlü. Hani o derece kendi kendime bile kendi hakkımı teslim edemiyorum.
Bu artık mütevazılık değil, kendini ezmek.
Çoğu zaman bunun bir Ankaralılık hali olduğunu düşünüyorum.
Yani tam kendimi beğeneceğim bir gülme tutuyor hali!
Memur çocuğuyuz ya, kendimizi kazara onaylarsak veya övünürsek burnumuz havada gibi durabilir ve bu çok ayıp bir şey olur ya mesela.
Yakışık almaz.
Hem ya el âlem yanlış anlarsa? Ah bu el âlem var ya bu el âlem...
Asalet biraz da sessizdir ya gibi bir dolu şey de var tabii.
En ufak kendi kendimi başarmış hissettiğim bir konuda hemen bir saklanma isteği.
Hatta geçen sene bir arkadaşım yarışın birinde şöyle demişti; “Yonca sen çok güçlüsün ama galiba ayıp olacak diye kendini frenliyorsun...”
Yemin ederim bunu düşündüğüm, hissettiğim oldu. Bunu yazarken anlatamam nasıl zorlanıyorum şu an. Saçlarımın dipleri yanıyor.
Veya bir başarıma birisi dolu dolu onay verdiğinde, masanın altına kaçmak istediğim de çok.
Onu bırakın, bir iltifat edene, teşekkür ederim deyip iltifatı alacağıma binbir türlü kusurumu söyleyip iltifatı alamadığım daha çok.
Yahu teşekkür et, yerine otur işte ne var! Hiç mi hakkım değil sanki? Bu kadar mı görmüyorum o hakkı kendimde? Bu kadarcık değer vermiyor muyum kendime?
Bu nasıl adalet yahu? Başkasına adil, kendine bu kadar vahşi olabilir mi insan?
Çok garip değil mi bu?
Sonra bunu azcık paylaştım, bir baktım hiç de yalnız değilim.
Bu Ankara’yla alakalı değil.
Belki yetiştirilmeden, belki aileden, belki de ben böyleyim.
Başlığını attığım çizgi bir şekilde bozuk yani.
Ezik miyim?
Hayır. Bu cümleyi yazınca da gülme tuttu...
Ezdiriyor muyum peki kendimi? Hakkımı aramadığım oluyor mu?
Kimi zaman evet.
“E ezdirme Yonca! Ara hakkını!” diyeceksiniz, çünkü ben de diyorum kendime, ama karşımdaki olayda duruş ve tavırdan etkileniyorum.
Yani karşımda insani değerleri olmayan birileri olunca, her şey çok anlamsız, değersiz geliyor. Karşımdakine derdimi anlatmak için kendimden ödün vereceksem, hakkımdan vazgeçmeyi tercih ediyorum gibi bir şey oluyor.
Kimi zaman bunu yapınca, içim rahat. Kimi zamansa bir yarım kalmışlık hissi. Bazen de kendimi özgüvensiz hissetme üzüntüsü çöküyor içime.
Sonra böyle iyiyim kafası geliyor.
“Kandırıyor muyum yahu kendimi” şüpheleri de hemen peşinden...
Sonra, bunu söylemek de haddime değil belki ama; hadsiz özgüvenle tamamen cehalet üzerinden satış yapıp prim yapanları görüyorum ve asabım daha çok bozuluyor.
Haddin varken susarsan meydan da hadsizlere kalır işte diyorum... Hadi yine kendime kızıyorum yani. Ne yaparsam yapayım hep hata bende yani.
Anlatamam ne büyük bir tartışma var içimde.
Elbet bir gün hadsiz özgüvenle, hadli-haklı özgüven arasındaki o dengeyi de bulacağım.
Şu ara bu konuya taktım.
Bir de çalışkanlığa.
Çok ama çok çalışkan olmak istiyorum diye sayıklıyorum gece gündüz.
Bütün bunları düşünmeden, sadece çok çalışkan olmak, çok çalışmak istiyorum.
Kararlarımı uygulamak, sonuca vardırmak, sonsuz üretken olmak istiyorum.
Bir saniye boş durmak istemiyorum. Arıları bu kadar seven ben, aynı arı gibi olmak istiyorum. Doğan güneş ile batan güneş arası vızır vızır çalışmak...
İçgüdüsel çalışkan olmak...
Yaşlandıkça daha cesur, daha adil ve dürüst olmak, daha çok çalışmak ve çalıştığımın farkında olarak kendi kendime hak ettiğim hakkı teslim edebilmek, kendimi o ince çizgiyi kırmadan takdir edebilmek istiyorum.
2017’den başlayarak hayatımın geri kalan kısmı için kendime seçtiğim amaç budur.
Yazıya da döktüm ya, mühürlendi artık.
Olur.
Yonca “damga”

 

Yazarın Tüm Yazıları